James C. Scott Amerikalı bir akademisyen-yazar. Eserlerinin bazıları Türkçeye çevrildi ve yayınlandı. En önemlisi Devlet Gibi Görmek: İnsanlık Durumunu İyileştirmeye Yönelik Projeler Nasıl Başarısız Oldu (çev. Nil Erdoğan, İstanbul: Versus, 2008). Bu, birçok takipçisine göre, Scott’un baş ve temel eseri.
Scott gerek Devlet Gibi Görmek’te gerekse diğer bazı kitaplarında, hatta kitaplarının çoğunda, siyasal otoritelerin iyi niyetle insanlık durumunu geliştirmek için hayata aktarmak istediği büyük projelerin nasıl ve neden başarısız olduğunu açıklamaya çalışıyor. Bu tür projeler arasında Çin’deki Büyük Atılım, Sovyet Rusya’daki tarımın kolektivizasyonu (Scott buna “kamulaştırma” diyor), Tanzanya, Mozambik ve Etiyopya’daki zorunlu köyleştirme, Brezilya’da sıfırdan şehir kurma (Brasil) gibi projeler var. Scott’un haklı olarak işaret ettiği gibi, bu projeler sadece birer fiyasko değil, birçoğu tam bir facia.
Scott “etnik gruplar, dinî mezhepler ya da dinsel cemaatler arasında seferber edilen şiddet yüzünden neden bu kadar insan yaşamının yok edildiğini anlamak, ne yazık ki, o kadar zor değil. Ama insanlık durumunu iyileştirmeye yönelik iyi niyetli bu kadar çok planın neden böylesine trajik bir şekilde ters gittiğini anlamak zor” diyerek 20. Yüzyıl’daki bazı ütopik toplumsal mühendislik projelerinin başarısızlığını açıklamaya çalışıyor. Önce bu tür projelere sarılmayı mümkün kıldığını düşündüğü faktörleri, sonra, bunların başarısız olma sebeplerini ele alıyor.
Scott’a göre devletlerin kelimenin neredeyse her anlamında sahibi olduğu geniş çaplı toplumsal mühendislik projeleri dört unsurun meşum bileşimiyle ortaya çıkıyor. Bu dört unsurun aynı anda ve birlikte var olması gerekiyor. Birinin eksik kalması projenin ortaya çıkmasına engel oluyor.
İlk unsur toplumun ve tabiatın idarî olarak düzenlenmesidir. Toplumu ve tabiatı düzenlemeye kalkışmak despotizmin zihniyet ve pratik alt yapısıdır. Bu inanç özellikle toplumu kontrol etmek amaçlı idarî, politik ve teknik cihazların yaratılmasını gerektirir.
İkinci unsur, Scott’un “yüksek modernist ideoloji” dediği şey. “Bunu tasavvur etmenin en iyi yolu onu, bilimsel ve teknik ilerleme hakkında kendine güvenin, üretimin büyümesinin, insan ihtiyaçlarının artan tatminin, doğanın (insan doğası dâhil) hakimiyet altına alınmasının ve her şeyden önce, toplumsal düzenin doğa yasalarının bilimsel kavranışına uygun olarak tasarlanmasının güçlü, hatta azametli bir versiyonu olarak düşünmektir.” Yüksek modernizm bilimsel pratikle karıştırılmamalıdır, o bilimin ve teknolojinin meşruluğunu ödünç alan bir inançtır. Yüksek modernist ideoloji büyük projelerin gerekli, haklı ve kesinlikle başarılı olacağından şüphe duymaz. Makro ölçekte başarısızlık çıkınca mikro ölçeklere yönelir.
Üçüncü unsur, büyük toplumsal projeleri gerçekleştirmek için gerekli –buna neredeyse sınırsız denebilir- cebir kullanabilecek bir otoriter devlettir. Otoriter devletin ortaya çıkması, Scott’a göre, savaş, devrim, buhran ve ulusal kurtuluş mücadeleleri tarafından kolaylaştırılır. Bunların hepsi olağanüstü olaylar ve durumlardır ve devletin her türlü cebir aracına el koymasının ve tahkim ve takviye etmesinin hem yolunu açar hem de bunu adeta meşrulaştırır.
Nihayet son unsur toplumsal mühendislik projelerini hayata aktarmaya teşebbüs eden otoriteye karşı çıkma kapasitesinden mahrum, takatten düşmüş, zayıflamış bir sivil toplumdur. Savaş, devrim ve çöküntüye yol açan ekonomik krizler sivil toplumu zayıf düşürür. Halkın büyük projelere direnmesini zorlaştırır, hatta imkânsızlaştırır.
Yani, Scott’a göre, “özetle, bir toplumun okunaklılığı (takip ve kontrol edilebilir hâle getirilmesi – AY), büyük ölçekli toplum mühendisliğinin hayata geçirilmesi olanağını temin eder, yüksek-modernist ideoloji buna duyulan arzuyu temin eder, otoriter devlet bu arzu doğrultusunda hareket etme kararlılığını temin eder ve aciz bırakılmış bir toplum da üzerine inşa edilecek düzenlenmiş toplumsal zemini sağlar.”
Peki, Scott’a göre, büyük toplumsal mühendislik projeleri neden başarısız olur? En başta gelen neden planlanmış toplumsal düzenin şematik olmasıdır. Yani bunlar formel süreçleri planlar ama her seviyede toplumsal düzende işleyen informel kuralları göremez. Formel süreç informel süreçlere izin vermemesi veya onları bastırması ölçüsünde, plancıları hayal kırıklığına uğratır. Keza toplumlarda derinlere gömülü pratikten doğan bilgi (Yunanca metis) toplumsal hayatta daha etkili olur.
Scott toplumsal düzenin oluşturulmasında zorunlu hiyerarşik koordinasyona zıt olarak karşılıklılığın (mutuality) rolüne vurgu yapan anarşist yazarlara (Kropotkin, Bakunin, Malatesta, Proudhon) borçlu olduğunu söylüyor. Şöyle diyor: “…Hem sosyal hem doğal çeşitliliğin esnekliğini savunuyorum; esas itibarıyla karmaşık, faal düzene dair bilebileceğimiz şeylerin sınırları hakkında güçlü bir savunu bu.”
Scott, özellikle alanda çalışması sayesinde, önemli ve anlamlı tespit ve tahlillere imza atıyor. Gerçekten takdire şayan. Gelgelelim genel yaklaşımında çeşitli eksiklikler ve yanlışlar var. O kadar ki, bu Scott kalibresinde bir araştırmacı için dram denebilecek bir durum oluşturuyor.
En başta, Scott’un toplumsal mühendislik projelerine yönelttiği itiraz ve itirazın gerekçeleri çok daha öncesinde ve bazı bakımlardan daha derinlemesine İskoç Aydınlanması (İA) geleneğine mensup düşünürler ve akademisyenler tarafından düşünüldü ve anlatıldı, açıklandı. Bu bakımdan Scott adını saydığı anarşist düşünürler yerine, en azından onlarla beraber, Hume-Smith-Menger-Hayek geleneğinden yararlansa kendisi için çok daha iyi olabilirdi. Ayrıca, anarşist düşünürlerin her durumda informel düzenlere yakın olduğu da söylenemez. Örneğin formel düzenlerin oluşması özel mülkiyetten ayrı düşünülemez. Bu yüzden Proudhon gibi mülkiyeti hırsızlık olarak gören bir yazar sistematik bir informel düzen fikri geliştiremez.
İskoç Aydınlanma geleneğinde, Scott’un daha ziyade informel düzen adını verdiği şey kendiliğinden oluşan düzen (KOD) olarak adlandırılmıştır. Bu çerçevede oluşturulan düzen (OD) ile KOD birbirinden farklıdır. Scott’un informel düzeni -pratik düzen, bilgi, inan bilgisinin sınırları, bilimsel çalışma metotları- hakkında İA çok daha kapsayıcı ve derinliklidir. Esasen, KOD geleneği sosyal düşüncede ve akademik camiada hâlâ çok canlı. Birçok araştırmacı Scott’un formel-informel düzeni ve Hume-Hayek geleneğinin kendiliğinden doğan düzenle oluşturulan-kurulan düzen arasında kurduğu dikotomiyi regülasyon – self regülasyon kavram çiftiyle ifade ediyor. Meselâ, Evan Osborne’un 2008’de yayınlanan Self Regulation and Human Progress adlı kitabı böyle bir çalışma (bu çalışmayı başka bir yazıda ele almaya çalışacağım). Sol bir gelenekten geldiği için olsa gerek, Scott İA’dan ya yeterince haberdar değil ya da fazla atıf yapmaktan, muhitinden dolayı, çekiniyor. Bu, mahallesinde kalmak isteyen biri için tamamen yersiz bir endişe değil. Nitekim bir-iki yerde Hayek’in adını geçirmesi Scott’un bazı çevrelerce sağcılıkla, gericilikle etiketlenmesine yetti.
Scott, söyleşilerinden bazılarında ideolojik pozisyonu hakkında bilgiler veriyor. Sol anarşizme ve Marksizme yakın olduğu anlaşılıyor. Marx anarşizmi ve anarşistleri küçümsemişti, bu yüzden Scott’un bu ikisini nasıl bağdaştırabildiği merak konusu. Diğer taraftan Scott kendisini “kaba Marksist” olarak vasıflandırıyor. Bununla kastı, sınıf savaşı teorisi olarak Marksizmi benimsemediği ama beşerî kurumların maddî temellere oturması anlamında Marksizmi benimsediği. Bu çok garip bir durum. Bir kere Marksizmin nişanesi sınıf savaşıdır. Bu yüzden, çatışmacı ve tarihin sonunu görücü bir teori olarak Marksizm sınıfsal analizden ve sınıf çatışmalarından arındırılamaz. Daha kötüsü, beşerî kurumların temelini kısmen veya tamamen maddî-ekonomik olgularda aramanın Marksizme mahsus olduğunu düşündüğü izlenimini vermesi. Bu da hem tuhaf hem gülünç. Birçok düşünür ve çizgi beşerî hayatın temel kurumlarını maddî- ekonomik olgularda ve durumlarda aradı. Marksizm bu çizgideki ne ilk ne son ve ne de en yetkin yaklaşım…
Ama durun, daha kötüsü var. Scott, ciltler dolusu satırları siyasî otoritenin geliştireceği ve tatbik etmeye girişeceği büyük toplumsal mühendislik projelerinin niçin ve nasıl başarısız olduğunu ve olacağını açıklamak için yazmış. Buna rağmen, kendisi için çok talihsiz, benim için pek de şaşırtıcı olmayan bir çelişkiye düşüyor. Zamanımızda gelir eşitsizliğinin çok arttığını söylüyor ve bunun önlenmesinin “demokratik devlet”in bir görevi olduğunu ve bunu ancak demokratik devletin yapabileceğini öne sürüyor. Yani, bir başka büyük toplumsal mühendislik projesi teklif ve talep ediyor.
Büyük bir akademisyenin böylesine dramatik bir çelişkiye düşmesi gerçekten yürek parçalayıcı.