1984 yılında PKK silahlı mücadeleye başladığında Türkiye’de devlet bunu hiç önemsemedi. PKK’nin Eruh ve Şemdinli’ye yaptığı ilk saldırılar gazetelerde gündem oldu ancak yetkililer ciddi bir durum ile karşı karşıya olduklarını düşünmüyorlardı. Dönemin Başbakan’ı Turgut Özal’a göre ortada “büyütülecek bir olay yok”tu, olan biten “basit bir eşkıyalık, bir terör olayı”ndan ibaretti. Devlet için PKK “12 Eylül kalıntısı teröristler”den ve başındaki Öcalan da “Kürt kökenli bir komünist”ten fazlası değildi. [1] “Birkaç çapulcu”, 1990’lara kadar devletin resmi söylemi olageldi. Ancak yaşananlar bu söylemi boşa çıkarıyordu. PKK bölgede etkisini artırıyor ve her geçen gün devlet güçlerine karşı daha büyük saldırılar gerçekleştiriyordu. Bu durum devletin hem politikasını hem de söylemini değiştirdi. Devlet, daha fazla güvenlik ve daha vurucu operasyonları içeren sert bir politika uygulamaya başladı. Güneydoğu politikasında inisiyatifi ele alan askerler, PKK’lileri artık “bir avuç eşkıya” olarak değil “düşman” olarak tanımlıyorlardı. [2] PKK’nin ve yandaşlarının “düşman” olarak kodlanmasıyla birlikte sorun boyut değiştirdi. TSK’ya göre Güneydoğu’daki tehdit, polisiye tedbirle halledilebilecek kriminal bir vaka olmaktan çıkmıştı. Orada “milli” bir tehdit vardı ve bu tehdit profesyonelce ele alınması icap eden gayri-nizami bir harbi gerekli kılıyordu. 1989 Ağustos ayından sonra devlet tamamen bu düşünceyle hareket etmeye başladı. Uygulanan bu güvenlikçi politika, PKK’nin kitleselleşmesi sonucunu doğurdu. Devletin -köy yakmalarla, zorunlu göçle, yargısız infazlarla ve sistematik işkenceyle- halka kan kusturması, ona karşı mücadele eden PKK’nin gücüne güç kattı. Demokratik siyaset kanallarının kapatılması ve siyasi-sivil bütün grupların tasfiye edilmesi de Kürt taleplerinin taşıyıcısı olarak ortada sadece PKK’nin kalmasına sebebiyet verdi. Bu da PKK’nin itibarını yükseltti. ‘Ulusal önder’ ve ‘terörist başı’ PKK’nin toplumsal tabanının genişlemesi ve güç kazanması, Öcalan’ın konumunu da iki yönlü olarak etkiledi. Bir taraftan Öcalan, Kürt siyasetindeki en önemli aktör haline geldi. PKK bütün kazanımları Öcalan’ın hanesine yazdı, onu bir “ulusal önder” olarak takdim etti. PKK’lilerin indinde Öcalan, salt bir örgütün lideri değildi, o halkın tamamını temsil ediyordu ve tüm bir halkın kaderi de ona bağlıydı. PKK’nin etkinlik sahası genişledikçe Öcalan’ın kült pozisyonu da tahkim ediliyordu. Diğer taraftan ise Öcalan, Türk kamuoyunun gözünde şerrin temsilcisiydi. Meydana gelen her kötülük ondan biliniyor, her ölümden o sorumlu tutuluyordu. Hiçbir insani haslete sahip olmadığı belirtiliyor, vahşi bir mahlûk olarak resmediliyordu. Türk medyası Öcalan’ın itibarsızlaştıracak görselleri tercih ediyor, akla gelebilecek en kötü sıfatları onun için kullanıyordu. O, “eli kanlı terörist”ti, “bebek katili”ydi, “terörist başı”ydı. Bu bölünmüş kamuoyları Şubat 1999’da Öcalan yakalanmasına da farklı tepki verdiler. Kürtlerin genelinde bir şaşkınlık ve belirsizlikten duyulan bir endişe vardı. PKK’liler kızgındı. Türkiye’de ve Avrupa’da nümayişler düzenliyor; bazı gençler protesto için kendini yakıyordu. Türk kamuoyuna hâkim olan duygu ise sevinçti. Bayraklarla sokağa çıkılıyor, Öcalan’ın bir an önce idam edilmesi talep ediliyor, davullar çalınıyor, kurbanlar kesiliyordu. Medyada ise –az sayıdaki sağduyulu kalemler dışında- iki duygu öne çıkıyordu. Biri, intikamdı. Hürriyet 17 Şubat 1999 tarihli nüshasının birinci sayfasına, çatışmalarda kurşunlanan bir bebeğin yanına Öcalan’ın fotoğrafını yerleştiriyor ve altına da “Rahat Uyu Bebeğim, Katilin Yakalandı” yazıyordu. Başyazar Oktay Ekşi yazısına “Şimdi Hesap Zamanı” başlığını veriyordu. 19 Şubat 1999 tarihli Sabah, iki ay yıldızlı bayrak önünde elleri kelepçeli duran Öcalan fotoğrafının yanına “Bak Apo, Bak İşte, Bu Bayrak” manşetini atıyordu. 17 Şubat 1999 tarihli Milliyet’te Güneri Civaoğlu da “Bugün büyük bayramdır. Kutlu olsun… Kanları yerde kalmayacak” diyordu. Diğeri ise zaferdi. 17 Şubat 1999’da Hürriyet “Zafer” manşetiyle çıkıyordu. Ertuğrul Özkök yazısında Öcalan’ın yakalanma anının duyurulmasını nasıl karşıladıklarını anlatıyordu: “Televizyonun etrafındayız, beklediğimiz cümle geliyor: Bölücübaşı Abdullah Öcalan Türkiye’de. Yazı işleri müdürlerimiz, bölüm şeflerimiz, yazarlarımız, muhabirlerimiz, ofis boylarımız…. Bir anda alkış kopuyor. Başbakan Ecevit’in sesi titriyor. Bizler ağlamaklıyız. Herkes birbirini tebrik ediyor. Hepimiz gururluyuz.” Emin Çölaşan “Ohhhhh! Helal Olsun” başlığıyla çıkıyordu okuyucunun karşısına: “Sinek yakalandı. Kaçmaktan yorulmuştu. Hepimiz derin bir ohhhhh çektik.” Hürriyet’in 18 Şubat 1999’daki manşeti ise “Tükeniş” oluyordu. Kar maskeli iki özel timci arasında elleri kelepçeli ve dalgın duran Öcalan fotoğrafının altına “Tükenişin fotoğrafı” başlığı döşeniyor ve büyük puntolarla da “Eşkıyalığın hazin sonu: Hizmetinize hazırım” ibareleri ekleniyordu. Sabah’ın 17 Şubat 1999’daki manşeti “Gözün Aydın Türkiye, İblis Kafeste” idi. Başyazar Güngör Mengi şöyle yazıyordu: “Çok şükür Apo yakalandı. Bize bu günleri gösteren Allah’a şükürler olsun. Şehitlerimiz müsterih olsun, devletimiz var olsun.” Milliyet “Acılardan Bayrama” manşetiyle çıkıyor ve manşetin üstüne “Türkiye’nin tarihini değiştirecek müthiş operasyon” ifadesini taşıyordu. Hasan Cemal, operasyonu “tarihi bir an, bir dönüm noktası” olarak tanımlıyor ve “mücadelede bayrağın zirveye dikilerek zaferin tescillendiğini” yazıyordu. [3] Dönüşen algılar Bugün, 15 yıl önceki bu ruh halinin büyük ölçüde değiştiğini söylemek mümkün. Bunda en mühim etken, beklenenlerin gerçekleşmemesi. Her şeyden evvel, Öcalan’ın yakalanmasıyla birlikte PKK –umulduğu gibi- büyük bir çöküş yaşamadı. Aksine varlığını devam ettirdi, zaman içinde gücünü artırdı ve sadece Türkiye’de değil bölgede siyasetinde hesaba katılan bir aktöre dönüştü. Keza yakalanıp mahkûm edilmesi Öcalan’ın liderliğine de bir halel getirmedi. Bütün itibarsızlaştırma çabalarına rağmen Öcalan hem PKK, hem de taban üzerindeki belirleyici konumunu muhafaza etti. Aradan geçen 15 yıl içinde Öcalan’ın hem devlet hem de Türk kamuoyu nezdindeki algısı değişti. Devlet açısından bunun iki nedeni var: İlki, Öcalan’ın bağımsız bir devleti içermeyen ve “Türkiyelileşme” düşüncesine yaslanan bir çözümü savunmasıdır. İkincisi ise, PKK’yi kendi çözüm çerçevesi içinde tutabilmesidir. Yani hem PKK’yi kontrol edebilme gücüne sahip olduğu, hem de tüm topluma sunulabilir bir çözüm perspektifi sunduğu için devlet Öcalan ile görüşüyor, müzakere ediyor. Eğer Öcalan, maksimalist taleplerde bulunsa veya PKK’ye sözünü geçiremeseydi, muhtemelen devlet Öcalan’la böyle bir ilişki kurmazdı. Toplumun Öcalan’a bakışını değişmesine gelince, burada da iki sebepten bahsedilebilir: Birincisi, çözüm sürecidir. Başbakan Erdoğan ile birlikte süreci başlatan iki aktörden biridir Öcalan. Ölüm oruçlarını durdurdu, ateşkes çağrısı yaptı, silahın devrinin kapandığını ilan etti. Süreci sabote etme potansiyeli taşıyan eylemlere karşı sürekli uyarılarda bulundu, Kandil’in raydan çıkmasını engelledi, sürecin süreklilik kazanmasını sağladı. Çatışmaları durduran ve ölümleri sonlandıran süreç toplumun desteğini arkasına aldı. Toplum sürecin başlamasında ve devamında Öcalan’ın çok büyük bir rolünün olduğunu teslim etti. İkincisi ise, Öcalan’ın Gezi olayları ve 17 Aralık’ta takındığı tavırdır. Öcalan ve Kürt siyaseti, burada ilkesel doğruları savundu ama kitleyi sokağa sürmedi, hükümeti iş yapamaz bir duruma getirmedi. Kendisine yapılan çağrılara siyaset dışı yollara iltifat etmedi. “AKP ile barış olmaz” diyenlere karşın süreci sürdürdü. Bu, hükümeti destekleyen muhafazakâr ve mütedeyyin toplumsal kesimlerin Öcalan’a ilişkin değerlendirmelerinde önemli bir değişim yarattı. Öcalan’ın krizden istifade etme yoluna gitmediği, ülkeyi ateşe atmadığı, sorumlu davrandığı düşüncesi yaygınlaştı. Öyle ki “İyi ki Öcalan var” diyenlerin sayısı çoğaldı. Bu algı değişimi, hem Öcalan’ın muhataplığını doğallaştırıyor ve onunla yapılan görüşmelere olan desteği büyütüyor, hem de bundan sonra yapılacak olan daha geniş çaplı düzenlemelerin toplum tarafından kabulünü kolaylaştırıyor. 15-02-2014 / Al Jazeera Turk http://www.aljazeera.com.tr/gorus/iyi-ki-ocalan-var
Serbestiyet, 17.02.2014