Bütün sosyal demokratlar, İsveç’i yapmak istedikleri şeyin prototipi olarak sundu. Hatırladığım kadarıyla, merhum Bülent Ecevit de böyle yapardı. Bu yaklaşım, günümüzde de, eskisi kadar olmasa bile, bazen boy gösteriyor. Meselâ, “sosyal demokrat liberal” olduğunu söyleyen değerli arkadaşım, Zaman gazetesi yazarı Şahin Alpay, yeri düştükçe İsveç tipi bir sistem istediğini yazar ve söyler. Yaygın biçimde beğenilmesine ve örnek alınıp gösterilmesine rağmen İsveç’le ilgili anlatımlar genellikle yüzeyseldir, derinlemesine tahlillere ve geniş bilgiye dayanmaz. Bunlarda temenniler ve dilekler olguların ve bilimsel bilginin yerine konur. Geçen ay, İsveç hakkında ilginç bir rapor yayımlandı. Nina Sanandaji tarafından hazırlanan ve Londra’da yerleşik Institute of Economic Affairs (iea.org) tarafından açıklanan bu rapor İsveç hakkında ilginç ve aydınlatıcı bilgiler veriyor. Bunlara göz atarsak İsveç’teki durumu daha iyi anlayabiliriz.
“İsveç modeli” çok defa kapitalizm ve sosyalizm arasında yer alan, kendi başına, müstakil bir yol olarak sunulur. Bu bakışa göre, toplumlar kapitalizmin ve sosyalizmin dışında bir üçüncü sistem tercihi yaparak zenginleşebilir ve adâleti gerçekleştirebilir. Devletin başat aktör olduğu bu modelde, devlet hem hızlı ekonomik büyümeyi sağlar hem de bütün vatandaşların temel ihtiyaçlarını karşılayarak fakirlikle ve vergilemeye dayalı yeniden dağıtımla, eşitsizlikle mücadele edebilir. İsveç bunu yapabildiğine göre, başka ülkelerin de yapması mümkündür. Bu çerçevede, İsveç tecrübesinden alınacak çok ders vardır.
Bahsettiğim rapor bu görüşleri önemli ölçüde çürütüyor. Meraklılara raporun tümünü okumalarını tavsiye edip, ana noktaları özetlemekle yetineceğim. Raporun işaret ettiği en önemli gerçek, bir üçüncü yolun veya “sosyal devlet” (yahut “refah devleti”) diye kapitalizme ve sosyalizme alternatif çıkabilecek bir modelin olmadığı. İsveç sosyal demokrasiyle, iri-büyük devlet ve geniş refah harcamalarıyla zengin olmadı. Tam da tersine, geç on dokuzuncu ve erken yirminci yüzyılda piyasacı ekonomi politikalarını benimseyerek gelişti. Mülkiyet hakları, serbest piyasalar ve çok sayıda iyi eğitimli müteşebbis ve mühendisin tesiriyle İsveç’te ülkenin daha önceki tarihinde örneği görülmemiş çapta bir ekonomik büyümeyi gerçekleştirmeye elverişli bir ortam doğdu. Ekonomik liberalizasyondan sonraki yüzyıl içinde ülke büyük bir ekonomik gelişme yaşadı. IKEA, Volvo, Tetra Pak, Ericsson ve Alfa Laval gibi meşhur İsveç firmaları bu dönemde kuruldu ve müteşebbise dostça bakan ekonomik reformlardan ve düşük vergilerden yararlandı. Başlangıçta sosyal demokratlar da bu politikalara sadık kaldı. 1870-1936 arasında İsveç sanayileşmiş dünyada en yüksek büyüme oranına sahipti. 1936- 2008 arasında ise 28 sanayileşmiş ülke arasında ancak 18. sıradaydı.
YENİ RAPORLAR ÇÜRÜYEN KABULLER
İsveç’in ekonomik büyümesine toplumsal kültür de yardımcı oldu. İnsanların birbirine yüksek güven duyması, sosyal sürtüşmeleri azaltan nispeten homojen bir nüfus, işe sadakati ve sıkı çalışmayı teşvik eden kuvvetli bir iş ahlâkı bu kültürün başlıca unsurlarıydı. Bu faktörler göçmen olan İsveçlilerin de bulundukları yerlerde başarılı olmasına katkı sağladı. On dokuzuncu asırda ABD’ye göç eden İsveçliler de, ABD’nin daha az yoğun refah devletine rağmen, daha az işsizlik oranına ve, ilginçtir, İsveç’teki akrabalarından yüzde 50 daha yüksek gelire sahiptir.
Kısaca, İsveç geniş refah devletini kurmadan önce, piyasa ekonomisi ve uygun kültürel vasıflar sayesinde zenginleşmişti. 1950’de İsveç vergi varidatı GSYİH’nın yalnızca yüzde 21’iydi. İri devlete ve yüksel vergilere geçiş, sonraki otuz yıl içinde vuku buldu ve vergiler her yıl GDP’nin yüzde 1’i oranında arttı. Devletin hızlı büyümesi, özellikle 1960’lar ve 1970’lerde İsveç’in nispî ekonomik performansında bir düşmeye yol açtı. 1975’te İsveç kişi başına GSYİH’da 4. en zengin sanayileşmiş ülkeydi. 1993’te 14.’lüğe düştü. İrileşen devlet, teşebbüs üzerinde yıkıcı bir etki yaptı. 1970’ten sonra yeni firma kurmalar çok azaldı. İlginç bir bilgi, İsveç’te 2004’te en yüksek gelire sahip 100 firmanın yalnızca ikisi 1970’ten sonra kuruldu, 1913’ten önce kurulanların sayısı ise 21’di. İsveç’te yüksek seviyede eşitlik eğilimleri, yaygın bir refah devletinin kurulmasından önce de mevcuttu. Yani eşitlik, refah devletinin sonucu değildi. Buna karşılık, refah devleti çeşitli sosyal problemlere yol açtı. Belki de en önemlisi, belli gruplar arasında doğan, devlete yüksek seviyede bağımlılıktı.
Erken 1990’lardaki ekonomik kriz ve refah ödemelerinin ülkenin ekonomik gücü tarafından karşılanamayacak seviyelere çıkması İsveç’i, sosyal devleti küçültmeye zorladı. İsveç hükümetleri bu doğrultuda adım atmak mecburiyetinde kaldı ve eğitim, sağlık bakımı, emeklilik gibi alanlarda piyasa reformları yaptı. Bu sayede İsveç’te, uluslararası indekslerin gösterdiği üzere, ekonomik özgürlük arttı. Aynı dönemde ekonomik özgürlük ABD ve İngiltere’de geriledi. Bugün İsveç sanayisinin yüzde 95’inden fazlası özel ellerdedir. Tartışması en çok ABD’de yapılan “eğitim çeki” (voucher) sistemini dünyada en yaygın biçimde uygulayan ülke İsveç’tir. Yanına başkaları da eklenebilecek İsveç tecrübesinden çıkarılacak dersler bellidir. Müstakil bir sistem olarak “sosyal devlet” veya “refah devleti” adı verilebilecek bir yol yoktur. Sosyal devlet piyasanın yarattığı zenginliğin uygulanma imkânı verdiği bir devlet-hükümet politikasıdır. Tabiri caizse, tavuk piyasa ekonomisiyse, yumurta sosyal devlettir. Piyasa ekonomisi sıhhatte olduğu ve yüksek ekonomik büyüme gerçekleştiği sürece hükümetler yaratılan zenginliğin bir bölümüne el koyup onu ekonomi dışı değer ve amaçlarla dağıtabilir. Ancak, eşitlik ve sosyallik adına piyasa ekonomisi budanırsa, toplumun zenginlik üretme potansiyeli ve dolayısıyla devletin dağıtabileceği zenginlik miktarı kaçınılmaz olarak azalır. Buna bir de çalışan-emekli dengesinin bozulması ve refah ödemelerinin abartılması eklenirse, sistem altından kalkamayacağı bir yükle karşılaşır ve eninde sonunda sosyal devletin veya refah devletinin küçültülmesi gerekir. Şimdi bütün dünyada vuku bulmakta olan bu olay bazılarının sandığı gibi ne bir emperyalist sermaye merkezinin dayatmasıdır ne de politikacıların yapmayı sevdiği, yapmak için can attığı bir şeydir. Sadece, şartların değişmesinin ortaya çıkardığı bir mecburiyettir.
Zaman, 02.11.2012