İsrail’e Yaptırım Uygulanmalıdır

Hamas’ın Aksa Tufanı operasyonunu başlatmasının ardından İsrail’in hedef gözetmeyen hava bombardımanlarıyla başlayan katliamlarının üzerinden beş aydan fazla bir süre geçti. Hayatını kaybedenlerin sayısı 31 bini yaralananların sayısı ise 71 bini geçmiş durumda.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, İsrail’in sivillere yönelik hava bombardımanı ve açık soykırımcı söylemine rağmen, verdiği ilk tepkilerde tarafları itidale davet etti ve 15 Kasım’da İsrail’in bir terör devleti olduğunu söyleyene kadar uzun süre görece sessiz denebilecek bir politika izledi. Elbette ki ateşkes sağlanması amacıyla bölgedeki ve bölge dışındaki devlet başkanlarıyla telefon görüşmeleri yaptığı haberleri kamuoyuna yansıyordu fakat 15 Kasım’a kadar sert bir çıkışı olmadı.
Bu tutum muhtemelen Türkiye’nin oynayabileceği arabuluculuk rolünden kaynaklanıyordu,  ama açıkça hatalıydı. 15 Kasım itibariyle 4 bin 650’si çocuk, 3 bin 145’i kadın olmak üzere 11 bin 320 kişi hayatını kaybetmişti ve İsrail otoriteleri soykırımcı bir söylem geliştirip bunu uygulamaya koymuş görünüyordu. Örneğin İsrail Savunma Bakanı 9 Ekim’de Gazze’ye su bile girmeyeceğini, orada “insansı hayvanlarla” savaşmakta olduğunu söyledi. Bu soykırımcı niyetin önemli bir tezahürüydü çünkü Gazzelilere insan dışı bir varlık muamelesi ederek onları en temel haklardan bile mahrum tutabileceklerini ima ediyordu. Benzer şekilde İsrail Cumhurbaşkanı Herzog 12 Ekim’de 7 Ekim’deki saldırıdan Filistinlilerin bir ulus olarak sorumlu olduklarını ifade ediyordu. Bu ifadeler Uluslararası Adalet Divanı’nın vermiş olduğu geçici tedbir kararında soykırım niyetinin delili olarak değerlendirilmiştir.
Dolayısıyla böyle bir durum ve söylem karşısında “itidal” daveti uygun olmamıştır. Türkiye ile diplomatik ilişkileri yeni yeni düzelen İsrail’in arabuluculuk konusunda Türkiye’ye güvenmesini beklemek zaten zor iken, bu itidal söylemi Hamas’ın arabuluculuk için neden Türkiye dışı aktörleri tercih ettiğini de açıklıyor olabilir.
Bu durum, yani arabuluculuk rolü oynamanın mümkün olmadığı görülmüş olacak ki 15 Kasım’daki çıkışıyla birlikte Cumhurbaşkanı Erdoğan söylemini sertleştirdi ve İsrail’in insanlık dışı eylemlerini her fırsatta dile getirmeye başladı. Cumhurbaşkanı, Gazze’de İsrail tarafından gerçekleştirilen katliamları soykırım olarak niteledi. Nihayet 26 Ocak 2024’te Uluslararası Adalet Divanı da soykırımın önlenmesi için bütün tedbirlerin alınmasını emreden bir geçici tedbir kararı aldı. Henüz nihaî karar verilmemişse de Uluslararası Adalet Divanı’nın geçici tedbir kararı, soykırım riskine dair ciddi deliller olduğu anlamına gelmektedir ve nihai karar da büyük ihtimalle İsrail’in soykırım işlediği ya da en azından soykırımı önleme yükümlülüğüne aykırı hareket ettiği şeklinde olacaktır.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın en yüksek perdeden İsrail’i lanetlemesi, İsrail’in terör devleti olduğunu söylemesi son derece doğrudur. Fakat katliamları Türkiye’nin soykırım olarak nitelemesi, Uluslararası Adalet Divanı’nın ise ciddi soykırım riski karşısında (şimdilik) geçici tedbirlere hükmetmesi karşısında sözlü kınamalar yeterli değildir. Uluslararası toplum ve elbette Türkiye, soykırımın önlenmesi için gerekli somut yaptırımları hayata geçirmek zorundadır.
Eğer uluslararası toplum harekete geçemiyorsa Türkiye, bölgeyle olan tarihî ve dinî bağlarını da göz önünde bulundurarak gücü dahilindeki yaptırımları uygulamalıdır. Arap devletlerinin de bu konuda harekete geçmemesi “onlar yapmıyor bize ne” gibi bir sonuca bizi götüremez. Belki de Türkiye’nin bu konuda somut bir adım atması Arap devletlerinin de harekete geçmesini sağlayacak kıvılcımı oluşturacaktır.
Soykırım karşısında yaptırım uygulamak ve soykırım uygulayan bir devleti meşru bir aktör olarak tanımamak, soykırım suçunun mağduru hangi halk olursa olsun, ahlâkî bir yükümlülüktür. Bir kişi öldürülürken durup izlemek ya da sadece sert biçimde kınamak ahlâken savunulamaz bir tutumdur. Aynı şekilde, bir halk yok edilirken de ne kadar sert olursa olsun sadece sözlü kınama ya da lanetleme ifadeleri yeterli değildir. Bütün devletler, üzerine düşen ve gücü dahilinde olan yaptırımları uygulama yükümlülüğü altındadır.
Bu çerçevede diplomatik ilişkileri kesme, İsrail’den kalkan ve İsrail’e giden uçakların Türkiye hava sahasını kullanmasını yasaklama, İsrail’le ticarî antlaşmaları askıya alma ve ticareti sonlandırma gibi yaptırımlar gücümüz dahilinde soykırımın durdurulmasını sağlamaya elverişli olması bakımından değerlendirilmeli ve uygulanmalıdır. Gazzeli gazeteci, aydın ve önderlerin İsraille ticaretin kesilmesi yönünde önemli çağrıları bulunmaktadır. Gerçekten de ticaretin durdurulması ve böylece İsrail’de günlük hayatın etkilenmesi İsrail üzerinde önemli bir baskı oluşturabilecek bir yaptırım olabilir. İsrail 5 aydır Türkiye’den ve uluslararası toplumdan hiçbir yaptırım görmemenin verdiği cesaretle eylemlerini arttırarak devam ettirebilmektedir. Bir adım atılarak buna son verilmesi gerekir.

Bu Yazıyı Paylaşın

BU YAZARIN DİĞER YAZILARI

YAZAR PROFİLİ

SON YAZILAR

bizi takip edin
sosyal medya hesaplarımız

0BeğenenlerBeğen
0TakipçilerTakip Et
1,714TakipçilerTakip Et