KUDÜS
Bu bayramın ilk gününü Hac gereğince Mescid-i Haram’da değil, ama bir konferans gereğince Mescid-i Aksa’da geçirdim. Tel Aviv Üniversitesi’nin davetlisi olarak İsrail’e gelmişken, sadece “laik” Tel Aviv’i görmekle yetinemez, kutsal Kudüs’ü ihmal edemezdim.
Kubbet-üs Sahra muhteşem, Hz. Ömer camii kalabalık, Kudüs’ün Arap sokakları her şeye rağmen canlıydı.
Beni buraya getiren ise, Tel Aviv Üniversitesi bünyesinde kurulmuş ve İsrail’deki Türkiye uzmanlarını buluşturan “Türkiye Kulübü” adlı çalışma grubuydu. Benden hem İslam ve özgürlük konusunda yeni yayınlanan İngilizce kitabımı hem de “Türkiye’deki siyasi durum”u dinlemek istemişlerdi.
Üniversitedeki toplantıda bunları anlatırken, muhataplarımın Türkiye konusundaki bilgisinden etkilendim. Salonda, iyi Türkçe ve Osmanlıca bilen, Osmanlı tarihi üzerine akademik kitapları bulunan en az bir düzine İsrailli vardı. (Cumhuriyet Türkiyesi Osmanlı’yı ve Osmanlıca’yı unutmak için elinden gelen her şeyi yapmışken, İsrail’in bu alanda bu kadar uzman yetiştirmiş olması, bizim “çağdaşlık” hikayemizin çarpıklığı hakkında bir şeyler söylüyor sanırım.)
Arap Baharı ve İsrail
Söyleştiğim akademisyenlerden biri, Osmanlı geçmişinin İsrail için çok önemli olduğunu, “millet sistemi”nin izlerinin burada halen yaşadığını, zaten Ahmet Cevdet Paşa’nın Mecellesi’nin de 80’li yıllara dek İsrail hukuk sisteminin bir parçası olduğunu hatırlattı. Türkiye ile İsrail ilişkilerinin bu kadar bozulmuş olmasına üzüldüğünü de ekledi.
Burada böyle düşünen epey insan var ve bunlar, tahmin edebileceğiniz gibi, “ılımlı” kanadı oluşturuyor. Buna karşılık Yeni Türkiye’yi düşman belleyen çok sayıda İsrailli de var. Bu ikinci kanat, Batı Şeria ve Doğu Kudüs’teki işgalin devamını isteyen ve yeni yerleşim birimleri inşasını savunan “sağcılar”. Bazıları koyu dindar, bazıları ise, bizdeki tabirle, “laik ulusalcı.”
Bir başka İsrailli akademisyene “burada Arap Baharı’na nasıl bakılıyor” diye sordum. “Araplar’la barışın mümkün olduğuna inananlar ihtiyatlı ama olumlu bakıyor” diye cevap verdi. “Ama diğer kesim İslamcılar’ı iktidara getirecek vahim bir süreç olarak görüyor Arap devrimlerini” diye de ekledi. (İçimden, “evet, bizde de CHP öyle görüyor” dedim.)
İsrail’deki bu farklı tonları görmek lazım. Yahudi Devleti’nin Araplar karşısında süregiden üstünlüğünün, komplo teorilerimizdeki fantezilerden değil, bilgiye ve teknolojiye yaptığı yatırımdan kaynaklandığını da görmek lazım.
Tanımak ya da tanımamak
İsrail’in gücünün bir diğer sırrı da, işgal altındaki Araplar’ı “apartheid” altında yaşatmasına karşın, kendi içinde kurmuş olduğu çoğulcu demokrasi. Burada ateist Yahudilerden düpedüz “Ortaçağ hayatı” süren koyu Ortodokslara kadar her türlü birey ve cemaat kendi istediği gibi yaşıyor. Koyu Ortodokslar arasında, laik bir proje olan siyonizmi reddeden ve İsrail devletini tanımayanlar var. Bunlar “kafir” İsrail devletine vergi ödemiyor, “haram” saydıkları için devletin elektriğini bile kullanmıyorlar.
Devlet ise, kendisini tanımayan bu dini grupların var olma hakkını tanıyor; iki taraf arasında “birbirine karışmama” uzlaşısı sağlanmış.
Aynı şeyin Türkiye’de olduğunu, “TC devletini tanımadıklarını” söyleyecek grupların devlet tarafından hoşgörüyle karşılandığını düşünebiliyor musunuz?
Ya da hemen her tabelası İbranice ve Arapça olan İsrail’deki gibi “çift dilli” bir düzen benimsediğimizi, en azından bazı bölgelerde Türkçe ve Kürtçe tabelalar kullandığımızı?
Star, 09.11.2011