İsrail şimdiden kaybetti; şiddet, hukuksuzluk ve vicdansızlık kazanamaz çünkü. Kazanmak için ‘İsrail gibi’ olmamak, onun yöntemlerini kullanmamak şart. Savaş mutlaka kaçınılması gereken bir senaryo. Sözünü etmek bile çılgınlık.
Türkiye’yi AB’ye sokmak için çabalayan bir hükümetin ‘savaş’a sokması düşünülemez. Ülke hızla sivilleşirken, demokratikleşirken, özgürleşirken savaş, bütün bu süreçleri geri çevirecek bir haldir. Demokratik kurumları, değerleri ve süreçleri savaşa, savaşın yaratacağı militarizme kurban veremeyiz. İçeride ve dışarıda bazı çevrelerin böyle bir sonucu yaratmak üzere Türkiye’yi provoke etmek istemeleri bile ihtimal dahilindedir.
Başka seçenekler var kullanılması gereken. En önemlisi de Türkiye’nin son yıllarda yürüttüğü barış kurucu, işbirliğine dayalı, bölgesel uzlaşmazlıkları çözücü politikalarına devam etmesi; İsrail’i işbirliği halkasının dışında tutarak onu kendi yalnızlığına mahkum etmesidir. Ama her durumda atılması gereken iki spesifik adım var: Birincisi, İsrail’le imzalanan askerî işbirliği anlaşmalarının iptali, İsrail’in TSK ile bağlarının kesilmesi. Buna bağlı olarak ikincisi de savunma sanayiinde İsrail’e ihtiyacı ortadan kaldıracak uzun vadeli bir strateji kararının verilmesi.
‘Barışa evet’ diyen bir İsrail’le ilişkilerin normalleşeceği de sürekli vurgulanmalı. Zaten İsrail’in temel sorunu, barışa yanaşmaması. Bu yüzden son yıllarda Türkiye’nin yürüttüğü ‘barış, işbirliği ve uzlaşı’ siyaseti tarafından kuşatıldıkları endişesini taşıyorlar. Türkiye’nin bölgede yükselen profili, bunun yarattığı saygınlık ve etkinlikle bölgesel sorunlara müdahil olan dış politikası İsrail için kaygı verici. İsrail’in şiddet uygulamak suretiyle yarattığı güçle kıyaslanamayacak bir ‘yumuşak güç’ yarattı Türkiye bölgede. Bunun özünde de demokratik istikrar, ekonomik kalkınma ve diplomatik müzakere yeteneği yatıyor.
Türkiye’nin yumuşak gücü son yıllarda İsrail’i kuşatıyor, bölgede şiddet kullanmasını zorlaştırıyor; Lübnan’da, Batı Şeria’da, Gazze’de İsrail’i istediğini yapabilir bir ülke olmaktan çıkartıyor. Kısaca Türkiye, demokratikleşmesi, ekonomik kalkınması ve AB üyelik perspektifi için bölgesel barış ve istikrarı kurucu ve derinleştirici hamleler yaptıkça İsrail rahatsız oluyor.
Tepki olarak da Türkiye’yi bölgede etkisizleştirecek, Batı’dan dışlanmasıyla sonuçlanacak senaryolar yürütüyor. Yardım gemilerine yönelik saldırı tam da böyle bir girişim.
Türkiye’yi son yıllarda bir türlü doğru okuyamayan İsrail, sorunu AK Parti’den ibaret görüyor. ‘Yeni Türkiye politikası’nın toplumsal ve ekonomik paydaşlarının farkında değil. Dolayısıyla tek dertleri Erdoğan hükümetinden ‘kurtulmak’. Bu hedefin bir uzantısı olarak da ‘AK Parti gitmeden işler düzelmez’ havasını yaymaya çalışıyorlar bir süreden beri.
Sonuçta manzara şu: İsrail hükümeti, Yahudi lobisinin radikal kanadı ve Washington’daki ‘neo-con’lar Erdoğan hükümetini devirmek için ellerinden geleni yapıyorlar, yapacaklar. Baksanıza Dışişleri Bakanı Lieberman geniş bir yelpazeye göz kırpıyor; “Türkler, Osmanlı İmparatorluğu’nu yeniden tesis etmek ve laik mirası tümüyle gömmek istiyorlar” demek suretiyle Türkiye’de, bölgede ve dünyada AK Parti’ye karşı müttefikler arıyor. Bölge ülkelerini neo-Osmanlılıkla, bazı yerli unsurları da laiklikle tahrik etmeye çabalıyor.
Bu çabalar yeni değil. Bir süredir hükümeti içte ve dışta zayıflatmak, sonunda da tasfiye etmek amacıyla Türkiye demokrasisini feda etmeye hazır girişimlerin yürütüldüğü biliniyor. İsrail ‘AK Parti’yi bitirme operasyonu’nda yerli taşeron bulmakta bir sıkıntı çekmiyor. Bir süredir bir medya grubu, bir sermaye çevresi ve onun örgütü özellikle Washington’da İsrail lobisi ve ‘neo-con’larla derin bir işbirliği içindeler. ‘AK Parti’den kurtulalım, Ergenekoncuları kurtaralım, bu arada biz de kurtulalım’ formülü bazı çevreler için cezbedici.
Ama nereye kadar? Türkiye siyaseti ve halkı böylesi dışsal projelerle ‘tanzim’ edilemeyecek kadar karmaşık ve özerk. Ayrıca bu projenin yerli taşeronlarına da bir uyarı; İsrail lobisiyle çalışmak ‘ölüm öpücüğü’dür, tavsiye edilmez!
Zaman, 08.06.2010