“Kürt Açılımı” ifadesindeki Kürt lafının döndürüle dolaştırıla yok edilişini anlayışla karşılamaya çalıştım önce; hadi önemsemeyeyim, demokrasinin önü açılsın da hangi isimle açılırsa açılsın dedim. Kendim aynen ilk başta konduğu adı kullanmaya, yani Kürt Açılımı demeye devam ettim ama girişilen sulandırmaya da sesimi çıkarmadım.
Ben haberi atlamışım, geçenlerde Kürşat Bumin’in yazısından öğrendim. YÖK Artuklu Üniversitesi’nde açılışı beklenen “Kürt Dili ve Edebiyatı” bölümü ve enstitüsünün adını “Yaşayan Diller Enstitüsü”ne dönüştüren bir karar almış. Kararda Kürt Dili ve Edebiyatı Bölümü’nün -hatta bu disipline ilişkin bir “anabilim dalı”nın- açılmasına izin vermemesinin gerekçesi olarak, yeterli sayıda öğretim üyesinin bulunmamasını gösteriyormuş.
Mardin Artuklu Üniversitesi Rektörü Server Bedii Omay YÖK’ün bu kararına karşı oturaklı bir itiraz yazısı yazmış. “Gerek şu an üniversite bünyesinde bulunan, gerekse yurtdışındaki üniversitelerden gelecek olan öğretim üyeleri ile Mardin Artuklu Üniversitesi Kürt dili ve edebiyatı alanında lisans ve yüksek lisans eğitimini vermeye hazır” demiş.
Server Bedii Bey’i bu yaz bir sempozyum için Mardin’e gittiğimde tanıdım. Bana Özal’ın ilk yıllarındaki halini hatırlatan, enerjik, iyimser, heyecanlı bir adam. “Mardin’i, Kuzey Mezopotamya’nın en önemli kültür havzası haline getirme perspektifiyle çalışıyoruz” diyor ve siz onu dinlerken bunu yapabilecek heyecana ve dinamizme sahip olduğunu görüyorsunuz. Bedii Bey, tanıştığımız sırada, Fen-Edebiyat Fakültesi’ne bağlı bir Kürt Dili ve Edebiyatı Bölümü kurmak için gerekli başvuruyu yapmış, kadrosunu kurmuş, ders planını oluşturmuş, start için kulağı Ankara’da bekliyordu. Daha sonraki hedefi ise üniversiteye bağlı bir Kürt Enstitüsü oluşturmaktı.
Onun YÖK’ün bu kararıyla nasıl büyük bir hayal kırıklığına uğradığını tahmin edebiliyorum. Ama kolay kolay pes etmeyeceğini de…
Dolayısıyla, biz gelelim asıl meselemize:
Yani hâlâ bu kadar tecrübeden sonra; bunca iddialı bir şekilde Cumhuriyet tarihimizin en tıkanmış sorununun kilidini açmaya karar verdikten sonra, Kürt lafını hâlâ ağza alamamamıza… Açılıma Kürt Açılımı, Kürt Enstitüsü’ne Kürt Enstitüsü dememek için bin dereden su getirmemize…
Hani neredeyse, Kürt yerine “ismi lazım değil” diyecekler…
Oysa tam da ismi lazım!
Eğer açılım yapılacaksa, işe on yıllardır ağzımıza alamadığımız o ismi dolu dolu telaffuz ederek başlamak lazım.
Psikiyatride Davranışçı Ekol diye bir ekol vardır. Bu ekol, psikolojik sorunların tedavisinde doğrudan sorunun üstüne üstüne gitmeyi savunur. Yükseklik fobisi olanı gökdelenin tepesine çıkarıp kenarına kadar getirir mesela. Böcek fobisi olanın avucuna böcek almasını öğütler.
Artık Kürt fobisi olanların da böyle bir tedaviye geçmesi lazım galiba… Bu fobileriyle yüzleşmek için yüz kere, bin kere, Kürt halkı, Kürt dili, Kürt kültürü, Kürt partisi, Kürt siyaseti, Kürt bölgesi, Kürt müziği, Kürt yemeği diye bağırması lazım belki de.
Şu anda yaşamayan ünlü bir diplomat-gazeteci yıllar önce bir tartışmamızda “Bu devleti ve orduyu ancak anestezi altında değiştirebilirsiniz! Eğer iş yapmak istiyorsanız, pek de adını koymadan, sessiz sedasız yapmak lazım” demişti.
Erdoğan’ın “hazmettire hazmettire” dediği de bu mu acaba? Kürt lafını ağzına almadan; mümkünse Meclis’te gizli oturumlar yaparak, hiç kimseyi ürkütmeden, en şoven fikirlerle bile yüzleşmeden; “işi” sessiz sedasız kotarmayı mı umuyor?
Eğer buysa, kusura bakmasın ama sonunda bir bakar ki, kendisi bu konuda bir şey yapamamayı hazmetmiş!
Türkiye’de yazar çizerlerin, politikacıların, yıllar yılı Kürtler’i adlı adınca anmamak için buldukları sözde çözümler -Güneydoğu halkı, Güneydoğu’da yaşayan vatandaşlarımız ve benzeri ifadeler kullanılması- ne devletin ne de Türk milliyetçisi kamuoyunun Kürt realitesini yavaş yavaş hazmetmesi diye bir sonuç vermedi.
Kürt sorunu, statükocuların bir gaflet anından yararlanılarak, devlet içindeki direnişçiler “uyutularak”, milliyetçi kamuoyu “ketenpereye” getirilerek çözülemez. Bu sorunun çözümü sancılı olmak zorundadır. Fobilerle mücadele edile edile; takıntılarla yüzleşe yüzleşe, şoven milliyetçilikle açık ideolojik mücadele verile verile ilerlemek zorundadır.
Ancak böyle yürürse; toplumsal bilinçte bir ilerlemeye yol açar ve ancak o zaman hem Kürtler hem de Türkler için geri alınamaz bir kazanç haline dönüşür.
Bugün, 27.09.2009