IŞID, Taliban, El Kaide mevcut din yorumlarının ürünüdür. Paris Katliamı da bunun sonucudur, o halde mevcut din anlayışında bir reform gerekli midir?
Son yıllarda , bir çok ilahiyat uzmanı akademisyen, geleneksel din anlayışının, “gerçek ve Kuran’a dayalı İslam’la” ilgisi olmadığına dikkat çekiyor. Ezber bozan bu çıkışlar, yerleşik İslamî anlayışı sarsarken; bu düzenden nemalanan siyasî ve sosyal çevreler de sarsılıyor. Bunu durdurmak için, Kuran’ı ana eksen alan yorum sahiplerini itibarsızlaştırma, karalama kampanyası başlatıyorlar.
İnsan bu, “iktidarını” kaybetmek istemiyor. Yeni şeyler öğrenmek ve uygulamak zor geliyor.
Yerleşik anlayış sorgulanırken, ipin ucunun kaçacağı savları ileri sürülüyor. Müslümanların emperyalistlerce geri bırakıldığı, dinin gelişmeye ve bilme karşı olmadığını söylüyorlar.
Sorgulama yaparken “ipin ucu kime dokunacak” diye bakılmamalı. Dokunması gereken yerler neresiyse oraya kadar gitmeli. Zaten hep hataları ört bas ederek bu günlere gelmedik mi? Cemaatler ve siyasî ideoloji mensupları arasından birileri ya da grubu hata yaptığında da, “aman, bizimkiler bunlar, bize ve davaya zarar gelir” refleksiyle hareket ederek, yanlışları ört bas etmiyor muyuz? Peki dinde bunun karşılığı var mı? Yok. O halde kim yanlış yaparsa eleştirilmeli. Müslümanım diyenlerinde İslamî olmayan her davranışı eleştirilmelidir. Dokunacağız başka türlü kabukları kıramayacağız. Din adına yapılan yanlış davranışları eleştirmek, dini eleştirmek değildir.
İkincisi, din kalkınma ilişkisi. Gerçek İslam, bilim ve kalkınmayı teşvik eder. Saltanat ve mikro iktidar aracı olan din ise itaati arzular. Sorgulama istemez. Yönetimlerin işine gelmez. Hristiyanlık, 400 İncil’den, İznik konsülüyle 4’e ve oradan reform ve Rönesans ile aydınlığa ve bilme kapı açtı. Dinin siyasî ve ekonomik hayati belirleme yetkisi elinden alındı.
Bizdeki öğretilen İslam’la bilim üretmek gerçekleşmiyor. Endülüs Emevi medeniyetinden sonra; insanlığa çığır açan önemli hiç bir yenilik ve buluşta Müslümanların katkısı yoktur. Bunun nedenini araştırmak Müslümanların boynunun borcudur.
Emperyalistlerin Müslüman ülkelerini geri bıraktığı tezi de temelsizdir. Bu tembellik ve geriliğimize bulduğumuz bir gerekçedir. Sen kendin olamıyor, kişilikli davranamıyorsan, her zaman birileri gelir, çıkarı için seni manipüle eder. Sen “adam ol”, dik dur ve içine karışılmasına müsaade etme. Emperyalist devletler, ürettikleri kültür ve malları, hep pazarlayıp satmak isterler. Ekonomileri böyle döner. Senin fakir olman onların işine gelmez aslında. Enerji kaynaklarının kullanımı açısından, Müslümanların despotik yönetilmesine ses çıkarmaz. Bura da çifte standartlılar. Eee bizler sorgulamadıkça;” neye layıksak öyle yönetiliyoruz”
Neticede, din adına; başka Müslümanlar katlediliyor, kadının araba kullanması, evden çıkması bazı yerlerde yasaklanıyorsa; bilim ve teknoloji, uzayda koloni kurmayı, ışınlanmayı çalışıyorken, sen “bak bunlardan Kur’an’da bahsediliyor” demekten başka bir şeyler üretemiyorsan, GİTTİĞİN YOLU SORGULA! Hem Kur’an hep :”… akl etmez misiniz?…” Diye bizi düşünmeye sevk etmiyor mu? İlk emri OKU değil mi? Peygamberimiz: “İlim Çin’de de olsa gidip alın” demiyor mu? İlim; düşünmek, akıl yürütmek, sorgulama olmadan nasıl üretilecek? İlim de sınır sansür kutsallık maskesi olamaz. Gerçek İslam, ilim ve aşkla yaratılan Evren ve müştemilatının Cenab-ı Allah’ın sıfatlarının yansıması olarak görür. Binaenaleyh, neden korkuyoruz? Her araştırma ve sorgulama zaten mükemmel olan, o ilahi nizama götürür bizi. Tabuları olanlar, bence, kendi sığındıkları karton kulelerin yıkılmasından korkuyorlar.
Şiddeti, İslam adına mubah gören IŞID benzeri zihniyetler, bizim kendi içimizden çıkmaktadır. Bölge de hesabı olanlar da, bu örgütler üzerinden planlarını gerçekleştirme peşindeler. Tamamen onları suçlamak mantıksız ve kendiyle yüzleşmekten kaçıştır. İslam dünyasının bir reforma, Rönesans’a ihtiyacı vardır. Gerçek bir laiklik merkezinde, tam demokratik, evrensel insan haklarına dayalı sivil yönetimlere kavuşmaları elzemdir.