2011 genel seçimlerinden önce Türkiye’de siyasi hayata açıktan bir müdahale yapıldı. Özel hayatın gizliliğini ihlal eden birtakım videolar internette paylaşıma sunuldu. Kimin tarafından yapıldığı halen esrarını koruyan bu videolar siyasette deprem etkisi yarattı ve iki muhalefet partisinde geniş çaplı bir değişime sebebiyet verdi. CHP’de genel başkan koltuğunu kaybetti ve parti yönetimi baştan aşağıya yenilendi. MHP’de ise aralarında genel başkan yardımcılarının da bulunduğu çok sayıda isim siyasetten tasfiye oldu. Türkiye’de siyaseti kendisine yönelmiş bu müdahaleye gerekli tepkiyi gösteremedi. İlkesel bir duruş sergilenmedi, siyasi çıkar gözleri kararttığından etik kaideler pas geçildi. Bu noktada özellikle Başbakan Erdoğan’ın tavırları üzerinde durulmalı. Zira Erdoğan, o videoları seçim propagandasının ana malzemelerinden biri yaptı ve bunun üzerinden ha bire muhalefete yüklendi. Meydanlarda bu videolara sıklıkla atıfta bulundu, bunların özel hayatı ilgilendirmediğini ve genel bir nitelik taşıdığını vurguladı. Kendilerinin hizmet için çalışırken muhalefetin “başka işler” ile meşgul olduğunu belirtti. Erdoğan, Oysa burada ciddi bir tehlike vardı: Faili meçhul videolarla sonuç alınması, aslında bütün siyasi partileri bu tehlikeye açık hale getiriyordu. Bugün CHP ve MHP için yapılan, yarın bir başka parti için de aynı şekilde sahneye konabilirdi. Bir siyasetçinin rakibine zarar veriyor diye buna itibar etmesi, gelecekte kendisine karşı da aynı silahın kullanılmasına davetiye çıkarması anlamına geliyordu. Nitekim öyle oldu. 17 Aralık’tan sonra bu kez AKP’yi hedefe koyan videolar sökün etmeye başladı. AKP bu atağı göğüslemek için birtakım idari ve hukuki hamleler yaptı. İnternet kullanımında değişiklikler öngören yasa değişikliği de bunlardan biri. Gerçi AKP, bu değişikliğin 17 Aralık ile bir ilgisinin olmadığını ve bu konudaki çalışmaların iki yıllık bir geçmişi olduğunu söylüyor. Ancak bu, çok ikna edici görünmüyor. İnternete sızdırılan dinlemelerin hükümet üzerinde muharrik bir etkisi olduğu yadsınamaz. Dolayısıyla hükümetin internete bu denli motive olması 17 Aralık’tan bağımsız düşünülemez. ‘Sansür yasası’ İnternet değişikliği Meclis’ten geçti ve Cumhurbaşkanı tarafından da onaylandı. Yasaya ilişkin kamuoyunda ise iki taraflı bir tartışma yürüdü/yürüyor. Yasayı bütünlüklü olarak ele alıp artılarını ve eksilerini tartışan az sayıdaki kişinin dışında iki ana grup var: Hükümete yakın gruplar, değişikliğin tamamen Avrupa Birliği standartlarını yansıttığını ve özgürlükler açısından herhangi bir sorun içermediğini ileri sürüyorlar. Hükümete karşıt gruplar ise bunu bir “sansür yasası” olarak tanımlıyorlar. “Sansür” çok abartılı bir ifade. Bu, getirilen düzenlemenin içeriğini incelemeden sadece getirenin kimliğini esas alarak alınan bir pozisyonu ifade ediyor. Daha açık bir ifadeyle “AKP’den hâyır gelmez, altında onun imzası varsa bu kesinlikle sansürdür” diyen mutlak bir karşıtlığın yansıması. Yeni de değil. Hatırlanacaktır, 2011 yılında da internet üzerinden bir kavga kopmuştu. Hükümet, “aile” ve “çocuk” filtrelerini getirmek istemiş ve buna karşı çıkanlar yine internetin sansürlendiğini belirtmişlerdi. Ancak zaman bunun gerçeğe denk düşmediğini belli etti. Filtreler getirildi, dileyen bu filtreleri bilgisayarına yükledi, dileyen yüklemedi. Aradan geçen iki yıllık süre içinde bu filtrelerden kaynaklı bir sorun yaşanmadı. İnternete dair her düzenlemede “sansür” diye ayağa kalkmak, hem inandırıcılığı ortadan kaldırıyor, hem de etkisini azaltıyor. Bunun yerine, değişikliği tümüyle el alıp olumlu ve olumsuz yönlerini konuşmak daha yararlı olacak. Yasada desteklenmesi gereken düzenlemeler var. Kişilik hakları ve özel hayatın ihlalinin önlenmesi için kısa sürede harekete geçiliyor ve sonuç alınıyor. İhlal yapan sitenin tamamına değil, sadece ihlal yapılan sayfaya erişim engelleniyor. Erişim Sağlayıcılar Birliği kurularak, kişinin ulaşamayacağı kadar çok sayıda erişimciye değil, sadece bir kuruma başvurması sağlanıyor. Hapis cezaları kaldırılıyor, para cezasına dönüştürülüyor, vs. ‘Fişlenme’ ve ‘Erişimin idarece engellenmesi’ Ama bunun yanında değişikliğin problemli iki yanı da var: İlki, internet kullanıcılarının trafik bilgilerinin iki yıl boyunca takip edilecek olmasıdır. Bu, kişilerin hangi siteye girdiklerinin, orada ne kadar süre geçirdiklerinin, kiminle ilişkili olduklarının kayıt edilmesini ve talep edilmesi halinde bu bilgilerin Telekomünikasyon İletişim Başkanlığı’na (TİB) verilecek olmasını içeriyor. TİB’in bu şekilde yetkilendirilmesi, vatandaşlarda -haklı olarak- fişlenecekleri kaygısını yaratıyor. İkincisi, TİB Başkanı’na erişimi engelleme yetkisinin verilmesidir. Aslında mevcut yasada idarenin böyle bir yetkisi zaten var. “Müstehcenlik” ve “çocukların cinsel istismarı” söz konusu olduğunda idare -bir mahkeme kararına gerek duymaksızın- erişimi durdurabiliyor. Bu yasal değişiklik ile bu yetkinin alanı genişletildi. Böylece “özel hayatın gizliliğinin ihlaline bağlı olarak gecikmesinde sakınca bulunan hallerde” TİB Başkanı’na erişim engelleme yetkisi verildi. TİB’in kararına karşı Sulh Ceza Mahkemesi’ne itiraz edilebiliyor. Yani TİB engellemesinin hukuki denetimi yapılıyor ama ilk etapta erişim engelleme kararı idare tarafından veriliyor. İdarenin bir nevi ilk derece yargı makamı haline getirilmesi ve özel hayatı tespit etmekle yetkilendirilmesi önemli sorunlar içeriyor. Çünkü özel hayatın sınırları belirlemek o kadar kolay değil. Mahkemelerde bile bu konuda derin tartışmalar var. Durum böyleyken özel hayatın tayinini idareye bırakmak doğru olmaz. Yargılanması Başbakan’ın iznine bağlı bir bürokrat, hükümeti zorda bırakacak bir haberi pekâlâ özel hayat içinde telakki edip erişimi belli bir süre engelleyebilir. Öngörülen değişiklikler Yasal değişiklik, bu iki noktadan çokça eleştiriye uğradı, Cumhurbaşkanı da rahatsızlığını dile getirdi. Hükümet bunu karşısına kayıtsız kalmadı, hem toplumdaki kaygıları gidermek ve hem de Cumhurbaşkanı’nın yasayı geri göndermesinin önüne geçmek için, sorunlu alanlarda iki önemli değişiklik yapacağını belirtti. Birinci olarak hükümet, internet trafiğinin izlenmesinde yeni bir düzenlemeye gidecek. Buna göre, internet servis sağlayıcıları tarafından iki yıl saklanacak olan veriler, ancak mahkeme kararı olması halinde TİB’e verilecek, mahkeme kararı olmazsa bu bilgiler TİB ile paylaşılmayacak. Bu düzenleme, internet trafiğinin izlenmesindeki sorunu büyük ölçüde gidermiş olacak. İkinci olarak da, TİB’in aldığı erişim engelleme kararını 24 sat içinde yargıya götürme zorunluluğu getirilecek. Eğer yargı bu kararı doğru bulursa erişim engeli sürecek, yanlış bulursa erişim engeli kaldırılacak. Yapılacak bu değişiklik değerlidir; önemli bir iyileştirme sağlıyor ve endişeleri kısmen de bertaraf ediyor. Ancak yine de asıl problem giderilebilmiş değil. O da, özel hayatın gizliliğinin ihlalinde idareye resen harekete geçme yetkisi vermektir. İhlallerin kısa sürede durdurulması ve yapılan başvuruların gereğinin mümkün olduğunca hızlı yapılması elbette ki çok mühim. Ama bunu sağlamanın yolu, bu yetkiyi bir bürokrata vermek olmamalı. Yetki doğrudan yargıda bulunmalı. TİB ve/veya özel hayatının ihlal edildiğini iddia eden kişi direkt yargıya başvurmalı ve karar yargı tarafından verilmeli. Eğer amaç ihlalin mümkün olduğunca çabuk sona erdirilmesi ise, idare için öngörülen sürelerin aynısı yargı için de öngörülebilir. Parlamento, yargının çok çabuk karar vermesini sağlamak için gerekirse yeni hukuki mekanizmaları (mesela bilişim mahkemeleri, sorgu hâkimleri, belli bir saatte karar verme zorunluluğu, vs.) oluşturabilir.
Serbestiyet, 19.02.2014