İnsani müdahale hukuk ve ahlâk

Bugünkü dünyanın siyasi düzeni, merkezinde Birleşmiş Milletler teşkilâtının yer aldığı devletler arası bir sistemdir. Özneleri uluslar veya haklar olmayan bu sistemi “uluslararası” olarak nitelemek yanlıştır. Bunun zamanla sahici bir “uluslararası” sisteme dönüşme şansı, halklar arasındaki etkileşimin artmasının ve devlet dışı küresel aktörlerin devreye girmesinin sonucunda bir “küresel sivil toplum”un ortaya çıkmasına bağlıdır.

Halihazırdaki devletler arası sistemin “anayasası”nı oluşturan BM Antlaşması devletlerin “egemen eşitliği” ve “iç işlerine karışmama” ilkelerini temel normlar olarak vaz etmiştir. Ne var ki, epey bir zamandır bazı insani mülâhazalar bu ilkelerin esnetilmesi ihtiyacını ortaya çıkarmış bulunuyor. Bu mülâhazaların başında, devletlerin “kendi sınırları içinde” insan haklarını ihlâl etmelerine ve “insanlığa karşı suçlar” işlenmesine insanlığın seyirci kalamayacağı düşüncesi gelmektedir. Bu nedenle, uluslararası hukukta “insani müdahale”nin devletlerin iç işlerine karışmama ilkesinin “teamüli” bir istisnasını teşkil ettiği genellikle kabul edilmektedir.

‘İmdada yetişme’nin kriteri

Ancak “insani” amaçlı müdahale, ilk bakışta sanılabileceğinin aksine, her zaman başka bir “devletin ülkesi”nde kuvvet kullanılmasını zorunlu kılmaz. Uluslararası toplum veya duruma göre devletler zor durumda olan halklara -bazen yurttaşı oldukları devletin rızasına bile gerek olmaksızın- “insani yardım” yapabilecekleri gibi, yurttaşlarının haklarını sistematik olarak ihlâl eden devlete askeri olmayan yaptırımlar da uygulayabilirler. Keza, yakın geçmişte eski Yugoslavya ve Ruanda için söz konusu olduğu -ve Uluslararası Ceza Mahkemesi’nde artık kalıcı hale geldiği- gibi, “insanlığa karşı suçlar”ın hukuk yoluyla kovuşturulması da uluslararası toplumun bir insani müdahale örneğidir.

Ne var ki, “uluslararası hukuk”un bu tür müdahalelere izin vermesi meselenin ahlâki olarak da çözüldüğü anlamına gelmiyor. Siyasi baskıya maruz kalmak başta olmak üzere, zor durumda olan halkların kaderine insanlığın kayıtsız kalması ahlâki açıdan elbette tasvip edilemez. Bununla beraber, sırf “iyi niyet”le hareket etmek her zaman bir eylemi ahlâken doğru yapmaz. “İyi” bir amaca yönelmiş olsa da, bir eylemin ahlâkiliğini, onu gerçekleştirmek için başvurulacak yöntemlerin niteliğinden -özellikle de bu yöntemlerin neden olacağı sonuçlardan- bağımsız olarak değerlendiremeyiz. Meselâ, sözde müstebit bir yönetimi “cezalandırmak” adına uygulanacak bir ekonomik ambargo gerçekte zaten baskı altında olan bir halkı daha da mağdur edebilir.

Öte yandan, bu tür müdahaleler bazen “iyi niyet” eseri de olmazlar. Kimi zaman, baskı altındaki halkın sözde “imdadına yetişmek” için yapılan bir müdahalenin gerçek amacı müdahalede bulunan devletin çıkar arayışı olabilir. Elbette, böyle bir müdahalenin “hayra” hizmet edeceği çok şüphe götürür. Onun için, özellikle bir devletin başka bir ülkede kuvvet kullanmasın onaylamak konusunda fazla istekli olmamamız gerekir.

Bu durumda, müstebit bir yönetimin zulmünden kurtulmaya çalışan bir halka sahiden yardım etmek istiyorsak, bunun için ilk önce kuvvet kullanmayı gerektirmeyen yolları denemeliyiz. Bu amacı gerçekleştirmenin kuvvete başvurmaktan başka bir yolu kalmamışsa veya zaten hiç yok ise, o zaman da müdahaleyi şu veya bu “süper güç”ün yahut askeri ittifakın inisiyatifine bırakmamalı, gerçek bir “uluslararası” mutabakat ve iradeye dayandırmaya çalışmalıyız. Ayrıca, bu şartlara uygun olarak yapılacak kuvvet kullanmayı öngören insani müdahale operasyonlarının uluslararası toplumun sıkı bir gözetim ve denetimi altında yürütülmesi gerekir.

Star, 18.03.2011

Bu Yazıyı Paylaşın

BU YAZARIN DİĞER YAZILARI

YAZAR PROFİLİ

SON YAZILAR

bizi takip edin
sosyal medya hesaplarımız

0BeğenenlerBeğen
0TakipçilerTakip Et
1,714TakipçilerTakip Et