“Anayasanın ıslaha ihtiyacı vardır. Ama bu şekilde devam etmek zorundadır. ”
Ekmeleddin İhsanoğlu
“Çatı”yı kuran söylemini de hazırlar. Ama en başarılı propagandistin bile yapabileceklerinin sınırı var. “İnsanda herhangi bir heyecan uyandırmayan sıkıcı bir bürokrat” algısını bertaraf edip, yerine “ciddi ve sorumlu devlet adamı” algısını koymak onlar için bile kolay değil. Onu hem gündemde tutmak, hem de fazla konuşturmamak zorundasınız. Adayınız anlamlı hiçbir şey söylemiyorsa, en hayati konularda fikrini açık ve net biçimde ifade etmiyorsa – ki böyle yapmak zorunda-, bunu erdeme dönüştürmeyi, mümkünse o sözlerden vecize üretmeyi başarmalısınız. Eğer konuştuklarından, insanlar onun bir fikri olmadığı sonucuna varacaklarsa, bu eksikliği de onun aslında “ideolojiler üstü” olduğu şeklinde pazarlayabilmelisiniz. ‘Birbirimizi seversek çözemeyeceğimiz sorun yok!’ Nitekim Doğan Medyası da Gülen Cemaati Medyası da onu asla sıkıştırmıyor, zor yerden sormuyor. Mesela kimse çıkıp “2 Temmuz’da Sivas Katliamı ile ilgili mesajınızı duygulanarak okuduk. Ama acaba son 20 yıl içinde daha önce bu olayla ilgili bir mesajınız olmuş muydu?” demiyor. Oligarşinin ana medyası olan Doğan Grubu, ırkçı için ayrı, “entel” için ayrı bir dille pazarlıyor aynı ürünü; İhsanoğlu’nun neden seçilmesi gerektiğine ikna etmek için herkese göre ayrı erdeminden söz ediyor. Bazı imajları ona söyletmeden oluşturmak gerektiğinin farkındalar. Örneğin kendisinin ne kadar “çağdaş” ve “laik” olduğunu söylerse muhafazakâr seçmeni kaybedebilir. O halde bunu ona söyletmeden, örneğin “eşinin çağdaş görünümü” üzerinden “haber” arasında siz vurgulamalısınız. Vurguluyor da. Hem de hükümet medyasının “başbakan ne güzel söyledi” şeklindeki parmağım gözüne tarzında değil; daha ince ve sofistike biçimde. Ama ne kadar başarılı yürütülürse yürütülsün, “pazarlama konunuz” sınırlarınızı da belirliyor. Tamam da ne dedi şimdi?.. CHP-MHP adayından beklenen, renk vermeyen cümlelerle farklı tabanları aynı anda tatmin etmesi. Ama kritik soruları “eğitim şart” veya ““ele ele verirsek üstesinden gelemeyeceğimiz sorun yok”la geçiştirmek de herkesi tatmin etmez. Türkiye son 10 yılda ciddi bir değişim yaşadı, önümüzde de ciddi yol ayrımları var ve insanlar İhsanoğlu’nun ne düşündüğünü ve ne yapacağını bilmek isteyecek. “Anladık hem Atatürk’ü seviyorsunuz, hem demokratsınız. Hem laik, hem dindarsınız. Tamam da Nakşibendi Dergâhı hâlâ kapalı, Alevi Dergâhları da. Pirlik, dedelik yasak. Söyler misiniz, kitapta bunun yeri nedir, ya da biz hangi kitabı esas alalım?” veya “değişmez hükümlerine saygı duymamızı istediğiniz anayasayla bunları nasıl değiştireceğiz?” gibi sorular gündeme gelecek. Ama o yine kişisel gelişim kitaplarının diliyle konuşup, aşağı yukarı “eğitim şart” türünden cevaplar verecek. Şu ana kadar öyle yaptı. ‘İdeolojiler üstü’ ne demek? “İdeolojiler üstü” olmak aslında ideolojisiz olmak değildir. Somut pratikte bunun anlamı egemen ideolojiyi savunmaktır, onun belirlediği çerçeve içinde kalmaktır. “Siyaset üstü” olmak da statükoyla uyumlu olmak veya resmi olarak belirlenmiş olan siyaset tarzına bir itirazı olmamaktır. Malum, bu ülkede Atatürkçülük ideoloji olduğu halde öyle görülmez, ordu da bu ideolojinin gardiyanlığını yaparken aynı zamanda siyaset üstü olduğunu sanırdı. Gerçekten de bu anlamda İhsanoğlu “ideolojiler üstü” olacak ve resmi ideolojinin kırmızıçizgileri içinde hareket edecektir. Resmi ideolojinin de doğal olarak statükoyu ve o ülkedeki egemenlerin çıkarlarını temsil ettiği (ve zaten tam da o yüzden resmi ideoloji olduğu) göz önüne alınacak olursa, bunun anlamı, seçildiği takdirde onun rahatlıkla bir ikinci Ahmet Necdet Sezer olacağıdır. Hatırlayalım, Sezer de “hukukçu kimliği” ile temayüz etmiş, “ideolojiler üstü” bir isim olarak lanse edilmiş, ama cumhurbaşkanı seçildikten sonra siyasetin kralını yapmış, ideolojik tarafgirliğin dibine vurmuş, hükümeti düşman görmüş ve ona öyle muamele etmişti. Dolayısıyla İhsanoğlu’nun kampanya dönemindeki “kuşlar çiçekler” söylemiyle, seçilirse sergileyeceği tutum bambaşka olacak. Onu aday belirleyen ve sırtında taşıyan irade, ondan mütedeyyin bir demokrat olarak AK Parti ile uyumlu çalışmasını değil, Köşk’ü çevreleyen “ayak takımıyla” savaşmasını ve onları “merkez”e yaklaştırmamasını bekleyecek. Bu bağlamda İhsanoğlu’nun hasbelkader seçilirse, ikinci bir Sezer olacağından kuşkum yok. Onca emek zahmet onu tercih eden ve kampanyasını yürüten irade, onun orada tasavvuf sohbetleri yapmasını beklemeyecektir. Anayasanın değişmez maddelerine saygılı olmanın ekonomi politiği Cumhurbaşkanlığı seçimi bu ülkedeki değişim mücadelesinde önemli bir dönemeç olacak. Önümüzdeki birkaç yılın ana gündemi Kürt Barışı ve Sivil Anayasa mücadelesi olacak. Esas olarak da Türklerle Kürtlerin eşit ve adil bir biçimde bir arada yaşamasının hukuki-siyasi çerçevesini ifade eden anayasa üzerinde kopacak bütün fırtına. Bu ayrımda CHP-MHP adayının neyi temsil ettiğini anlamak için bu iki partinin son 10 yıl içindeki bütün demokratikleşme hamleleri karşısında aldıkları tutuma bakmak gerek. Bugün de nasıl bir ülke tahayyül ettiklerini anlamak için son şekliyle anayasa önerilerine bakmak gerek. İhsanoğlu’nun bu iki partinin temel çizgilerinden, resmi ideolojiyi muhafaza eden, Kürt barışına elverişli olmayan, din özgürlüğünü kısıtlamaya devamı öngören bir anayasa önerisinden farklı davranmasını beklemek akıl dışı olur. Nitekim Anıtkabir’i ziyaret eden İhsanoğlu, “cumhurbaşkanı adaylarının Türkiye Anayasası’nın temel ilkelerine, Anayasa’nın değişmeyen maddelerine saygılı olması gerektiğini” söyledi. Galiba onun net olduğu tek konu da bu. Bu anlamda adayların isimlerini aşan iki sosyo-politik gücün, iki siyasi çizginin ve iki zamanın mücadelesi bu. Ellerinin arasından kayıp gitmekte olanı ve eski düzenin hukukunu korumaya çalışanlarla; içinde bulunduğu makûs talihi değiştirmek için değişime mecbur olan ve bu yüzden yeni bir hukuk isteyenlerin mücadelesi… Yurtta statüko cihanda statüko Aynı şekilde, dünyanın düzeni söz konusu olduğunda da “huzur” bozucu bir tutum almıyor İhsanoğlu. Türkiye’nin eski “kokmaz bulaşmaz” dış politikasını övüyor, taraf olmamaktan söz ediyor, Mısır’da darbe olmuş, Suriye diktatörü halkını kesiyor, bunlar kötü ama ona göre taraf olmayı gerektirmiyor. Suriyeli mültecilere kapıyı kapatmaktan söz ederken de, Gazze ile ilgili asap bozucu Türkmen kıyasını yaparken de inceden inceye toplumsal bilinçaltındaki ulusal bencillik duygularına sesleniyor. Bu ‘çatı’ bu tabanı tutabilir mi? Adayların kişisel özellikleri tamamen önemsiz demiyorum. Erdoğan’ı üslubundan hükümet etme biçimine haklı olarak eleştirebilirsiniz. Ya da İhsanoğlu’nun samimiyetsiz göründüğünü, güven uyandırmadığını söyleyebilirsiniz. Ama onlar bugün var, yarın yok. Önemli olan sistemin dönüşümü ve adayların bu açıdan neyi temsil ettikleri. Erdoğan’a yönelik eleştiriniz ne olursa olsun, sistemi o ve partisi dönüştürüyor ve devletin ideolojik tarafsızlığını öngören, anadilde eğitime elverişli ve vatandaşlığı etnik kimlikler üstü tanımlayan anayasa önerisi de ondan geliyor. İhsanoğlu ise “biz göreve geldiğimizde sistemin değişmesi için değil ıslahı için çalışacağız” diyor, değiştirmekten değil tadilattan söz ediyor. Toplumsal değişim çatıyı zorluyor Bazen sosyal değişim öyle bir noktaya gelir ki, artık onu kuşatan hukuki ve siyasi çerçeve dar gelmeye başlar. Türkiye’deki egemenlik ilişkileri de değişiyor ve değişimin taşıyıcısı olan sosyal güçler buna uygun bir hukuki-siyasi çerçeve istiyor. Eski düzenin sahipleri de istemiyor. Asıl kavga bu. İki kesim de kendisini iki adayla temsil ediyor: Biri bu ülkenin bütün temel sorunlarının kaynağı olan “Teşkilat Yasası”nı en temel hükümleri bakımından sahipleniyor, diğeri onu değiştireceğini söylüyor. Gerisi boş laf.
Serbetiyet, 27.07.2014