Ermeni diasporası da Türkiye’deki bazı muhalefet çevreleri de Türkiye ile Ermenistan arasında imzalanan protokolleri ‘ihanet belgesi’ olarak niteliyorlar. Tuhaf değil mi, hem Ermeni davasına hem Türkiye’ye aynı anda nasıl ihanet edilebiliyor?
Gerçekte kimsenin ihanet ettiği yok. Taraflar, çözümsüzlüğün maliyetini daha fazla taşımaktansa rasyonel bir çıkış yoluna yöneliyorlar.
Türkiye, etrafından bir barış halkası oluşturmaya çalışıyor. Bunu büyük ölçüde başardı da. Tek istisna Ermenistan kalmıştı. Hem ‘komşularla sorunsuz ilişkiler’ deyip hem de bir komşunuzla diplomatik ilişki kurmamışsanız, sınırınızı da kapatmışsanız bu iddianızda bir boşluk var demektir. Dolayısıyla Ermenistan açılımı mevcut dış politika yaklaşımının ‘tutarlılık’ iddiasının bir gereğiydi.
Öte yandan protokollerde Türkiye’yi rahatsız edecek bir husus da yok. Bir komşu ülkeyle diplomatik ilişki kurmanın, ticaretin, toplumlararası diyaloğun kurulmasının ve gelişmesinin ne sakıncası olabilir ki?
Dahası, ‘hassasiyet’ gösterilen mevzulara protokollerde yapılan dolaylı ve dolaysız atıflara bakalım:
Öncelikle Türkiye sınırlarının Ermenistan tarafından tanınmaması meselesi… ‘Hadi canım’ deyip geçeceğimiz bir mesele aslında bu; Ermenistan tanısa ne tanımasa ne? Ama bunu dert edenlerdenseniz şu ifade sizi tatmin etmez mi? ‘İki ülke arasındaki mevcut sınırın uluslararası hukukun ilgili antlaşmalarında tarif edildiği şekliyle karşılıklı olarak tanındığını teyit eder’. Hâlâ birileri, Kars Antlaşması’na atıf yok diyor. Daha ne kadar açık yazılır ki?
Soykırım iddialarına gelince… Ermeni kimliğinin neredeyse ‘vazgeçilmez’ kurucu unsuru olan bu iddia, kabul edilen bu protokollerle ‘tartışmaya açılmıştır’. Hükümetlerarası Komisyon’un altında tarihi ve arşivleri inceleyerek ‘mevcut sorunların tanımlanmasına ve tavsiyelerde bulunulmasına yönelik olarak’ uzmanlardan oluşan bir alt komisyon kurulmasını öngörüyor.
Soykırım iddiasının ‘tarihsel ve bilimsel’ hakikatini tartışmaya açmak mı ihanet?
‘İyi ama Karabağ’, mı dediniz? Ona da dolaylı bir atıf var; ‘Bölgesel ve uluslararası uyuşmazlık ve çatışmaların uluslararası hukuk ilkeleri ve normları temelinde barışçı şekilde çözülmesi hususunda’ taahhütte bulunuyor taraflar. Tamam, Karabağ’ın adı anılmıyor ama mesaj ortada; uluslararası hukuk ve ilkeler hiçbir yerde ‘işgal’e onay vermez. Azeri toprakları işgal altında mı? Öyleyse bu konuda da Ermenistan taahhüt altına girmiştir, protokollerin destekçisi uluslararası aktörler de bu taahhüde katılmışlardır.
Asala terörü de bu protokollerde örtülü bir şekilde kınanmakta, biliyor musunuz? ‘Hangi nedenle olursa olsun terörizmin tüm biçimlerini, şiddeti ve aşırıcılığı kınayarak, bu tür eylemlerin teşvikinden veya müsamaha görmesinden kaçınılacağı ve bunlara karşı mücadelede işbirliğine gidileceğini taahhüt eder.’
Daha ne olsun? Yıllarca Asala’yı milli kahraman olarak görenler bugün ‘hangi nedenle olursa olsun’ terörü lanetliyor. ‘Her türlü şiddetin, amacı ne olursa olsun kınanması’ aslında hem geriye dönük Asala terörünün lanetlenmesi anlamına gelir, hem de Irak’tan çıkartılan bir PKK’nın Ermenistan’ı yeni üs yapacağı dedikodularının da önünü keser.
Soykırım iddialarını dünya kamuoyuna taşımayı zorlaştıran bir madde de var metinde; taraflar ‘iyi komşuluk ilişkileri anlayışıyla bağdaşmayacak herhangi bir siyaset izlemeyeceklerine dair taahhüt’lerini vurguluyorlar. Bu taahhüt ile Ermenistan’ın Türkiye’yi sıkıştıracak politikalara devam etmesi ‘iyi niyet’ bakımından sorgulanacaktır bundan böyle. Ermenistan’ın soykırım meselesini ısrarla uluslararası gündeme getirmesi bu ilke hilafına görülebilir.
Geçenlerde bir arkadaş, ‘bu metni hazırlayan Türk diplomatları tebrik etmek gerek’ dedi. Bir başkası; ‘bir dakika, bu ortak bir metin, sadece bizimkilerin hazırladığı bir metin değil’ açıklamasını yapmak zorunda kaldı.
İhanet bunun neresinde? Hâlâ ihanet edebiyatı yapmak insafsızlık.
Zaman, 16.10.2009