Parlamenter Sisteme Dönüş mü Başkanlık Sistemi Üzerinde Revizyon mu
Başkanlık sisteminin uygulamaya geçtiği 2018 yılından bu yana, muhalefet partileri tarafından bu sisteme yönelik yoğun eleştiriler yapılmaktadır. Ancak son dönemde iktidarı destekleyenlerin de bu sistemde sorunlar olduğunu kabul ettikleri bilinmektedir. Ayrıca uygulanan başkanlık sistemine yönelik gerek akademik gerekse popüler yazında pek çok eleştiriye rastlanmaktadır. Bu bakımdan, mevcut hükümet sisteminde sorunlar olduğu konusunda kamuoyunda geniş bir uzlaşma olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Fikir ayrılıkları ise “mevcut sistem üzerinde revizyon mu yapmalıyız yoksa yeniden parlamenter hükümet sistemine mi dönmeliyiz?” sorusuna verilen cevapta ortaya çıkmaktadır.
Muhalefet partilerinden olsun ya da olmasın, pek çok kişi hükümet sistemimizdeki sorunları başkanlık sistemi içerisinde düzeltmek, yani sistemi revize etmek yerine, parlamenter sisteme dönmeyi tercih etmektedir. Hem başkanlık sistemi hem de parlamenter sistem demokratik sistemlerdir. İkisi de pekâlâ demokratik standartlara getirilebilir. Bu durumda mevcut sistemi revize etmek yerine parlamenter sisteme dönmekte ısrar etmenin sebebi nedir? Parlamenter sistem ile başkanlık sistemi arasındaki temel fark parlamenter sistemin iki başlı yürütmeye sahip olması, başkanlık sisteminin ise yürütmeyi cumhurbaşkanına vermiş olmasıdır. Prensip olarak demokratik standartlar açısından bir fark olmadığına göre, parlamenter sisteme dönmeyi isteyenler esasen iki başlı yürütmeyi istemektedirler. O halde şu sorunun cevaplanması gerekir: İki başlı yürütme Türkiye’ye hangi faydayı getirecektir? Parlamenter sistem ile başkanlık sistemi arasındaki kıyaslamalarda sorulması gereken tek soru budur.
İki başlı yürütmeye döndüğümüzde karşımıza çıkabilecek başlıca iki durum vardır: Bunlardan birincisi, siyasi ve idari yetkisi çok olan cumhurbaşkanı yanında, siyasi ve idari yetkisi çok olan başbakanın bulunduğu parlamenter sistem modelidir. Türkiye’nin 2018 öncesi hükümet sistemleri bunun örneğidir. Türkiye’deki hükümet sistemleri de 2014-2018 arası dönemde görülen, cumhurbaşkanının doğrudan halk tarafından seçildiği ve 2014 öncesi dönemdeki gibi cumhurbaşkanının meclis tarafından seçildiği sistem olarak ikiye ayrılabilir. Cumhurbaşkanı-başbakan çatışmaları (Sezer-Ecevit, Sezer-Erdoğan, Erdoğan-Davutoğlu), demokrasi-dışı müdahaleler (Demirel’in başbakan atama yetkisini kötüye kullanması), hükümet kurmada yaşanan güçlükler gibi, 2018 öncesi hükümet sistemlerinde yaşanan siyasi tecrübeler, 2018 öncesindekilere benzer bir parlamenter sisteme dönmenin yanlış olacağı hususunda bir uzlaşma ortaya çıkarmıştır. Yürütme içi siyasi çekişmelerden kaçınmaya çalışan ve demokratik bir model ve arayışında olan hiç kimse Türkiye’nin 2018 öncesi iki başlı yürütme sistemlerinden birine dönmeyi istemeyecektir. Nitekim muhalefet partileri de “güçlendirilmiş parlamenter sistem” gibi isimlendirmelerle eskiye dönüşü istemedikleri, yeni ve aslına uygun bir parlamenter sistemi istediklerini ifade etmektedir.
Parlamenter sisteme geçtiğimizde karşımıza çıkabilecek ikinci durum ise cumhurbaşkanının yetkilerinin sıfırlandığı ve bu makamın tümüyle sembolik kaldığı, tüm siyasi ve idari yetkilerin başbakanda toplandığı, Türkiye’nin 2018 öncesi sistemlerinden farklı olan, orijinal parlamenter sistemdir. Bu sistem yukarıda sorduğumuz “iki başlı yürütme Türkiye’ye ne fayda getirecek?” sorusuna makul olabilecek bir cevap üretmektedir: “Siyasi yetkileri olmayan, tarafsız ve sembolik bir cumhurbaşkanı kriz anlarında hakem rolü üstlenecektir”.
Ancak bu cevap da ikna edici değildir. Çünkü her ne kadar yetkileri sıfırlansa ve sembolik kalsa da, cumhurbaşkanının başbakanı atama ve bakanlar kurulu kararlarını imzalama gibi (cumhurbaşkanının siyasi olarak kullanmamasını umacağımız) yetkileri az da olsa kalacaktır. Bu yetkilerin hiçbir zaman suiistimal edilmeyeceğini söylemek mümkün değildir. Cumhurbaşkanı, bu “sembolik” yetkilerini siyasi saiklerle kullanması, hatta genişletmesi yönünde kamu oyu baskılarıyla -belki de demokrasi dışı başka baskılarla- karşılaşacaktır.
Bugün yeniden bir parlamenter sisteme dönülse ve Türkiye iki başlı yürütmeyle yoluna devam etse, sistem ne kadar “güçlendirilmiş” olursa olsun, cumhurbaşkanının yetkileri ne kadar sembolik olursa olsun, cumhurbaşkanı ile başbakan arasında krizler yaşanacaktır. Çünkü ne kadar sembolik de olsa, bazı durumlarda cumhurbaşkanının o sembolik yetkilerini kullanması istenecek, hükümetin bazı icraatlarına muhalefet etmesi iktidar karşıtları tarafından beklenecektir. Türk siyasi tarihi, cumhurbaşkanlarının “hakem rolü”nü kabul etmemesine ve yetkilerini -bazen zorlayarak- siyasi saiklerle kullanmasına ilişkin pek çok örneğe sahne olmuştur. Bunları göz önünde bulundurduğumuzda tarafsız cumhurbaşkanının hakem rolü oynayacağına ilişkin argümanların gerçekçi olmadığı net bir biçimde ortaya çıkmaktadır.
Cumhurbaşkanına başbakan atama ve bakanlar kurulu kararlarını imzalama gibi yetkilerin dahi verilmediği, cumhurbaşkanının beş ya da yedi yılda bir seçilmek ve törenlere katılmaktan başka bir işlevinin olmadığı bir modelde ise şu soru ortaya çıkmaktadır: Böyle bir cumhurbaşkanına ne gerek vardır? Başkanlık sisteminde de cumhurbaşkanı törensel işlevini pekâlâ yerine getirebilmektedir. Ayrıca tamamen törensel bir makam haline gelen cumhurbaşkanlığı makamı, hiçbir yetkisi olmadığı için güçlü siyasi aktörler tarafından dikkate alınmayacak, hakem rolünü de oynayamayacaktır.
Parlamenter sistemin cumhurbaşkanı-başbakan çatışmaları dışında, hükümet kurulması gibi başka bir sorunu da vardır. Türk siyasi tarihi hükümet kurmakta yaşanan güçlüklere örneklerle doludur. Süresi günlerle ya da aylarla sınırlı kalan hükümetler ekonomik ve siyasi açıdan halkın zararına sonuçlar doğmasına sebep olmuştur.
Bütün bunlar göz önüne alındığında yeniden iki-başlı yürütmeye dönmekte ısrar etmenin anlamı nedir? Türkiye, koalisyonlar, hükümet içi krizler, cumhurbaşkanı-başbakan çatışmaları gibi tecrübeler sonunda başkanlık sistemine geçmiştir. Varlığı yaşanan tecrübeler sonunda anlaşılan ihtiyaçlara cevap vermek amacıyla sistem değişikliğine gidilmiştir. Mevcut siyasi koşullar ve yönetim, başkanlık sisteminin olağanüstü hal koşullarında ve kötü bir örneğinin ortaya çıkmasına, demokratik standartlardan uzaklaşılmasına sebep olmuştur. Ancak bu durum, Türkiye’nin yaşadığı siyasi tecrübelerin görmezden gelinmesini gerektirmez. Cumhurbaşkanının seçimine ilişkin sorunlar, cumhurbaşkanı-başbakan çatışmaları, koalisyon geçmişi gibi tarihî tecrübeleri takiben, evrimsel ve aslında belli ölçüde kendiliğinden gelişen bir süreç sonucunda; önce 2014’te cumhurbaşkanının halk tarafından seçildiği sisteme; sonra da 2018’de başkanlık sistemine geçilmiştir. Parlamenter sisteme geri dönmek bu evrimsel sürecin sekteye uğratılması, Türkiye’nin yıllar boyunca yaşayarak elde ettiği siyasi tecrübelerin çöpe atılması anlamına gelecektir.
Dolayısıyla iki başlı yürütmeye dönmenin hiçbir temeli ve makul gerekçesi yoktur. Bunun yerine, mevcut başkanlık sistemini demokratik standartlara getirecek değişiklikleri yapmak daha makul bir yoldur. İktidar partilerinin de sistemdeki sorunları kabul ettiği göz önünde bulundurulursa, sistem üzerinde değişiklik yapılması konusunda iktidar ve muhalefet arasında uzlaşmayı sağlamak çok daha kolaydır. Amaç halkın faydasına olan politikaları üretebilecek, demokratik standartlara getirilmiş, denetlenebilir bir hükümet sistemi ortaya çıkarmaksa parlamenter sistemde diretmenin bir manası yoktur. Bütün bu amaçlara başkanlık sistemini revize ederek de ulaşmak mümkündür.