Hükümetin Kürt sorununa bakışı, tuhaf bir şekilde, son haftalarda birdenbire değişti. Başbakanın Meclis’te yaptığı son bütçe kapanış konuşması, aynen partisinin kimi sözcülerinin daha önceki beyanları gibi, “Kürt Açılımı”ndan tam bir geri dönüşü simgeliyordu. Öyle görünüyor ki, hükümet hızla devletçi-Türkçü çizgiye kayıyor.
Hükümetin, kendisini angaje ettiği “Kürt Açılımı” rotasından sapmasının nedeninin yaklaşan seçimler olduğu yorumları yapıldı. Bunun, Başbakanın MHP’nin tabanından kendi partisine hatırı sayılır bir kayma sağlayarak onu seçim barajının altında bırakma stratejisinin bir parçası olduğu ileri sürüldü. Ama seçim stratejisi olarak AKP’lilere makul gelse de, böyle bir sapma ahlâki bakımdan onaylanamaz.
Ne var ki, daha sonraki gelişmeler bu yorumun doğruluğunu şüpheli hale getirdi. Nitekim son MGK toplantısından da aynı devletçi-Türkçü mesaj çıktı. Bu ortamda çoğu kimse, hiç değilse Cumhurbaşkanından -tam da Diyarbakır’a gitmeye hazırlanan Cumhurbaşkanından- orada bu meseledeki duyarlılığını tekrar vurgulayacağı beklenirken, yine tuhaf bir şekilde o da hükümetle aynı safta yer aldığını gösterdi. CHP ile MHP’nin Kürt sorununa ilişkin tutumları zaten malum.
Bütün bunlar meselenin AKP’nin seçim stratejisiyle olmaktan çok -veya onunla birlikte- “Devlet”in politikasındaki bir değişmeyle ilgili olduğunu düşündürüyor. Böyle bakıldığında, bu değişimin ilk işaretinin aslında daha önce Meclis başkanı tarafından verildiği anlaşılabilir. Gerçi Kürt meselesi söz konusu olduğunda, “devlet politikası”nın öteden beri pek değişmediği söylenebilir, ama yine de bu çizgide son zamanlarda hissedilir bir yumuşama olduğu gözden kaçacak gibi değildi.
Eğer öyleyse, bu tutum değişikliği “Demokratik Toplum Kongresi”nin geçen hafta ilân ettiği “demokratik özerklik” taslağının ve onun çağrışımlarının Türkiye’nin devlet seçkinlerini ve AKP’lileri ürkütmüş olmasından kaynaklanıyor olabilir. Belçika federalizminin birkaç yıldır yaşamakta olduğu krizin ülkenin parçalanmasına yol açacağı yolundaki endişelerin tam da bu günlerde gündeme gelmesi şaşırtıcı olmasa gerektir. (Eskiden de sık sık “Yugoslavya örneği”ne atıfta bulunulurdu).
Şunu anlatmaya çalışıyorum: AKP hükümetinin, hangi saikle olursa olsun, bu meselede “Devlet”le buluşması hiç de hayra alâmet değildir. Bu, Türkiye’nin sulh ve selâmeti açısından olduğu kadar, ilkeli olmak iddiasındaki AKP’nin kolayca oportünizme kayabildiğini göstermesi açısından da bir uğursuzluk işaretidir.
Evet, geçen hafta da yazdığım gibi, BDP-PKK çevresinin tartışmaya açtığı “Kürdistan için demokratik özerklik” taslağı ciddi problemlerle malüldür. Ama böyle olması, AKP hükümetinin -özellikle de onun- Devletin o bildik söylemine geri dönmesini hiçbir şekilde haklı göstermez. Bunu söylerken, hiçbir şekilde AKP’ye haksızlık yapmadığıma eminim: Başta Başbakanınki olmak üzere bu parti adına son günlerde yapılan açıklamalar ancak Türk milliyetçiliğini kılavuz bellemiş bir partiden sadır olabilirdi.
AKP hükümeti, bırakalım daha ilerisini, anadille ilgili en mütevazi talepleri bile “Türkiye’ye suikast” olarak görüyorsa, dahası adem-i merkeziyetçilik konusunda bile kendi idari reform tasarısının dahi gerisine düşüyorsa, kısaca statüko bekçiliğini artık kendine yakıştırabiliyorsa, o zaman onun “Kürt Açılımı” dediği şeyden geriye ne kalıyor?
Hasılı, temelsiz korkuları, oportünizmi ve basit seçim hesaplarını bir yana bırakıp, bugünden tezi yok, AKP’nin Kürt sorununun çözümü için doğru-dürüst bir Açılım paketiyle “millet”in karşısına çıkması gerekiyor.
Star, 01.01.2011