Türkiye’de vesayet sisteminin ve ideolojisinin çökmesiyle siyasetin alanı büyüdü. Daha önce asker-sivil bürokrasinin ve onun ideolojisinin kontrol ettiği ve siyasetin tasarruf ettiğinden daha büyük olan alan, artık siyasi bir alana dönüşmüş durumda. Ancak ortaya çıkan bu alanın siyaset tarafından tam olarak doldurulduğunu söyleyemeyiz. Siyasetin bu boşluğu doldurma gayretleri, siyasi tansiyondaki yükselmenin temel nedenlerinden. Bu bağlamda iktidar ve muhalefet başta olmak üzere bütün siyasi aktörlere ciddi bir sorumluluk ve rol düşüyor.
İçeride Demokratikleşme ve Sivilleşme
Siyasi alandaki boşluğun doldurulması, siyasetin sadece bugününü değil geleceğini de tayin edecek derecede ehemmiyetli bir konu. Siyasi aktörlerin bu boşluğu doldurmasının zaman alacağı aşikar. Çünkü eski vesayet sistemi siyasetin kurumsal zayıflığını sağlamak üzere kurulmuştu. Fakat siyasetin tabiatı da boşluğu kabul etmiyor. Siyasette kendini daha önce toplayan ve güçlenen aktörler, bu boşluğu diğerlerinden daha önce dolduruyor. Bu durum siyasetin dengesini, fren-dengeleme sistemini sarsıyor. Siyasetteki güçler dengesindeki hızlı değişim ise, belli kesimlerde korku ve endişe yaratıyor. Bu korku ve endişe sadece muhalefete has değil, dengeler yerine oturmadıkça iktidar kesiminde de korku ve endişe devam edecektir. 27 Nisan bildirisi, Anayasa Mahkemesi’nin 367 kararı, AK Parti’ye kapatma davası, Gezi olayları, 17/25 Aralık yargı darbesi teşebbüsü, 6-8 Ekim sokak kalkışması vs bu korku ve endişelerin karinesine dönüşmüş durumda. Bu bakımdan siyasetteki tartışmaların artması, korku ve endişelerin dile getirilmesi bir noktaya kadar anlaşılabilir.
Başta siyasi partiler olmak üzere meşru siyasi aktörle tarafından doldurulamayan bu alanı, bazı kurumların alanını genişletmek için cazip bir boşluk oluşturabilir. Keza gayrimeşru bir takım aktörler de bu siyasi boşluğu doldurmayı deneyebilirler. Nitekim deniyorlar… Siyasetteki boş alanı yetkilerini genişleterek doldurmaya çalışabilecek vesayet kurumlarının sicili ve şiddet kullanarak siyasi alanı işgal etmeye çalışan terör örgütleri bu bakımdan siyasete ciddi tehdit oluşturuyor. Tehdidin boyutunu arttıran şey, Türkiye’nin sadece içeride bir siyasi alan kazanmış olması değil. Türkiye yakın bölgesi başta olmak üzere dünyada da, soğuk savaş dönemindeki dış vesayetten kurtularak dış politika alanında bağımsız davranacağı alanı genişletiyor.
Dış Politikada Bağımsızlık
Türkiye’nin dış politikada soğuk savaş dönemindeki vesayetten kurtulması, bağımsız davranma kararlığı ve etkinlik alanını arttırma gayreti bölgesel ve küresel bazı aktörleri rahatsız ediyor. Bu aktörler içeride siyasi alanın büyümesinden rahatsız olan kimi aktörlerle gizli- açık işbirliği yapmaktan uzak durmuyorlar. Hatta bu işbirliğini soğuk savaş döneminde olmayacak ölçüde cüretkâr bir şekilde yapabiliyorlar.
Son dönemde ABD Başkanı Obama’ya atfen IŞİD’e karşı “Türkiye’nin “güçlü ordusu”nu ABD’nin istediği zaman ve şekilde kullanmaması eleştirilmesi, Türkiye’ye karşı terör faaliyeti yürüten PKK’nın Suriye kolu PYD kollanması ve hatta açıkça Türkiye’de darbe vaktinin geldiği yönünde yazılar yazdırılması kayda değerdir. Birileri adeta “Bizim çocuklar bu sefer yapamadı, bari biz yapalım” havasındalar… Bu durum, Türkiye’nin anayasal düzenine ve bütünlüğüne yönelik saldırılar yürüten gayrimeşru aktörlere cesaret veriyor. Türkiye’ye bizimle anlaşmazsanız ABD Türkiye’de darbe mekaniğini harekete geçirir, hatta 17/25 Aralık davasını bu kez ABD’de açacaklar diyebiliyorlar. PKK’nın ve PDY’nın saldırganlığının ardında yatan dinamik budur… Bu açık destek ve ilişkiler, belki PKK ve PYD’yi cüretkârlaştırabilir ama onları toplumsal tabanından koparacak ve nihayetinde güçsüzleştirecektir.
İçeride ve dışarıda hiçbir operasyon, siyasetin yerini tutmayacaktır. PKK ve PYD ise artık siyaset yapamayacak kadar marjinalleşmiş aktörlere dönüştüler. O kadar çok darbeden ve şiddetten bahsetmeleri de, bu marjinalleşmenin farkında olduklarını gösteriyor.
Yeni Yüzyıl, 29.03.2016
http://www.gazeteyeniyuzyil.com/makale/hicbir-operasyon-siyasetin-yerini-dolduramaz-1819