BDP Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş , Kızıltepe’de Öcalan posteri asmaya çalışan gençlere sert bir şekilde müdahale eden polise tepki gösterirken kullandığı ifadeler yeni bir tartışma yarattı: “Kürtlerin katili olan Kenan Evren ’in posteri asılıyor da, Kürt halk önderi Öcalan’ın posteri niye asılmıyor? Bal gibi asarız. Buna alışsanız iyi olur. Biz daha Başkan Apo’nun heykelini dikeceğiz, heykelini.
Demirtaş’ın sözleri, ilkin, zamanlama açısından sorunlu. Açlık grevlerinde kritik eşiğin aşıldığı bir dönemde, siyasi sorumluluk taşıyanlardan kullanacakları kelimeleri bir sarraf titizliğiyle seçmeleri beklenir. Ne var ki, bu sorunu öncelikli olarak çözmekle yükümlü AKP ve BDP’de böyle bir hassasiyet gözlenmiyor. Başbakan açlık grevlerine karşı akla ziyan bir tutum takınmış durumda; kullandığı dil “yıkıcı” bir işlev görüyor. BDP, Başbakan’ı milliyetçiliğin ve popülizmin sınırlarını zorlamakla eleştiriyor ama aynısını kendisi de yapıyor. BDP sözcüleri, kendi mahallelerinde çokça alkış almalarını sağlayan ajitatif bir söylem (“Mehmet Öcalan İmralı ’ya gitmesin Abdullah Öcalan Diyarbakır ’a gelsin”, “Kürt Halk Önderi Öcalan”, vb.) kullanıyor ve gerçekleşmesi an itibarıyla mümkün olmayan taleplerde bulunuyorlar. AKP ve BDP’nin kısır siyasi hesaplara dayanan bu pozisyonlarından bir çözüm çıkmaz, sadece daha fazla polemik üretilir.
Kemalizm muhalifleri
İkincisi, Demirtaş’ın bu sözleri, Kemalizmden mağdur olan ve Kemalizme muhalefet eden siyasi hareketlerdeki Kemalist zihniyeti de açığa çıkarıyor. Kemalizm, muhaliflerini kendisine dönüştürme konusunda son derece mahir ideoloji. Resmi ideoloji olduğundan, bu topraklarda gözünü açan herkes onun tezgâhından geçiyor, model olarak onu örnek alıyor, çoğu zaman ona öykünüyor. Kemalizm ile mücadele edenler, onun kodlarını kendi davranışlarında ve politikalarında tekrardan üretiyor.
Türkiye ’de Kemalizme muhalefet eden ve toplumsal tabanı geniş olan iki siyasal hareket var. Biri “muhafazakâr”, “mütedeyyin” veya “dindar” olarak tanımlananlar, diğeri ise Kürtler. Elbette muhafazakârların ve Kürtlerin farklı partileri ve taleplerinin taşıyıcılığını üstlenen farklı siyasal hareketleri var. Ancak, kaba bir genelleme yapmak pahasına da olsa, mevcut halde muhafazakâr kesimdeki en önemli aktörün AKP, Kürt kesimindeki en önemli aktörün ise PKK /BDP olduğu söylenebilir. Kemalizme muhalif olduklarına göre, doğal olan, bu yapıların Kemalist siyaset tarzından uzak durmalarıdır. Lakin gerçekte durum tam tersi: Hem AKP’de hem de PKK/BDP’de Kemalist kodların ve davranış modellerinin ağırlığını gözlemek mümkün. Şöyle ki: Kemalizmin bazı asli özellikleri var. Bunlar otoriterlik, muhalefete tahammülsüzlük, homojen toplum tasavvuru, topluma biçim verme ve tek adam kültüdür. Bu bağlamda AKP ve PKK/BDP değerlendirildiğinde görülecek tablo şöyle.
AKP Kemalizmi
AKP, “tek adam”a dayanıyor ve muhalefetten hiç hazzetmiyor. Erdoğan, her muhalif unsuru neredeyse bir “düşman” olarak kodluyor, icraatlarına karşı yapılan makul eleştirilere bile azarlayan bir dille cevap veriyor. AKP, emniyetin ve yargının muhalif kesimlerin üzerine çok gaddarca ve pervasızca gitmesini destekliyor, teşvik ediyor. Kendisinden herhangi bir talepte bulunulması, Erdoğan’ı sinir küpüne çeviriyor, bunu bir “saygısızlık”, “had bilmezlik” olarak algılıyor. Zira toplum için en iyi olanın zaten kendisi tarafından bilindiğini düşünüyor ve vakti geldiğinde bunları -kendi belirlediği ölçüde ve tarzda- “vermekten” hoşlanıyor.
Bu, bir nevi “muhafazakâr Nevzat Tandoğan” durumudur. AKP, “Kimse herhangi bir talepte bulunmasın. Kürt meselesini çözmek gerekiyorsa, ben bunu kendi bildiğim yöntemle çözerim” diyor. Kürt meselesinin çıkmaza girmesinde AKP’deki bu Kemalist zihniyetin önemli bir payı var. AKP, bir taraftan önemli bir Kürt temsiline sahip olan BDP’ye karşı hırçın ve kıyıcı bir politika yürütürken, diğer taraftan da kısmi demokratik iyileşmeleri Kürtlere hak ihsan eden bir edayla sunuyor. Devlete egemen oldukça, AKP’deki Kemalist siyaset hattı daha bir belirginleşiyor. Buna bir de merkez sağdaki içkin hastalıklar -milli irade efsanesini, çoğunluğun kibri ve hatta Mithat Sancar’ın deyimiyle “çoğunluğun küstahlığı”- eklendiğinde, sorun daha da karmaşıklaşıyor.
BDP Kemalizmi
PKK/BDP cenahında da Kemalist tarz çok etkili. Muhalefete tahammülsüzlük ve homojen bir toplum tasavvuru, burada da kendini çok açık bir şekilde belli ediyor. Topluma biçim verme, toplumu yönlendirme ve toplumu kendi istediği eksende belirleme, buna karşılık kendisi dışında kalanları kötü şekilde nitelendirme ve ötekileştirme düşüncesi burada da var. Kemalistlerin “Bugün camilerde ezan okunuyorsa bizim sayemizde. Bugün isminiz Türkçeyse, İngiliz isimleri taşımıyorsanız, bunu bize borçlusunuz” demeleri gibi, PKK de Kürtler adına her türlü kazanımı kendi hesabına yazıyor. Bedeli kendisi ödediğinden bahisle herkesin buyruklarına itaat etmesini istiyor.
Kemalizm’in Mustafa Kemal için istediği biat, PKK/BDP’de Öcalan için istenen biata dönüşür. Bu, Kemalistlerin istediği biatten daha az değil. Zira herkesten talep edilen, tüm bir yaşamın Öcalan’ın fikirleri doğrultusunda düzenlenmesini itirazsız kabul etmesidir. Kemalizm, Atatürk ’ü “ebedi şef” kabul eder ve ülkenin dört bir yanını onun heykelleriyle donatır. PKK/BDP ise, benzer şekilde Öcalan için son derece totaliter “Kürt Halk Önderi” sıfatını kullanır ve onun heykellerini dikmeyi amaçlar.
İhsan Yılmaz, bir toplantıda, “Hepimiz Kemalistan’ın çocuklarıyız” demişti. Bu çocukların her birinin bir gün heykelini dikme arzusuyla yanıp tutuştuğu bir siyasal putu var. Bu nedenle onların siyasetlerini belirleyen de -var olan heykelleri ortadan kaldırmak veya heykele ihtiyaç duymayan bir toplum düşüncesi değil- yarın öbür gün iktidar olduklarında kendi siyasal putlarının heykelini dikme hayali oluyor. Buradan demokratik bir siyaset çıkmaz. Demokratik bir siyaset için her birimizin içimizdeki Kemalistlerle yüzleşmeye ihtiyacı var.
Radikal İki, 18.11.2012