Bazen yolda yürürken etrafımızdaki kocaman adamların, kadınların da bir başkasının “yavru”su olduğunu düşünmeden edemiyorum. Günlük hayatın bizi içine soktuğu koşuşturmada kavga ettiğimiz, ayak direttiğimiz, boğazını sıkasımızın geldiği insanların hepsi bir başkasının ateşlendiğinde ateşlendiği, canı sıkıldığında canının yandığı evladı.
Hayatın bir devinimi var. Bu göreceliliği her an hatırlayarak yaşamamıza engel olan bir devinim. Ülkenin siyasi tarihi, örgütlerin “muhteşem” emelleri, elde edilemeyen erkin hırsı, elde edilen erkin kaybedilme korkusu, bütün bunlar karşımızdakinin de bir insan evladı olduğunu unutmamıza sebep olanlar. Hep bunlar insan hayatının yanında değersizleştiği kocaman yargılar. Yaklaşık bir yıl önce Berkin Elvan davasının soruşturmasını yürütmekte olan Cumhuriyet Başsavcısı rehin alındığında, katledildiğinde, militanlar güvenlik güçleri tarafından öldürüldüğünde, sonrasında öldürülen militanlara sosyal medyada “#bizdesiziseviyoruz” dendiğinde aklımda hep aynı sorunun dönüp durduğun fark etmiştim: Bütün bunlara değer mi?
Doğadaki diğer canlıların aksine bir insan yavrusunun kendi ayakları üzerinde durabilmesi ve “bir” kişi olabilmesi için harcanan zaman oldukça uzun, bir insanın büyümesi hem maddi hem manevi açıdan oldukça zahmetli. Bu yüzdendir ki tarih içinde “aile” kurumu kültürler arasında önemli bir kurum olageldi, bir çocuğun yetiştirilmesinin sorumluluğu ve külfeti aileler tarafından gücümsenmeden gerçekleştirilebildi. Nasıl ki yetiştirdiğim, bakıp büyüttüğüm, gözünün içine bakıp yalnızca onun yüzüne güldüğüm bir çocuğun büyüyüp de savcı olduğunda katledilmesinin çarşaf çarfaş gazetelerde gösterilmesine dayanamaz isem, benim ortaya koyduğum o emeği gün gelip de herhangi bir örgütün kendi “ideal”leri uğruna bir ceset haline getirmesine de o kadar dayanamam.
Bugün Çevik Kuvvet Binası’na düzenledikleri saldırı sonucu Bayrampaşa’da çatışmada öldürülen iki DHKP-C üyesinin ardından yine yeniden sosyal medyada “#bizdesiziseviyoruz” etiketinin aktif bir şekilde kullanılmaya başlandığını, ölen insanların hayatlarından çok ölüm nedenlerine kutsiyet atfedildiğini görüyoruz. Bir insanı öldüresiye sevmenin nasıl bir şey olabileceğini, bu ambivalant duygunun nedenlerinin nasıl irdelenebileceğini eminim klinik psikologlar özetleyebilirler. Bunun yerine “sevgi” kavramının da bireyler tarafından içinin bu türde boşaltılması üzerinde durulması taraftarıyım. Keza aylardır hendek kazıp “barış” isteyenleri, darbe çağrısı yapıp “demokrasi”den dem vuranları ve kendi yaşadığı ülkenin istihbarat sırlarını “gazetecilik” namına ortaya serenleri gördük. Bu güruh içi boşaltılmış kavramlara bir yenisini, “sevgi”yi ekledi. Toplumsal normlar tarafından kabul edilebilir olduğu bilinen bu kavramların içinin boşaltıldığı yetmedi, insanların acılarını yaşamalarına izin verilmedi. Ne Savcı Kiraz’ın ailesine saygı duyuldu o fotoğraflar yayınlanırken, ne de bugün öldürülen iki militanın ailesinin onların kurban olmasını isteyip istemedikleri soruldu.
Yalnızca kendi önemsedikleri değer yargıları için yalnızca kendilerinin önemsediğini düşündükleri ama hiç de önemsemedikleri canları öne sürmekte yine beis görmediler. Alev Alatlı’nın yıllar önce “Viva La Muerte”de yazdığı gibi nekrofiliden vazgeçmediler. Güzelledikleri şeyin ölüm olduğunu ve kendilerinin hiç ölmediğini gizleyemediler.
Ölen onlarca insanların aileleri ile cenazelerinde vedalaşmaya izin bile vermediler. Onu da birer ritüele döndürdüler. Parçalanmış cesetleri birer “PR” çalışması haline getirip afişlerini süslediler. Nice genci heba ettiler, ailelerini dinlemediler.
Hiç durup düşünmeyecek de olsalar sormanın zamanı geldi, o aileler yıllarca bakıp büyüttükleri o çocuklarının acılarını unutmak için nerelere gidecekler?
Hamiş: Bugün Çevik Kuvvet binasına saldıran iki kişinin devlet tarafından katledildiğini düşünmek bir bilişsel rahatlığı bazılarınıza sağlıyor olabilir. Ancak yazdığınız/paylaştığınız bildirideki “hem de kurşunları bitmeden öldürüldüler” cümlesindeki “kurşunların” ne için kullanılacağını bir oturup düşünmeniz gerekebilir.