Bir savaşta verilecek ilk zayiat, demokrasidir. Hazırsanız son on yıllık demokratik kazanımları bir çırpıda feda etmeye, yürüyün! Dış politikada gerginleşen ilişkiler, kolayca telaffuz edilen ‘savaş’ kelamı karşısında yaptığım uyarının nedeni bu temel tespittir.
Yaklaşık yirmi yıldır ODTÜ’de uluslararası ilişkiler dersleri veriyorum. Hem derslerimde hem de yazılarımda üzerinde en çok durduğum husus, dış politikanın sadece ‘dış’a yönelik bir eylem olmadığı, aksine öncelikle ‘iç’i belirleyici, tanımlayıcı ve düzenleyici bir işlevinin olduğudur.
Bilen bilir, konuşmalarımda da sık sık şu cümleyi kullanırım; ‘demokratikleşme süreciyle kapıdan attığınız otoriter siyaset ve militarist kültür dış politika üzerinden bacadan içeri girebilir’.
‘Eski Türkiye’ böyle yönetildi. Dış politkada köpürtülen sorunlar, büyütülen tehditler vesayet rejiminin içerde kurduğu otoriter siyaseti ve militarist kültürü besledi, meşrulaştırdı ve de toplumsallaştırdı. Dört tarafınız düşmanlarla çevriliyse ve siz de ‘sürekli bir varlık-yokluk’ mücadelesi içindeyseniz demokrasi, özgürlük, farklıklıklara saygı ve hukuk devleti taleplerine bir türlü sıra gelmez, gelmedi de… Varoluşun devamına indirgenen bu ‘güvenlikleştirici dil’ demokrasiye ve özgürlüklere yolu kapattı. Sonra ‘komşularla sıfır sorun’ söylemi ve siyaseti geldi. Çatışma değil işbirliği, düşman değil ortak, askerî güç değil yumuşak güç yaklaşımıyla uzun süre sonra ilk defa dış politika içerdeki demokratikleşme sürecini de destekleyen bir rol oynamaya başladı.
Bugünlerde işbirliğinden çatışmaya, ortaklıktan düşmanlığa, yumuşak güçten askerî güce dönüş eğilimi görülüyor.
Sağ sol, Kürt Türk, dindar laik demokratlar şunu bilmeli; etrafınızla kavga ederken demokrasinizi inşa etmeniz ve derinleştirmeniz imkânsızdır. ‘Dış tehdit’ dili siyaseti ve toplumu otoriterleştirir; çünkü dış tehdit varsa herkesin tek ses çıkarması istenir. Çatışma durumu ve tehdit algısının kendisi ‘totaliter’dir. İçeriyi denetler, biçimlendirir, hizaya sokar… Dış politikayı rasyonel, işbirliklerini esas alan, sivil bir süreç olmaktan çıkarır, bir ‘milli dava’ haline getiriverir. Bu da dış politikada sivil alanın ‘devletleştirilmesi’ demektir. Resmî söylem sivil söylemleri kuşatır ve imha eder, kimse farklı şeyler söyleyemez. Yıllarca böyle olmadı mı askerî vesayet altında?
Kısacası, mesele salt dış politika değil; dış politik gerginliklerin içeriye nasıl yansıyacağı. Savaşan, savaş için mobilize olan bir toplumda ilk zayiat demokrasidir, ifade özgürlüğüdür, farklı olma hakkıdır. Tamam, kahramanız, cesuruz, Osmanlı’yız da, hazır mıyız demokrasimizi on yıl geriye götürmeye?
Ve bir öneri; savaş uçakları eşliğinde donanmayı Akdeniz’e gönderen hükümet mensupları Balyoz davasındaki belgelerden Oraj Hava Harekât Planı’nındaki şu satırları bir kez daha okumalı:
“Emirle Ege uçuşları sırasında Yunan Hava Kuvvetleri’ne ait uçaklar taciz edilerek tahrik edilecek, bir çatışma ortamı oluşturulacaktır. Mümkünse bir uçağımızın Yunan Hava Kuvvetleri tarafından düşürülmesi sağlanacak, bu gerçekleşmediği takdirde yeniden teşkilatlandırılan özel filo personelinden bir pilotun uygun zaman ve yerde kolundaki uçağa atış yaparak kendi uçağımızın düşürülmesi sağlanacaktır. Uçağın, Yunan Kuvvetleri tarafından düşürüldüğü yönünde haberler yaptırılarak, AKP Hükümeti’nin acizliği ortaya konulacaktır.”
Soru 1. Sizce cunta 2004’de neden savaş istiyordu? Bugün savaş olsa kimin işine gelir?
Soru 2. Dün bu planları yapanların, donanmayı neredeyse tamamen kontrolleri altına alanların bugün benzerlerini yapmayacağından ve uygulamayacağından emin misiniz?
Bu işler risklidir; bir F 16 pilotu, bir gemi komutanı koca bir savaş çıkarabilir. Ülkenin geleceği Doğu Akdeniz’deki bir pilotun veya komutanın tetikteki parmağına teslim edilemez.
Özetle diyeceğim şudur: Bu ülkeyi 10 yıl sonra kimse tutamayacak. Ekonomisi büyüyen, demokrasisi kurumsallaşan ve toplumu dışarıya doğru patlayan Türkiye bölgenin yükselen yıldızı. Şimdi memleketin barışa ihtiyacı var. Siyasetçilerin görevi de savaşa gitmek değil, barışı muhafaza etmek.
Türkiye’nin yükselişini durdurmak, normalleşmesini ve demokratikleşmesini engellemek isteyenlerin oyununa gelmeyelim.
Zaman, 27.09.2011