Geçen hafta hayırcıların anayasa değişikliğine yaptıkları şekille ilgili itirazların mantıklı ve Türkiye demokrasisini ileriye taşıyıcı olmadığını ifade etmiştim. Asıl önemlisi değişikliklerin mahiyeti olduğundan, bu yazıda paketin muhtevasına yapılan itirazları ele almak istiyorum.
Hayırcıların itirazlarını bir tek noktada toplamak mümkün: AKP bu değişikliklerle kuvvetler ayrılığını bozmak, yürütmeyi yargıya hükmeder hâle getirmek, hukukun hâkimiyetini zedelemek, kendi yargısını kurmak istiyor. Durum gerçekten buysa, değişikliklere her demokratın şiddetle karşı çıkması gerekir. Hukuk ve hukukun hâkimiyeti, son tahlilde, hepimizin, fakat özellikle fakirlerin ve zayıfların son sığınağıdır ve hukukun hâkimiyetine zarar verecek her teşebbüse engel olmak bir görevdir. Ama, hayırcıların çizdiği resim doğru mudur?
Gerçek durumun ne olduğunu anlayabilmek için önce Türkiye’nin siyasî sistemine teşhis koymalıyız. Cari sistemimize ilgili literatürde verilen ad, “bürokratik vesayet sistemi”dir (BVS). BVS’nin mantığı şöyle işler: Vesayet altındakiler (toplumun çoğu kesimi) kendi başlarına doğru kararları almaya muktedir değildir. Onların iyiliği için, onların vasisi olarak davranacak, yani temel kararları alıp uygulayacak, bilgili, aydınlanmış, iyi niyetli bir güce ihtiyaç vardır. Bu anlayıştan şu sonuçlar çıkar: 1) Vesayet, vesayet altındakilerin iyiliği içindir, 2) Vasiler vesayet altındakilerin velinimetidir, 3) Vasiler, vasi olmakla, yanlış bir şey yapmamakta, hatta, büyük bir fedakârlığa katlanmaktadır…
Cumhuriyet bir BVS olarak kuruldu. Demokrasiye geçiş sistemi sarsınca 1960’tan itibaren bir dizi darbe yapılarak BVS sağlamlaştırıldı. BVS’nin ana ayağı, sorgulanması, hesaba çekilmesi imkânsızlaştırılan ve istisnai bir anayasal-yasal statüye kavuşturulan askerî bürokrasiydi. Ancak, askerî bürokrasi ortaklara ve müttefiklere muhtaçtı. Bu yüzden BVS’nin sacayakları yüksek yargı bürokrasisini, akademik bürokrasiyi, işbirlikçi medyayı kapsayacak ve kuşatacak şekilde genişletildi. Tabii ki sisteme menfaat ve ideoloji olarak eklemlenen sermaye ve sendika çevreleri de eksik olmadı. BVS yakın zamanlara kadar hayli başarılı çalıştı. Ancak, son 20-30 yılda vuku bulan iç ve dış gelişme ve değişmeler onu zorlamaya başladı.
Türkiye son yıllarda büyük bir toplumsal çeşitlenmeye ve zenginleşmeye sahne oluyor. Sosyolojik plüralizm güçleniyor. Sermaye tek biçimli ve tek merkezli olmaktan çıkıyor. Entelektüel dünyada liberal ve muhafazakâr aydınlar eskinin kolektivist sosyalist, Kemalist, nasyonalist söylemlerini ve tezlerini darmadağın ediyor. Medya çoğulculaşıyor ve gerçek işlevlerini üstlenmeye başlıyor. Kısaca, Türkiye uygarlık ve demokrasi mecrasında akmaya çalışıyor. Elbette reaksiyoner, gerici, eskiyi ve statükoyu muhafaza etmek isteyen güçler de boş durmuyor. Bu yüzden yaşanan aslında bu iki kesim arasındaki bir kavga ve anayasa değişikliği mücadele alanlarından yalnızca biri.
İşte bu ortamda statükocular şekle ve öze ilişkin itirazlarla anayasa değişikliğine hayır diyor. Ancak, özle ilgili itirazlar da, demokratik meşruiyetten yoksun. Bir iki noktaya işaretle bunu gösterebiliriz. Paket YAŞ ve HSYK kararlarını yargıya açıyor; bu yanlış mı? YAŞ ve HSYK kararlarının zaman zaman askerlik ve hukukçuluk mesleğinin mensuplarına zulme dönüştüğü bilinmiyor mu? Paket geçici 15. maddeyi kaldırarak darbecilere yargı yolunu açıyor. 12 Eylül darbecileri fiilen yargılanamayacak olsa bile bunun sembolik önemi ve değeri yok mu? Bu, müstakbel darbecileri caydırmaz mı? 145. madde değiştirilerek askerlikle ilgisi olmayan suçlar işleyen asker memurların sivil yargıda yargılanması sağlanıyor. Hangi demokrat bu adımı alkışlamaz?
Paketin iki önemli maddesi AYM ve HSYK’yla ilgili. Hayırcılar bu değişikliklerin yanlış olduğunu ve söz konusu yargı kurumlarını AKP’nin egemenliğine sokacağını söylüyor. Ama sadece söylüyor; niçin öyle olacağını, öyle olmak zorunda olduğunu açıklamıyor. Soralım: AYM’nin ve HSYK’nın şimdiki yapısı ve yapılanma tarzı ideal midir? Bu kurumlar şimdi kimin kontrolündedir? Niçin ve nasıl yüksek yargıda sadece veya ağırlıkla altı ok ideolojisi temsil edilmektedir? HSYK savcı ve yargıçların bağımsızlığının teminatı mıdır yoksa korkulu rüyası mı? HSYK niçin F. Sarıkaya ve S. Kayasu’yu korumamış, yok etmeye çalışmıştır? HSYK niçin Balyoz ve Ergenekon yargılamalarına müdahil olmaya çalışmaktadır? İddialar düzmece ise yargılama sonunda gerçek zaten ortaya çıkmayacak mıdır? Düzmece değilse HSYK suçluların masum ilan edilmesini sağlamaya mı çabalamaktadır?
HSYK’yla ilgili değişikliğe daha yakından bakmak, hayırcıların pozisyonunu daha iyi anlamamıza yardımcı olabilir. Bugünkü yapıda bir kooptasyon sistemiyle organize bir azınlık HSYK’yı ve Yargıtay’la Danıştay’a üye atanmasını kontrol etmekte. HSYK’nın yedi üyesinin beşi Yargıtay ve Danıştay’dan gelmekte ve bu beş üye Yargıtay ve Danıştay atamalarını yapmakta. Bu yüzden HSYK’nın ne iç işleyişinde demokratik meşruiyet var ne de icraatlarında hukuka bağlılık. Değişiklikle HSYK’nın 22 asil, 12 yedek üyesi olacak. Kurul 3 daire halinde çalışacak. Başkanı yine adalet bakanı, bakanlık müsteşarı da doğal üyesi olacak. Üyeler farklı kaynaklardan gelecek. Cumhurbaşkanı hukukçu öğretim üyeleri ve avukatlar arasından 4 üye seçecek. Yargıtay 3, Danıştay 2, Adalet Akademisi 1 üye gönderecek. Adlî yargı hâkimleri 7, idarî yargı hâkimleri 3 üye seçecek. Görüldüğü üzere HSYK daha geniş bir tabana oturacak ve daha demokratik bir şekilde oluşturulacak. Üye sayısı arttığı ve kaynak çeşitlendiği için bir kliğin onu tam olarak kontrolü zorlaşacak. Mevcut HSYK’nın yüksek yargı kökenli 5 üyesini ve destekçilerini telaşa sokan da bu. Bakanın kurulda olmasına itirazları inandırıcı değil. Şimdiye kadarki tecrübe savcı ve yargıç güvencesini tehdit eden kaynağın bakan değil kendileri olduğunu gösterdi. Taslak, aksine, bakanın ağırlığını azaltıyor. Nitekim AYM bile bunun altını çizdi. HSYK’nın malum 5 üyesinin bastırdığı ve hayır kampanyasında kullandığı broşür de dolaylı olarak hem bu gerçeği itiraf hem vesayetçi zihniyeti ifşa etmekte. Broşürde, taslağın getirdiği düzenlemenin AB standartlarına uygun olduğu tespitine, ülkemizde demokrasi kültürü gelişmediği için AB’nin bize model olamayacağı söylenerek cevap verilmekte.
Hayırcıların tavrı şekil yönünden olduğu gibi muhteva bakımından da demokratik ilke ve değerlerle bağdaşmamakta. Bu yüzden, hayır, demokrasiyi geliştirmeye hizmet etmez.
Zaman, 03.09.2010