ABD’de çok ilginç bir olay yaşandı. Çocuk bekleyen bir ailede anne aniden gelişen bir sağlık problemiyle karşılaştı. Hastanede yapılan müdahaleler yeterli olmadı. Sonunda annenin hayatı ile anne karnındaki kız bebeğinin hayatı arasında bir tercih yapılması gerekti. Doktorlar bu konuda kararı kocanın-müstakbel babanın- vermesini uygun gördü. Koca, babalığı kocalığa tercih etti; yani karısının hayatı pahasına da olsa kızının hayatının kurtarılmasını istedi. Talep yerine getirildi. Bebek doğdu. Anne ise kısa bir süre sonra hayata veda etti. Tercihinin sebebi sorulan baba, kızını değil karısını tercih etmiş olsaydı karısının ömrü boyunca kendisine kızacağını söyledi.
Bu olay, kadim bir insanî problem olarak insanların hayatları arasında değer bakımından bir sıralama yapılıp yapılamayacağı, yani bir hayatın diğerine tercih edilip edilemeyeceği meselesinin yakın ve acı bir örneği oldu. BU tür olaylar çok sık yaşanmıyor, ama benzer veya yakın türden başka olaylar ve durumlar da var. Tipik bir örnek şu: İnsanların rehin alındığı bir terör olayında, teröristin ne pahasına olursa olsun yakalanması veya öldürülmesi mi yoksa teröristin kaçması pahasına da olsa rehin alınan masum insanların canlarına bir zarar gelmeden kurtarılması mı tercih edilmeli?
Şüphesiz bunlar zor, hem de çok zor meseleler. Birçok yönleri var. Felsefe, din, ahlâk, siyaset, hukuk meseleyle doğrudan doğruya ilgili. Bunların her biri açısından etraflı analizler yapılabilir, her tezin güçlü ve zayıf yanları olabilir. Ayrıca, bu minvale üzerinde düşünülmesi gereken başka sorular ve konular var. Bu tür olaylarla ilgili genel ilkeler-kurallar geliş(tiril)ebilir mi? Geliştirilebilse bile uygulanabilir mi? Bu kuralların pozitif hukuka eklenmesi yerinde olur mu olmaz mı? Uygulanmamaları bir suç işlemek anlamına gelir mi gelmez mi?
Bana kalırsa bu olayda kocanın kararı yanlıştı. Çocuğun değil annesinin hayatının kurtarılması daha yerinde olurdu. Bunun için bazıları felsefî-ahlâkî bazıları pratik-pragmatik birkaç sebep sayabilirim.
Her şeyden önce bu karar kocaya değil, eğer bilinci açık ise, anneye ait olmalıydı. Kişilerin kendileri bu gibi durumlarda hayatlarından vaz geçme hakkına başkalarının onların hayatları üzerinde söz söyleme hakkından daha fazla sahip olmalılar. Annenin bilinci yerinde değilse bu sefer doktorların son sözü söylemesi uygun olurdu. Neticede durumu en iyi bilen onlardı. İkincisi, kimin hayatının kurtarılacağına karar verirken özne olmada tamlık derecesine bakmak gerekirdi. Annenin tekâmül etmiş tam bir beşerî özne olmasına karşılık bebek henüz tam bir özne olmamıştı. Birçok yerde birçok zaman annenin hayatı ile karnındaki bebeğinin hayatı arasında tercih yapmak gerektiğinde anne hayatı tercih ediliyor ve bu garipsenmiyor.
Pratik sebeplere gelince şunlar söylenebilir. Takip ettiğim kadarıyla anne gençti, ilerde tekrar çocuk doğurabilirdi. Dolayısıyla, bir bebeğinin canlı doğmaması anne açısından telafi edilebilecek bir kayıp olabilirdi. Yani annenin –ve babanın- doğmamış veya ölü doğmuş çocuğun acı hikâyesini unutma ve kendini avutma yolları bulma ihtimâli yüksekti. Şimdi, belki de doğan kız çocuğu annenin yaşayacağından daha büyük hayal kırıklıklarıyla mücadele etmek zorunda kalacak, annesizlikten çok acı çekecek. Babanın işsiz güçsüz ve muhtemelen çalışmayı sevmeyen bir tip olması bu ihtimâli kuvvetlendiriyor. Anne kendi hayatının tercih edilmesi yani kızından baba tarafından vazgeçilmesi hâlinde kocasına elbette kızabilirdi. Annelerin çocukları için kendi hayatlarını dahi feda etmeye hemen her zaman hazır oldukları malum. Ancak yine de bu hem hayatın bize tekrar tekrar gösterdiği üzere unutulabilir bir kızgınlık olurdu hem de hayattan vazgeçmeyi makulleştiremezdi.
Yine de büyük konuşmasak iyi olur. Her görüşün artıları yanında eksileri de mevcut. Hiçbir görüş kategorik olarak diğerlerine üstün değil. Sanırım, yapılabilecek en iyi şey, hiç kimsenin böyle bir tercih yapma mecburiyetiyle karşılaşmamasını dilemek.
Yeniyüzyıl, 8 Ocak 2019