İnsanın bu dünyadaki serüveni, bir imtihan çizgisi boyunca şekillenir. Ne kadar plana sadık kalınsa da yolun eğrileri ve virajları hiç beklenmedik anlarda karşısına çıkar. İnsan, kendi varlığını anlamlandırmak ve bu anlamı bir derinlikle taşımak için her zaman bir arayış içinde olmuştur. Yalnızca yemek, uyumak ya da hayatta kalmak için yaşamanın ötesine geçmek istemiştir. Çünkü insan ruhu, yaradılışından itibaren ulvi bir gayeye inanmak ve bu gayeye erişmek için çabalamakla yoğrulmuştur.
Her büyük hikâyenin bir durağı, her yolculuğun bir molası vardır. Ancak bu durakların ardında hep bir sınav gizlidir. Bazen başımıza gelen sıkıntılar, insanın içindeki dayanıklılık ve azim cevherini ortaya çıkarır. Hz. Mevlana’nın söylediği gibi, “Dert, insana yol gösterir.” Kimi zaman kendimizi yalnız hisseder, acılarımızın ağırlığı altında eziliriz. Ama işte tam o anlarda şunu hatırlamak gerekir: Her sınav bir imkândır, her sıkıntı bir yol açar. Gecenin en karanlık anı, şafağın en yakın olduğu vakittir. Bu satırların yazarı bir şiirinde şöyle demişti:
“…İnsan kalmanın zorluğunu taşırken omuzlarımda,
Sevgi ve korkunun ötesinde.
Bir yıldız gibi parlayan şu irade,
Aydınlatır karanlık gecelerimi
Hayatımın bu bitmeyen savaşında,
Düşlerimle beslerim tükenen umudumu
Her düşüşte yeniden kalkar, mamur eylerim
Gönlümün yıkılan tahammül mülkünü…”
İnsanlık tarihine bakıldığında da hep bu mücadele görülür. Hz. Peygamber’in Adba devesinin bir yarışta geri kalması ve buna üzülen sahabilerine, “Dünyada yükselen bir şeyi alçaltmak Allah’ın değişmez kanunudur,” diyerek öğrettiği derin hikmet, insanın hayattaki iniş çıkışlarını kabullenmesinde rehberdir. Hiçbir yükseliş ebedi değildir ama aynı şekilde hiçbir çöküş de kalıcı değildir. Önemli olan, hayatın bu dalgalanmalarında ruhunu koruyabilmek ve kendi merkezinde sabit kalabilmektir.
Hayat, bir yolculuktur. Bu yolculukta başarılı olmanın sırrı, iç dünyamızı keşfetmek ve kendimizi fethetmektir. İbn Arabî’nin dediği gibi, “Bütün bu yolculuk, kendimden kendime imiş.” İnsan kendi içindeki derinlikle barıştığında, dış dünyada karşılaştığı engeller onu yıkamaz. Kendi içine yolculuk yapan, dış dünyanın karmaşasına rağmen sükûneti bulur.
Bugün, insanların birçoğu zamanın değerini yitirdiği bir koşuşturmanın içinde kayboluyor. Sosyal medyanın, modern hayatın ve bitmek bilmeyen gündelik telaşların ortasında, hayatın özünü ıskalamak ne yazık ki yaygın bir durum haline geldi. Hayatın içinde boğulmadan, zamanın kıymetini bilerek yaşamak zorundayız. Her şeye rağmen özümüzü korumak ve bize yük olan şeylerden uzaklaşmak en büyük erdemdir.
Hayat, her şeye rağmen yaşamaya değer. Umut, insanın sönmeyen ateşidir. Zamanın hızla tükenişi bizi ürkütmemeli. Hayatı anlamlı kılmak, yaşanan her âna bir mânâ katmakla mümkündür. Mevlana’nın o benzersiz dizeleriyle noktalayalım:
“Bir gün gelir,
Açmaz dediğin çiçekler açar,
Gitmez dediğin dertler gider,
Bitmez dediğin zaman geçer.
Hayat öyle bir sır ki;
Önce şükür,
Sonra sabır,
Sonra da inanmak gerek.”
Unutmayalım, yol uzun ve yorucu ama inanmak ve çabalamak her şeyin başlangıcıdır. Hayat, anlamını arayana ancak sırlarını açar.