15 Temmuz darbesinin çok boyutlu analizine ihtiyaç var. Hem de âcilen… Birçok boyutuna yakından bakmanın zamanıdır…
Darbe, sadece askeri operasyon olarak uzun zamandan beri hazırlanmamıştı. Bunun kadar önemli husus; darbenin kitle desteğini sağlayacak psikolojik harekâtın da buna eşlik etmesiydi. Çok uzun yıllardan beri önce AK Parti iktidarına; Gezi’den beri ise, neredeyse tek başına Recep Tayyip Erdoğan’a ve en yakın çevresine yönelik saldırılar; aslında bir darbeyi haklı ve meşru addedecek geniş bir kitlenin yaratılmasına yönelikti. Bu yalan ve bezdirici propaganda faaliyetinin amacının, darbenin destekçisi kitleyi yaratmak olduğunun farkında olmak gerekir. Dolayısıyla hem geçmişteki, hem de gelecekteki yalan propaganda çabalarını bu çerçevede değerlendirmek lâzım… Sakın bu türden propagandanın yeni ve yaratıcı bir fikir olduğu da düşünülmesin; asla; bu yöntem, 27 Mayıs öncesinden ve sonrasından kopya edilmiştir.
27 Mayıs’ın kopyası
Belki pek çok kişinin gözünden kaçmıştır; çok kısa süre önce bazı liselerde ve üniversitelerde mezuniyet törenlerinde, öğrenciler iktidara karşı bildiri yayınlayarak, çeşitli gösterilerle ve pankartlarla ve tören sırasında konuşma yapan müdürlerine, rektörlerine sırtlarını dönerek mesaj vermeye çalıştılar. Bunu gördüğümde aklıma ilk gelen; 27 Mayıs’tan sadece bir gün önce Adnan Menderes’in ziyareti sırasında havacı subayların Menderes’e sırtlarını dönmesiydi. Bu, şimdiye kadar hatırlanmadı. O zaman ilk aklıma gelen; 27 Mayıs provasının liseliler ve üniversiteliler tarafından mezuniyet törenleri aracılığıyla hazırlanmakta olduğuydu. İlham, 27 Mayıs’tan alınmıştı.
Darbenin kadrosu
Darbecilerin orduda ilk anda sanıldığından çok daha geniş bir kesime dayandığı muhtemelen hayretle görüldü. Bunun anlamı açıktır: Darbe, FETÖ’nün temel omurgasında örgütlenmekle birlikte; pek çok unsurun, yukarıda belirttiğim propagandanın ve bizzat Erdoğan’a yönelik nefretinin sonucunda, onlara katılması anlamına gelmektedir. Muhtemelen bazıları cemaatçi değiller; ama Erdoğan’ın indirilmesi için onlarla da işbirliği yapmaya hazır bir grup muhtemelen… Belki bazıları sıkı Kemalist bile olabilir! Bir de böyle bulanık zamanlarda kuvvetli ekibe katılıp, ileride istikbalini garanti altına almak isteyen oportünistler ortaya çıkar. Çıkmıştır da… Bir de kimin kazanacağını görmek isteyen ve köşede bekleyenler vardır hep… Bunların hepsi yan yana geldiğinde, bu darbenin nasıl olup da, başarılı olamadığı gerçekten sorulmaya değerdir. Darbecilerin elindeki kuvvet, ne 27 Mayısçıların, ne 22 Şubatçıların, ne de 21 Mayısçıların rüyalarında bile göremeyecekleri genişlikteydi. Unutmayalım; 27 Mayıs’ın general sayısı; son anda katılanlarla birlikte; bir elin parmağını ancak geçebiliyordu!
Neden başaramadılar?
Başarısızlığın temel nedenleri şöyle özetlenebilir:
Darbenin birkaç saat önce bile olsa ifşâ edilmiş olması; darbecilerin organizasyonunu bozmuş olmalı… Bu, onlar açısından zamanı kullanmayı zorlaştırmıştır. Darbeciler, ordu içinde bu denli kararlı ve silâhlı bir direnç hesap etmemiş olmalılar. Muhtemelen ordunun geri kalan kısmının kolayca kendi yanlarına çekileceğini hesap etmişlerdi. Yüksek komuta kademesinin zorla da olsa yanlarında yer alacağını öngörmüş olabilirler. Buna çok gayret ettikleri anlaşılıyor çünkü…
Darbeciler, emniyet mensuplarının ve MİT’in cesur, kararlı ve silâhlı direnişini de öngörmemiş olmalılar. Silâhlı sert direniş, darbenin en kritik ilk birkaç saatinin yitirilmesine neden oldu.
Siyasetin, medyanın kararlı duruşu ve en kritik anda ve aşamada nihayet geniş yığınların Cumhurbaşkanının ve Başbakanın çağrısı üzerine sokağa çıkması, tarihte ilk kez görüldüğünden, darbecilerin planlarında asla yer almayan bir noktaydı hiç kuşkusuz… Darbeye karşı sert ve kararlı direnişin darbeciler arasında hızlı bir çözülmeye yol açtığı da göz önüne alınmalıdır.
27 Mayıs ruhu ve çöküşü
Yıllar önce “27 Mayıs ruhunu sürdürenler var” başlığıyla yazdığım yazılarda; darbe riskine işaret ediyordum. Özellikle Gezi sırasındaki ana fikrim; bunun bir darbeye zemin oluşturacak örgütlenme olmasıydı. Mısır örneğinde olduğu gibi; iki farklı kesimin meydanları doldurmasıyla; çatışmayı önleyecek “kurtarıcılar”ın ortaya çıkması hedeflenmişti!
Özetle; seçmenlerin neredeyse belki de üçte birinin kendi siyasî ve ideolojik görüşüne uygun bir askeri darbeyi desteklemeye hazır olduğu bir toplumda; darbelerin önüne geçmenin zor olduğunu anlatmaya çalışıyordum. Nitekim, Gezi’yi destekleyenlerin can alıcı kesimi; ‘darbe kötüdür; ama Erdoğan daha da kötüdür’ şeklinde özetlenecek bir tutum içinde, darbenin maskeli destekçisi olduklarını gösterdiler.
Darbenin maskeli destekçileri
Nitekim, darbe haberiyle birlikte, önemli bir kesim, gözümüzün önünde bayram havasına girmişti. Hatta büyük ölçüde sahillerde o gece ilk kadehler, darbenin şerefine kaldırılmaya başlanmıştı bile… O kesim için sonrası büyük bir hayalkırıklığı ve derin bir yas olarak görüldü! Herkesin demokrasiye sahip çıktığı ve darbeye dur dediğini söylemek isterdim; ama maalesef gerçek bu değil… Belirli bir kesim, darbenin başarısızlığı karşısında timsah gözyaşları dökmeye başladı.
Ayrıca, darbeden aylar önce 27 Mayıs tarzı bir darbenin gündemde olduğunu yazan ve söyleyen ünlü akademisyenleri ve gazetecileri de gözden uzak tutmamak gerekir. Sincap neslinin tükenmesine karşı bile bildiri yayınlayan; her fırsatta sokaklara çıkan “bağzı”larının hâlâ bir darbe karşıtı bildiri bile yayınlamamış olmaları; tarihçiler tarafından kayıt altına alınmıştır; eminim! Son otuz yıldan beri her fırsatta ‘darbe olursa tankın üzerine çıkarım’ diyen “aydınlar”ın, her zaman yaptıkları gibi, sosyal medyada tankın üzerindeki fotoğraflarını paylaşmalarını ise, sabırsızlıkla bekliyoruz!
Açıklığa kavuşturmak lâzım: ‘Utangaç darbeciler’in son 30-35 yıldan beri ‘darbe olursa, tankın üzerine çıkarım’ diye demeç vermelerini herhalde hepimiz hatırlarız… Ünlü gazeteciler, politikacılar, üniversite hocaları, sanatçılar, edebiyatçılar; bunların hangisinin, Gezi olaylarında olduğu gibi, tankın üzerine çıktığının fotoğrafını gördük… Çünkü, karşı değiller. Gönüllerinden geçen şey, darbenin başarılı olmasıydı.
Bu kişilerin gördükleri manzara şudur: O insanların sokakta tankların altına yatması, onların gözünde şöyle bir formülü gösteriyor. Tırnak içinde söyleyeceğim, yanlış anlaşılmasın, onların gözünden söyleyeceğim; “Türkiye’de gericiler, dinciler ilerici hareketi önledi. Memlekete bu şekilde faşizmi getirecekler.” Yazılarına bakın… Darbenin hemen ertesinden itibaren bunu yazmaya başladılar. İşin psikolojik havası daha bitmedi, ilerleyen günlerde daha sık söylenecek…
Peki ama Geziciler nerede?
Gezi günlerinde sokağa çıkanlara methiyeler düzenler neredeler? Onların mahallesinin dışındaki insanlar sokağa çıkınca neden böyle davranıyorlar? Neden Gezi günlerinde yine tırnak içinde söylüyorum; ‘anti-kapitalist Müslümanlar’la Taksim’de kızıl bayraklar altında namaz kılanlar, iftar sofraları açanlar birden bire nasıl oldu da, bu insanların ‘gerici’ olduğunu keşfettiler. Bütün bunların maskeleri düşüyor. Bunlar mizansendi, senaryoydu, tiyatroydu çünkü..
‘Nasıl oluyor da, camilerden ezan ve sala okunuyor! Sokağa çıkanlar neden ‘Allah Allah’ diye bağırıyorlar!’ diye soruyorlar. Müslüman bir memlekette ne bekliyorsunuz? İnsanlar ölüme giderken kelime-i şahadet getirmeyecekler, Allah’ın adını anmayacaklar da; Noel ilahileri mi söyleyecekler! Kiliselerin çanlarının mı çalmasını bekliyorsunuz? Müslüman bir memlekette insanların ölüme giderken ne söylemelerini bekliyorsunuz? Aslında bunu yazarak, bu toplumun ne kadar yabancısı ve düşmanı olduklarını açığa çıkarıyorlar.
‘İlerici ve laik’ görünen darbe
“Yurtta Sulh Konseyi” gibi “laik, ilerici ve tabiî Atatürkçü” (görünen-kamuflaj içindeki) darbecilerin; “şeriatçı iktidarı”; “diktatörlüğü” ve onu destekleyen “dinci”leri indirememiş olmaları; ‘o kesim’de hayal kırıklığı ve büyük bir mutsuzluk yarattı. Türkiye’de utangaç darbeciler var, maskeli darbeciler var. Kendilerine ‘demokrat, özgürlükçü, çağdaş, cumhuriyet değerlerine sahip çıkan’ gibi sıfatlarla anan, aslında utangaç darbeciler var. Bakmayın herkesin darbe karşıtı kesildiğine… Birçok kişi, darbe başarılı olsaydı, bu darbenin kamuoyunda temsilcisi ve destekçisi olacaktı. Bunlar pek çok kesimde var olmaya devam ediyor.
Bu darbe, Türkiye›deki politik düzlemde kimin ne olduğunu, kimin saklanmaya çalıştığınıçok açık bir şekilde bir kez daha ortaya çıkarıyor. Madem ezan sesinden rahatsız oluyorsunuz, Gezi’de neden namaz kıldırdınız? Niye iftar sofraları düzenlediniz? Bu gericilikse; niye âlet oldunuz? Bütün bunlar darbeye karşı direnişi aşağılamak ve onu değersizleştirmek için bir propagandadan ibarettir. Özellikle Batı basını bunu körüklüyor.
Batının darbeye açık desteği
Darbenin daha ilk anından itibaren Batı medyasının tutumu; bu darbenin dış bağlantıları konusunda uyarıcı olmalıdır. Açıkça yazayım: Türkiye’de en az Gezi olaylarının başlangıç tarihinden beri hazırlanmakta olan ve Türkiye’yi kıskaç içine almak isteyen güçlerin ve iç bağlantılarının tutumu hatırlanmalıdır. Türkiye’de askeri darbelerin yurtdışı bağlantılarını göz ardı edersek, hata ederiz. ABD’nin bilgi ve onayı olmadan NATO ülkesi Türkiye’de darbe olamayacağını tekrar etmek isterim. Bu darbeyi görür görmez aklıma ilk gelen lâf; 12 Eylül’de Amerikalıların “Bizim çocuklar yaptılar” idi.
Zaten birkaç gündür izlediğim Amerikan, Alman, İngiliz basını, Avrupa Parlamentosu’ndaki görüşmeler; hepsi, bu darbenin aslında Amerika ve Batı dünyası tarafından alkışlanacağını ve yine tırnak içinde söylüyorum ‘anlayış’la karşılanacağını bize gösteriyor. Arkasında Batı desteği var. Bu da Gezi olaylarından beri Batı’nın Türkiye üzerindeki ana dizayn senaryosuna uygun bir gelişme…
Türkiye’de medyanın darbe karşısındaki tavrı, her türlü takdirin üzerindedir. Hiç ummadığım medya kuruluşları da, hiç tereddüt etmeden, darbeye karşı kesin tavır aldılar. Darbenin atlatılmasında tarih, eminim medya yöneticilerinin bu cesur ve kararlı tutumunu da yazacaktır. Ama siyasî partilerin duruşu da buna eklenmelidir.
Karşı propagandalara dikkat
İçte, ama özellikle dışta; ‘alınan önlemlerin dozu kaçıyor’ tarzındaki muhalefetin ardındaki gerçek düşünce; ‘aman bütün adamlarımızı tutuklamayın; sonra biz bundan sonraki darbeyi yapacak adam bulmak için çok uğraşmak zorunda kalırız’dan ibarettir! CHP lideri ve Başbakan İsmet İnönü’nün; 21 Mayıs 1963 başarısız darbesinden sonra; Talât Aydemir ve arkadaşını idam ettiğini; darbeye katılan katılmayan bütün Harb Okulu öğrencilerini de okuldan attığını ve Harb Okulu’nun iki yıl boyunca mezun veremediğini hatırlamak ve hatırlatmak; sanırım tarihçinin görevidir! Ne demişti İnönü; “En büyük tehlike; en yakın tehikedir!”
Bir de tabiî Talât Aydemir’in ilk darbe girişiminin ardından pazarlıkla affedildiğini ve sadece emekli edilmekle bırakıldığını da hatırlamak gerekir. Bu öykü, bize darbecilerin merhametten pek de anlamayacağını gösteriyor olabilir. Üzerine ateş açılan ve ölen, yaralanan insanlara karşı çıkıp da, ‘askerleri darp ettiniz’ tarzındaki suçlamalar ise; bence katiline karşı direnen insana, ‘neden katiline direndin ve onu darp ederek, mağdur ettin’ tarzında suçlamadır ve asla kabul edilemez! Ne yani; Özgecan’a da dönüp; ‘katiline neden direndin ve ona fiziken zarar verdin’ diye mi soracağız?
Ama mücadele bitmedi; bitmez de…
Açıkçası, şahsen 15 Temmuz gecesi Cumhurbaşkanı ve Başbakan’nın arka arkaya ‘sokağa çıkın’ mesajlarını duyduğum ve gördüğüm andan itibaren bu darbenin kesinlikle başarısız olacağını anladım. Bu darbeye karşı çıkan sadece güvenlik kuvvetleri değil, aynı zamanda ilk defa toplumun önemli bir kesiminin canı pahasına sokağa çıkarak, bu darbeyi önlemek için harekete geçtiğine tanık olduk. O zaman; “çok şükür; çok şükür; bugünü de gördüm, ölsem de gam yemem” dedim. 15 Temmuz gecesinin en büyük farkı; halkın sokakta darbecileri alt etmesidir. Bu, yaşandı ve bundan sonra Türkiye’nin kaderi ve istikbali tamamen değişmiş oldu. Bu olmasaydı, diğer darbeler gibi olacaktı her şey… Diğer darbelerle karşılaştırılamayacak kadar çok fazla kan dökülecekti.
15 Temmuz demokrasi ve özgürlük bayramımız kutlu olsun! Bu geceyi bayrama çeviren ve bunun için canlarını verenlere de selâm olsun! Bu günü millî bayram olarak ilân etmeli ve bu darbede canlarını verenleri de her yıl anmalıyız! O gece sokakta olan herkes, darbeye direnen herkes, bir arada çocuklarımızın ve torunlarımızın hayatını sonsuza kadar değiştirdi. Onlara minnettarım; minnettarız… 15 Temmuz gecesinde, namuslular, namussuzlardan daha cesur olduklarını kanıtladılar. Bu ülkenin insanı olmaktan gurur ve onur duyuyorum!
15 Temmuz, ‘yeni Türkiye’nin ‘eski Türkiye’yi alt ettiği gecedir; ama bu mücadele bitmedi. Bitmez de… Aksine, ülkemizi Mısır, Ukrayna, Suriye ve Irak karışımı bir ülke haline getirmek isteyen güçlerin bundan böyle de vargüçleriyle Türkiye üzerine abanmaya devam edeceklerini unutmamalıyız. Kazanmanın tek bir formülü vardır: Cesur, kararlı, dirençli ve akıllı olmak!