Türkiye dönüp dolaşıp hep aynı yerlerde patinaj yapıyor ve işin kötüsü bu sorunların çoğu halk için gerçekte bir problem de değil; halk bu problem alanlarını kendi içinde zaten bir şekilde çözmüş. Tabii ki burada her şeyin güllük gülistanlık olduğu iddiasında değilim ancak halk arasında yazılı olmayan zımni bir anlaşmanın varlığından bahsediyorum.
Ancak siyasilerimiz ve elitlerimiz ısrarla kendi tahayyül, korku ve endişelerini halka aşılamaya çalışıyor ve bunu yaparken de çoğu kez halkın asıl sorunlarını görmezden geliyor –gerçekte bilmiyor- ve üstüne de kendi davalarına sahip çıkmasını istiyor.
***
Sünni ya da Alevi, Türk ya da Kürt, Müslüman ya da gayrimüslim olsun insanlar sınırları bir şekilde önceden belirlenmiş bir ilişkiler ağı içinde yaşıyor. Bu sebeple de Kürt bakkal, Laz kasap, Ermeni terzi, Türk manav, Çerkez tüccar ve daha niceleri aidiyetleri ile beraber ortak bir sosyal ilişkiler ağının parçası olarak aynı mahallelerde yaşayabiliyordu ve her şeye rağmen –bu farklılıklar azalsa da- hala da yaşıyor.
Geçmişten günümüze devletin, siyasilerin ya da derin güçlerin manipülasyonu olmadıkça da kimse bu sınırları kolay kolay aşmıyor. Aşmadığı için de ne dini ne de etnik aidiyetler bir çatışma sebebi olmuyor.
Burada halk içinde şiddete yönelebilecek bir damarın olmadığı iddiasında değilim; bu damarın harekete geçebilmesi için çok güçlü bir dış müdahalenin olması gerektiğinden bahsediyorum. 6-7 Eylül olayları, Maraş, Sivas, Kırıkhan, Madımak gibi katliamlar hep bu damarın hunharca harekete geçirilmesi ve maalesef devletinde bunu önlemek için üstüne düşen vazifeyi yerine getirmemesinden kaynaklanmıştı.
Ancak, tüm bu müdahalelere rağmen bu çabaların genele baktığımızda başarısızlıkla sonuçlandığını da görmemiz gerekiyor.
Bugün bu topraklarda akan bunca kana rağmen bir Türk-Kürt iç savaşı yaşanmıyorsa, onca katliama rağmen Aleviler ve Sünniler birbirine girmemişse bütün bunları halkın çoğunluğunun ferasetine bağlamaktan başka şansımız yok. Çünkü halkın derdi başka!
İşsizliğin başını alıp gittiği, insanların mesleksizlik kıskacında asgari ücrete mahkum olduğu buna karşılık beklentilerinin arttığı, eğitimin sisteminin iflas ettiği, adalet anlayışının zedelendiği, güvenlik kaygısının had safhaya çıktığı ve demokratik işleyiş konusunda derin endişelere kapıldığı bir dönemde siyasetin hala eski usullerle yürütülmeye çalışılması kabul edilebilir değil.
Erdoğan’ı ve Ak Partiyi diğerlerinden farklı kılan, devletin ve siyasetin normal şartlarda yapması gereken ama düne kadar yapmadığı asgari işleri yapması idi. Ancak 2012 sonrası Ak Parti de siyasette ciddi bir gerileme içinde.
16 yıllık tek parti iktidarında yeni bir nesil yetişti ve bu nesil geçmişin yaşanmışlıkları ile fazlaca ilgilenmiyor ve bilmek de istemiyor. Daha çok önüne bakan bir nesil var ve beklentileri ebeveynlerinden oldukça farklı.
Erdoğan dünün ezilen ve dışlanan muhafazakar çevrelerin yükselişini temsil ediyordu ancak yeni nesil ne 28 Şubat’ı ne de diğer yaşanmışlıkları biliyor; .dolayısıyla hayatı kendi yaşanmışlıkları üzerinden okudukları için de eski kuşakların korkularına esir değiller. Bu gerçek muhafazakar olmayan çevreler için de geçerli.
Müftülere nikah kıyma yetkisi verilmesi üzerine yapılan tartışmalarda bunu açıkça görüyoruz. Halkın geneli bu tartışmaları umursamazken sadece Ak Parti ile CHP ve laikperest cephenin eski öncülleri bu tartışmaya yalın kılıç atılmakta.
***
Bu ilgisizlik geçmişe nazaran Ak Partinin de ciddi bir sıkışmışlık içinde olduğunu gösteriyor halbuki düne kadar gündemi belirleyen hep Erdoğan ve Ak Parti olmuştu. Son günlerde halkın genelini rahatsız eden adımların sıklıkla atılması ve yükselen sesler nedeniyle geri adımların atılması ciddi bir yorgunluğa işaret ediyor. Bazı alanlardaki sessizlik ise son derece tedirgin edici!
Ve toplumun bir çıkış arayışı içinde olduğu ve geçmişteki Ak Parti gibi umut verecek yeni bir hareket beklediği ise açıkça görülüyor. Erdoğan’ın karizması hala yerli yerinde dururken böyle bir oluşum çıkabilir mi yaşayıp hep birlikte göreceğiz.