Hürriyet’e ve Ahmet Hakan’a yönelik saldırılar, daha doğrusu hem bu saldırılara zemin hazırlayan, hem de olduktan sonra asgarileştirmeye ve mazur göstermeye çalışan söylemler hakkında 3 Ekim’de yazdıklarıma (bkz Çifte standarda sıfır tolerans (3)), gerek yakın çevremden, gerekse bir kısım okurdan sırf destek mesajları değil, kimi yazılı kimi sözlü katkılar da geldi. Bunlardan bir kısmını aktarıyorum.
* Melih Altınok’un 19-20 Ekim makalelerinde “Neymiş… gazetenin kapısının camı çatlamış… Gençler, bu acı gelişme [Dağlıca] henüz sıcaklığını korurken, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın … sözlerini halkı galeyana getirmek için çarpıtan gazeteyi protesto etmiş” gibi ifadeler kullandığını aktarmıştım. Bu tutuma tepki duyan bir arkadaşım, bu yolla asıl Boynukalın ve ekibinin “galeyan”ının savunulmak istendiğini kaydediyor: “Ne var canım, gençlerin öfkesi biraz aşırı kaçtıysa? Bu yolla, kendimizi yakın hissettiğimiz bütün şiddet eylemlerinin ‘tahrik olmak’ veya ‘galeyana gelmek’ üzerinden apolojisini kurmak mümkündür.” Evet, ben de böyle bir yığın örnek sayabilirim tarihten. Ömer Seyfeddin’in Ashab-ı Kehfimiz’inin sonlarında, milliyetçi Türk gençliği galeyana gelip, marşlar ve sert adımlarla (yazarın iyiden iyike karikatürize ettiği) bir takım liberal ve kozmopolitlerin üzerine yürür, dergilerini yakıp yıkar, yerle bir eder. Mussolini’nin Faşist gençliği, squadristi’si, Kara Gömleklileri galeyana gelir; ortalıkta komünist, sosyalist, sosyal demokrat, liberal, parlamentarist, savaş karşıtı bırakmaz; hepsini tarümar eder. SA’lar ve Hitlerjugend (Hitler Gençliği) galeyana gelir; 9 Kasım 1938’in “Kristal Gece” veya “Kırık Camlar Gecesi”nde (Kristallnacht) Yahudilerin evleri, iş yerleri ve sinagoglarının üzerinden silindir gibi geçer. 4 Aralık 1945’te Türk gençliği — aynen Ömer Seyfeddin’in 1919’da öngördüğü gibi, ama bu sefer gerçek hayatta — “kızıllara” karşı milliyetçi duygularla coşup Tan matbaasını basar, kırıp döker, gazeteyi artık çıkamayacak hale getirir. 6-7 Eylül 1955’te bir başka galeyan İstanbul’un Rumları ve diğer gayrimüslimlerini; 1966-76 arasındaki Çin “Büyük Proleter Kültür Devrimi”nin Kızıl Muhafızlarının “burjuva yolcu”1arına karşı galeyanı, parti ve devlet yönetiminde biraz aklı selim sahibi olup barış ve istikrarı korumaya çalışan herkesi; aynı yılların Türkiye’sinde Ülkücülerin, Bozkurtların galeyanı bütün solu, sol örgütlerin galeyanı ise hem iktidarı hem birbirlerini hedef alır. 2013 yaz başında Gezi gençliği galeyana gelir, sokaklarda barikat kurup ateşler yakarak Paris Komününü yeniden kuruyoruz havalarına girer; 6-8 Ekim 2014’te YDG-H galeyana gelir, PKK’lı olmayan Kürtleri IŞİD’ci diye katletmeye koyulur. Bu öfke, heyecan, galeyan ve “biraz aşırılık” meselesi, ilginçtir vesselâm.
* Bir başka arkadaşım ise şu fikirde: İktidara yakın bir kısım medya’nın, faraza Cem Küçük ve Ersoy Dede’lerin hedef seçtikleri insanlara karşı kullandığı türden bir dil ve benimsediği kadar aşırı bir saldırganlık, “AKP’nin kendi dışına, muhalefete, öteki partilere karşı mücadelesiyle açıklanamaz. Bu sertlik dozajı, ancak büyük bir iç kapışmayla; AKP içinde bizim belki pek farkına varmadığımız ölçüde birşeylerin dönüyor, giderek ayrışan taraflar arasında kıyametin kopuyor veya hiç olmazsa bir taraftakilerce kopmasının isteniyor olmasıyla açıklanabilir.” Bunu söyleyen kişi benim gibi soldan geliyor ve solun hem genel, hem Türkiye’ye özgü tarihini iyi bildiği için, en katı düşmanlıkların dışarıya değil içeriye dönük iktidar mücadelelerinden kaynaklandığının farkında; tahminini bu temele oturtuyor. Katılıyorum ama şunu da eklemek isterim: Durup dururken çıkmış bir çatışma değil bu. Sırf şahsiyat etrafında da dönmüyor. Belirli bir içeriği var. Hissedilir bir hal almaya başlayan saflaşmanın ardında, AKP’nin ve Türkiye’nin geleceğine ilişkin iki farklı yönelim yatıyor. Bu, asimetrik bir kamplaşmaya dönüşüyor. Ve her zaman olduğu gibi, en katı, radikal, amansız, uzlaşmaz, tekelci ve hegemonyacı konumdakiler, aynı zamanda en kavgacı, en mütecaviz kesiliyor. Geçmişte de ılımlılar aşırılara, reformcular ihtilâlcilere, demokratlar otoritarizm yanlılarına değil, tersine, aşırılar ılımlılara, otoritaristler demokratlara, ihtilâlciler reformculara saldıragelmiştir. Bugün de AKP’nin mutedil, legalist, çoğulcu, uzlaşmacı Jirondenleri, epistemolojik özgüveni tavana vurmuş Jakobenlerinin tahakküm taarruzuna maruz kalıyor. Ve bana göre, AKP’nin kendini yenileyip giderek genişleyen, ferahlayan, ülke çapında tansiyonu düşüren bir yolda ilerleyebilmesi, 1925-27 Kemalistlerini çağrıştıran “sağlam irade”ci Jakobenlerinin değil, normalleşme, bütün kesimlerle konuşabillme ve koalisyon(lar) kurabilme yanlısı Jirondenlerinin başarısına bağlı.
* Tam bu noktada, bir okur mektubunun iki ayrı yerini alıntılayacağım. Önce, 3 Ekim tarihli Taraf üzerinden muhalefetin sathîliği ve kolaycılığına dikkat çekiyor. (a) “Özeti, saldırıyı Erdoğan yaptırdı. Her zamanki yüzeysel propaganda. Bazıları bütün entelektüel kimliklerini bir tarafa bırakıp sadece Erdoğan’ın kişiliği üzerinden yürüyen acayip sığ, hamasî bir ajitasyona saplandı. ‘Bunlar tarafsız basını susturmak istiyorlar’ vurgusunun dışına bir santim çıkmıyorlar. Bütün muhalefet ‘malzemeye’ yükleniyor.” Öte yandan (b) “Senin de yazdığın gibi, iktidar cephesinin günahları asla ikincil değil ve gittikleri yön kötü. Yazında ismi geçen yazar ve yazılar gerçekten vahim. Bu adamlar öne çıkartılıyor ve bu hiç iyiye alamet değil. İktidar üslûbunu belirleyen denge bozuluyor. Yine yazında adı geçen, aklı başında muhafazakâr medya unsurları itibarsızlaştırılıyor. Mutlaka bu yayın politikası kendiliğinden, denetim dışı oluşmuyordur. Hem genel olarak muhafazakâr hareketi ve AKP’yi hizada tutmak, hem de muhalefete karşı sert bir duruş göstermek yolunda, adetâ partiden bağımsız bir medya oluşturup, en nitelikli basın adamlarını sistematik olarak aşındırmak istiyorlar. Bunu vahim buluyorum.”
* Etyen Mahçupyan çok önemli üç yazı yazdı son günlerde: AKP’ye ev ödevi (1 Ekim); Vasatlık tuzağından çıkılırsa (4 Ekim); Üst akıl ve kalite açığı (6 Ekim). Etyen kadar olmasa bile, benim de muhafazakâr kesimden genç Müslüman aydınlarla biraz tesadüfî karşılaşmalarım oluyor zaman zaman. Bir yandan, etkileyici bir düşünsel birikime sahipler ve artık benzerlerini sol kanatta hemen hiç göremiyorum. Diğer yandan, AKP’ye ne kadar eleştirel baktıkları, giderek soğudukları, hattâ bazılarının AKP’li olmama/gözükmeme yarışlarına yöneldiği, bunu neredeyse bir gösteri konusu haline getirdiği dikkatimi çekiyor. Bu eleştirellik (mealen) “doğru dürüst bir genç entellektüel elit geliştirip önünü açacağınıza, ortaya çıkara çıkara Boynukalın gençliğini ve Osmanlı Ocaklarını çıkardınız” türü bezmişlikleri de kapsamakta. AKP ve hükümet liderliğinin, bu tesbitler üzerinde düşünmesi gerektiği kanısındayım.
* Aldığım son bir e-posta mesajı da şöyleydi: “Hocam yazınız, özellikle başka bir şekilde tetikçilik yapan karşı basında malzeme oldu. Cihan Haber Ajansı da yazınızı kullandı. Başka yerlerde de kes yapıştır yöntemleriyle kullanıldı.” İki de link iliştirmiş yazan arkadaşım, Birgün ve Cihan web sitelerine. Ben de kendisine (5 Ekim’de) şöyle bir yanıt verdim:
“Olabilir. Bunu göze aldım. ‘Karşı taraf bunu kullanır’ diye düşünürsen, hiçbir zaman hiçbir eleştiri yapamazsın. Solda bunu çok yaşadık zaten. Hele bu noktada artık hiç pabuç bırakamam. İstedikleri kadar da tahrif etsinler. Benim ne dediğim ortada. Biz Serbestiyet’te ne yapmak istiyoruz? Bir ‘ara yüz’ inşa etmek. Ancak böyle böyle olacak.”
Sebestiyet, 07.10.2015