Tarih hakikati keşfetme ve uygulama iddiasıyla geliştirilmiş ütopyalarla dolu. Dinî, lâdinî, sosyalist, nasyonal sosyalist, hangi çizgiden olursa olsun ütopyaların hepsinin temel özelliği evrensel hakikati keşfettiklerini ve bu hakikat üzerinde yeryüzü cenneti kurulabileceğini iddia etmeleri. Bu ütopyalarda para, özel mülkiyet, ticaret, pazar için üretim, zenginlik, tüketim, lüks, maddî eşitsizlik ve rekabet daima kınanır, lânetlenir.
Bu olgu iki suali gündeme getirir: 1) İyi toplum-sistem hakikat üzerine inşa edilen sistem midir? 2) Günümüz dünyasında toplumları-sistemleri hakikat üzerine inşa etmek mümkün müdür?
Her kültürde hakikati bulmak ve toplumsal sistemi onun üzerinde kurmak gerektiğini savunan kişi, grup ve akımlar karşımıza çıkar. Bunlar, böylece bütün beşerî problemlerin ebediyen ortadan kalkacağına inanır. Ancak, hakikat üzerine toplum ve siyasî-ekonomik sistem kurma teşebbüsleri kaçınılmaz olarak ya kaos yaratır ya da insanların köleleştirilmesiyle sonuçlanır.
Hakikat nedir? Bu sorunun cevabı, ilk etapta sanılabileceğinin aksine, çok zor ve karmaşıktır. Hangi hakikat? Hakikat bir tane değil pek çok. Başka bir deyişle, geniş bir toplumda hem çok sayıda hakikat alanı hem de her alanda çok sayıda hakikat iddiası bulunur. Hakikat imparatorluğu çok sayıda hakikat üzerinde kurulamayacağından hakikatlerin, en azından kilit alanlardakilerin, teke indirilmesi gerekir. Bu nasıl yapılabilir? Bize bunu yapmada ne-kim rehberlik etmelidir? Din mi? Bilim mi? Tarihî bir lider mi? Hangi din, bilim, lider? Bir hakikat grubu kendi hakikati peşinde gitmede ısrar ederse ne olur? Belli bir hakikat uğruna diğer hakikatlere bağlı insanların bastırılması, köleleştirilmesi veya yok edilmesi meşru mudur?
Bazılarının sandığının tersine hakikat üzerine iyi bir sistem kurulamaz. Tek hakikat olsa bile insanların onu arama, anlama ve yansıtma yolu çoktur. Çoğu zaman hakikati anlama ve hakikate ulaşma yol ve yöntemleri hakikatin kendisi kadar önemli. İnsanların hakikatin ne olduğu üzerinde tam bir mutabakata vardığı bir toplum var olmadı, olamaz. İyi toplum toplumsal hayatın ortak hakikatlerden çok barışçıl birlikte yaşama kurallarına dayandığı toplumdur. Bu toplumlarda herkesin hakikati kendinedir. Kimse kimseye hakikat dayatma hakkına sahip olduğunu iddia edemez.
Hakikatin ne olduğunda bütün insanları veya insanların ‘ezici’ çoğunluğunu uzlaştıramayız, fakat farklı hakikatlerin izleyicileri arasında çıkan ihtilâfların nasıl çözüleceğiyle ilgili kurallar üzerinde hemfikir olabiliriz. Kimse kimseye hakikat dayatamayacağı gibi, devlet de topluma bir hakikat dayatamaz. Hakikat devletleri baskıcı, zorba, insanları köleleştiren devletlerdir. Zorbalığın ne adına -din, bilim, ideoloji, ahlâk, ırk, ulu önder vs.- yapıldığı zorbalığın yanlış ve zulmedici olduğu gerçeğini değiştirmez.
Hakikatçi devlet sınırsız devlettir. Onun alternatifi bir hakikate dayanmayan sınırlı devlettir. Sınırlı devlet farklı hakikatlere ve değişik mutluluk anlayışına sahip vatandaşları barış ve ahenk içinde bir arada tutabilir ve onlara kendi yollarında ilerleme imkânı-fırsatı verir. Amerikan Bağımsızlık Beyannamesi’nin yazarı ve 3. ABD Başkanı Thomas Jefferson sınırlı devleti şöyle tanımladı: “İnsanları birbirine zarar vermekten alıkoyan, böyle yapmadıkları sürece onları kendi gayretlerini ve iyiliklerini düzenlemede serbest bırakacak olan akıllı ve sade devlet.”
Özgürlükçü bir ülke olma iddiasındaysak devlet herhangi bir hakikat adına bireylerin özel alanlarına girmemeli. Başka insanların haklarını ihlâl etmedikleri sürece bireylere karışmamalı. Kendi hakikatlerini koruma ve geliştirme görevini yine insan haklarına saygı çerçevesi içinde kalmaları şartıyla o hakikate inananlara bırakmalı.
(*) 16 Aralık 2011’de Zaman’da yayımlanan “Hakikatin krallığı, insanın köleliği” başlıklı yazımın kısaltılmış ve güncellenmiş hâli.
Yeni Yüzyıl, 01.01.2016
http://xn--yeniyzyl-b6a64c.com.tr/makale/hakikat-ve-bireysel-ozgurluk-730