Sonbaharda Gezi Kalkışması benzeri olaylar çıkartmak istendiği yolunda haberler hükümette ve bazı toplum kesimlerinde endişe yaratmışa benziyor. Bu yüzden, özellikle üniversite ve stadyumlarda yeni güvenlik tedbirlerinin alınması gündemdeymiş. İlkinde, özel güvenlik geri çekilerek yerine polis yerleştirilecekmiş. İkincisindeyse, küfretmek ve siyasî slogan atmak yasaklanacak, elektronik bilet satışına geçilecek ve yüz tanıma sistemleri kullanılacakmış.
Bir toplumun aşırı siyasîleşmesi pek arzuya şayan olmayan bir durum. Meselâ, spor alanlarında siyasî tartışma olmaması istenir; çünkü, örneğin futbol maçlarında, bir kısım seyircinin şu veya bu istikamette siyasî slogan atması siyaset teorisinde ‘ahlâkî tehlike’ dediğimiz şeyin vuku bulmasına yol açar. İçinde muazzam bir çeşitliliği barındıran milyonlarca kişilik bir taraftar camiasının haksız biçimde topluca bir siyasî görüşün mensubuymuş gibi algılanmasına sebep olur. İlâveten, sporun ruhuyla da bağdaşmaz. Spor taraftar kitlesini kendi içinde birleştirirken, siyasî tezahürat bunu bozar. Kuşku yok ki aynı şey üniversitelerin açılış-kapanış törenleri için de geçerlidir.
Ne yazık ki Türkiye stadyumlarda ayrımcı siyasî sloganlarla (Onuncu Yıl Marşı’nı okuma saçmalığını görmezden gelirsek) birkaç yıl önce Galatasaray’ın yeni stadının açılışında tanıştı. Bir holding ailesinin bir mensubunun teşvik ettiği iddia edilen bir organizasyonla, stadın yapımına çok emeği geçen, hatta ilgili kulübü bir anlamda kayırdığı söylenen Başbakan yuhalattırıldı. Bunu başka benzer olaylar izledi. Gezi’den efsane çıkartmak ve mümkün olan her yeri hükümete muhalefet etme zeminine çevirmek arzusu bazılarının Erdoğan’a duyduğu çılgınca kişisel nefretle birleşince bu tür sevimsiz tezahüratların meydana gelme ihtimali artıyor.
Hükümetin endişesini anlamakla ve stadlarla üniversitelerin tahakkümcü sekteryen siyasî eylemlere sahne yapılmasını yanlış bulmakla beraber, probleme yalnızca güvenlik açısından yaklaşılmasının iki bakımdan yanlış olduğunu düşünüyorum. Birincisi, üzerinde konuştuğumuz olayların niteliği yüzünden, yüzde yüz başarılı olacak bir güvenlik tedbirinin bulunmaması. Buna bağlı olarak, her tedbirin muhtemelen ilâve bir tedbir gerektirmesi ve bu sürecin sonunda baskıcı bir güvenlik çemberi yaratılması ihtimalini beslemesi. İkincisi, şık olmaktan uzak ve sevimsiz de olsa, stadlarda ve üniversite törenlerinde siyasî tavır koymanın, özgürlük kapsamına girmesi. Özgürlük, her zaman, doğru bildiğimiz, bizi rahatsız etme- yecek şeylere yol vermez, tersi de olabilir. Demokraside, baz problemlere tahammül etmekten ve onların kendi içinden çözülmesini beklemekten başka yapacak bir şey yok.
Stadlarda ve üniversite törenlerinde dışlayıcı siyasîleşme, zamanla, kendi içinden çözüme ulaşacaktır. Siyasî slogan atan gruplar, daha geniş taraftar veya öğrenci kitlesi tarafından dışlanacak, kınanacak ve uyarılacaktır. Kulüpler ve üniversiteler bıkacak, kendileri buna engel olma yolları arayacaktır. Ateşli grupların harareti zaman içinde düşecektir. Toplumun sağduyusuna güvenmek ve bu tür meseleleri olağan güvenlik sorunu olarak görmemek, özgürlüğü boğacak tedbirlere yönelmemek en doğrusudur.
Tencere tava çalma, Taksim’de gösteri yapma ve basın bildirisi açıklama gibi eylemlere de bu çerçevede bakılabilir. Hepsinde özgürlük esas, yasaklama istisna olmalıdır. Tencere-tava çalma hakkında söylenebilecek, eylemin abartılmaması ve başkalarına kasıtlı rahatsızlık vermeye dönüştürülmemesi gerektiğidir. Taksim ifade özgürlüğü açısından önemli bir yer. Burayı tamamen gösterilere kapatmak yerine, 1 Mayıs’ta büyük diğer günlerde küçük gösterilere açık tutmak uygun olur. Kamusal hayatı aksatmamak, işgallere kalkışmamak ve şiddet kullanmamak şartıyla, istisnasız her grup, her konuda destek ve protesto gösterileri düzenleyebilmeli, basın açıklaması yapabilmelidir.
Söylem aşırılıklarının çözümü özgürlüğü kısıtlamaktan geçmez. Tam tersine, özgürlükleri geriletmek aşırılıkları hem meşrulaştırır, hem azdırır. Radikallerin, fanatiklerin en çok korktuğu özgürlük alanının genişlemesi, en çok sevdiği, özgürlük alanının daralmasıdır. Hükümet yapacağı her türlü düzenlemede bu tarihî gerçeği göz önünde tutmalıdır.
Bu yazı Yeni Şafak Gazetesi‘nde yayınlanmıştır.