Cumhurbaşkanı Gül’e hiç ama hiç katılmıyorum.
Bütün büyük devletlerin birer Kırmızı Kitap’ı olurmuş; önemli olan bunun olup olmaması değil, içinde ne yazılı olduğu, yani doğru analizler yapılıp yapılmadığı imiş… Böyle söylüyor.
İşte “devlet adamlığı” ile siyasetçilik arasındaki fark böyle bir şey. Korkarım ki politikaya soyunanlar siyasetçilikten uzaklaşıp devlet adamlığına yaklaştıkça böyle oluyor; temsili demokrasinin en temel ilkelerini unutuyorlar.
Bana kalırsa tam tersine, içinde ne yazıldığı elbette önemlidir (ki buna geleceğiz) ama asıl önemli olan bu değildir. Asıl önemli olan, böyle bir belgenin var olmasıdır.
Düşünün ki, seçim yapıyoruz, partiler seçilirlerse ülkeyi nasıl yöneteceklerine dair program açıklıyor yani bize sözler veriyorlar; seçimle gelen temsilciler aralarından bir bakanlar kurulu seçiyor. Yasama tamam, yürütme tamam, yargı zaten tamam. Ama sonra bir bakıyoruz, ülkenin nasıl yönetileceğine ilişkin en temel politikalar bu temsilcilerin dışında bir yerlerde kotarılıyor. Üstelik, belirlenen bu politikalar temsilcilerden bile gizleniyor!
Böyle bir demokrasi olabilir mi?
Ayrıca unutmayalım ki, bazı yanlışların başka ülkelerde uygulanması, onları doğrulamak için kanıt oluşturamaz. Eğer bütün büyük devletlerde işler böyle yürüyorsa; bütün büyük devletlerde seçilmişler bir tarafa itilip asker sivil bürokratları, gizli servis başkanlarının birtakım politikacıları da yanlarına alıp kapalı kapılar ardında tespit ettikleri politikalar yürürlüğe sokuluyorsa, yapılması gereken şey o ülkelere ayak uydurmak değil, o büyük devlet halklarının da gözünü açıp kendilerine yapılan bu saygısızlığa, bu oligarşik yönetime dur demesini dilemektir.
***
Deniyor ki, Kırmızı Kitap’ta belirlenen siyasetler devletin milli güvenliğini ilgilendiren, o yüzden de sadece dar bir çevre tarafından bilinmesi gereken siyasetlerdir.
Peki neymiş bu devlet güvenliğini ilgilendiren ve seçilmişlerin bilmesi bile yasak olan siyasetler?
Bu konuda kafası karışık olanlar için 2005’te MGSB yenilenirken basına sızan tartışmaları hatırlatmak isterim.
Mesela, o zaman basına sızan bilgilere göre, MGSB’nin yeni versiyonunda “iç güvenlik tehditlerine karşı ordunun kullanılması, gerekli görüldüğü zamanlarda tehditlerin ortadan kaldırılması için idareyi ele alması” ile ilgili bir bölüm vardı ve bu bölüm basına sızınca tıpkı şimdiki gibi “kim sızdırdı” soruşturmaları başlatılmıştı.
Yine 2005’te hazırlanan belgede, sosyal ve ekonomik sorunların, artan suç oranlarının, bölgesel gelişmişlik farklarının, devletin yeniden yapılandırılması gibi konuların iç tehdit unsurları arasına girdiğini öğrenmiştik. Fener Rum Ortodoks Patrikhanesi’nin mevcut statüsünü aşma çalışmalarına ve Heybeliada Ruhban Okulu’nu açma çalışmalarına engel olunması da yeni belgedeki öneriler arasında yer almıştı. Yine AB’ye üyelik, devletin yeniden yapılanması, mahalli ve kültürel özellikler gibi konular da Kırmızı Kitap’ların çeşitli versiyonlarında yer alan konular arasındaydı.
Şimdi sorarım size: Bir ülkede devletin yeniden yapılandırılması yani demokratikleşme ve sivilleşme adımları iç tehdit unsurları arasında sayılıyorsa, izlenecek Kürt politikası, AB politikası, Ruhban Okulu’nun açılıp açılmaması kararı bile Meclis’ten kaçırılıp Kırmızı Kitap’la belirleniyorsa böyle bir ülkede milletin hakimiyetinden söz edilebilir mi?
Aslında Kırmızı Kitap’ın halktan ve temsilcilerinden gizli tutulmasının sebebi, içinde yazılı olanlar değil. Bütün bunların parlamentoda açıkça tartışılıp karara bağlanmaması için hiçbir sebep yok. Asıl gizli tutulmaya çalışılan şey, bütün temel politikaların Meclis dışında belirlendiği gerçeği, asıl gizlenmeye çalışılan bu… MGK’nın Meclis’in üstünde, temel siyaset belirleyici olarak devrede olduğu gerçeği saklanmaya çalışılıyor. Ve bu da, her zaman olduğu gibi, yine milli güvenlik, devlet sırrı gibi kavramların arkasına saklanılarak yapılmaya çalışılıyor.
***
Milli Güvenlik Kurulu ve Milli Güvenlik Siyaset Belgesi’ni birbirinden ayıramayız. Bildiğiniz gibi, Milli Güvenlik Siyaset Belgesi MGK’nın bir ürünüdür ve her ikisi de temsili demokrasinin ana fikrine aykırıdır.
Nitekim, bugün Milli Güvenlik Siyaset Belgesi’nin varlığını savunan Cumhurbaşkanı Gül, bundan bir süre önce de MGK konusunda bir açıklama yapmış ve MGK’nın genişletilerek demokratikleştirilmesini (!) savunmuştu. Gül’e göre, eğer MGK’ya muhalefet partisi liderleri de katılırsa gerilimler azalabilir, daha sağlıklı bir işleyiş kurulabilirdi.
İnsanın sorası geliyor: Muhalefet liderlerini de MGK’ya taşıyıp onu daha da güçlendirdiğiniz zaman Meclis’i ne yapacaksınız? İyice göstermelik hale getirmiş olmayacak mısınız?
Gül’ün hem Milli Güvenlik Siyaset Belgesi, hem de MGK için savunduğu bu model, normal bir demokraside parlamento ve hükümetin yetkisinde olması gereken en temel kamu siyasetlerini demokratik çoğunlukların kontrolünden çıkararak “Devlet” katına yükseltmenin ve bu alanı askeri ve sivil bürokrasiye tahsis etmenin modelidir. O zaman ülkeyi kimin yöneteceğini belirlemek için seçimler yapmak da neredeyse anlamsız hale gelecektir. Oysa, bir demokraside milli güvenlik dahil olmak üzere temel siyasetler konusunda karar yetkisi ve bunun siyasi sorumluluğu hükümetlere ait olmak zorundadır.
Dolayısıyla ihtiyacımız, Milli Güvenlik Siyaset Belgesi’nin “doğru analizlerle” yazılması değil, hiç yazılmaması; MGK’nın genişletilmesi değil Anayasa’dan tamamen çıkarılmasıdır.
Bugün, 10.02.2010