Avşar: 10 aydır kimsenin ölmediği bu süreç ‘çözüm’ değil ‘yaşam’ aslında. Kimse ölmüyor ve siyaset yapılıyor. Zaten AK Parti’ye veya BDP’ye oy veren Kürtler kendilerini Türkiyeli hissetmeseler böyle bir mücadeleye de girişmezlerdi.
Türkiye’nin gündemi değişse de en değişmez ve en hayati meselesi malum Kürt meselesi. Çözümün neresindeyiz? Hangi noktada tıkandık? Düğümlerin çözülmesi için ne yapılabilir? Süreç “etnik siyasi talepleri olan Kürtler” tarafından nasıl algılanıyor?
Bu haftaki konuğum sürgünle Batıya gelmiş, gündelik hayatı siyaset olan bir ailede (Rizgari, Ala Rizgari gibi siyasi akımlardan gelen bir aile) büyüyen ve haliyle erken yaşta siyasi bilinç edinen, sonradan aktivizmi hayat biçimi olarak seçen Avukat Gülçin Avşar ile konuştuk.
Avşar kamuoyunun “taş atan çocuklar” diye bildiği Terörle Mücadele Kanunu mağduru çocuklarla ilgili önemli bir inisiyatifin başını çekenlerden biriydi. Çocuklar İçin Adalet Çağrıcıları, devlete bu konuda yapması ve yapmaması gerekenleri hatırlatırken aslında aktif siyaset üretiyordu. Daha sonra da PKK’ya yapılan bir çağrıya ilk ses verenlerden oldu Gülçin Avşar. “Benim İçin Ölme/Öldürme” inisiyatifinde PKK’ya “dur”” diyen Kürt gençler “Benim haklarımı dillendirmek/korumak için kullandığın yöntemi tasvip etmiyoruz. Senin ölmeni de karşındakini öldürmeni de doğru bulmuyoruz, hakların savunusunu siyasi yolla, konuşarak da yapabilirsin” diyorlardı. Nitekim şu an Türkiye bunu yaşıyor.
Şükür ki silaha karşı siyasetin hükmü işliyor.
Malum, Kürt meselesinde sadece iki taraf varmış gibi bir algı olsa da durum öyle değil. Siz de Kürt kimliğinizle ve politik tutumunuzla bir yerde duruyorsunuz. Neresi orası?
Doğar doğmaz kendimi Kürt meselesinin içinde buldum. Baştan sona Kürt refleksleriyle yaşamış, bu alanda mücadelelerde bulunmuş, Rizgari, Ala Rizgari gibi siyasi akımların içinden gelmiş bir ailede büyüdüm. Batıda büyüyen herhangi bir Kürt ailenin çocuğu gibi değil de sürgünle Batıya gelmiş gündelik hayatı da siyaset olan bir ailede büyüdüm ben.
Haliyle çok erken yaşta bir siyasi bilinç edindiniz?
Tabii. İlkokula kadar evde başka bir siyaset, başka bir dünya var okula başlayınca da farklı bir dünyayla karşılaşıyorsunuz haliyle. Buraya kadar tercihe bağlı olmasa da sonrasında ve üniversite yıllarında aktivizmin içinde yer almamla da özel olarak Kürt meselesiyle ilgili çalışmalar içine girdim.
TMK MAĞDURU ÇOCUKLAR İÇİN SİYASET YAPTIK
TMK mağduru çocuklarla ilgili çalışmada da aktiftiniz?
Çocuklar İçin Adalet Çağırıcıları içerisindeydim. Bildiğiniz gibi, Terörle Mücadele Kanunu (TMK) eliyle yaratılmış bir adaletsizlik ve çocuklara yönelik ağır hukuki yaptırımlarvardı. Evrensel hukuka ve hatta Türkiye hukukuna aykırı uygulamalar, TMK’ya dayandırılarak çocuklara uygulanıyordu. Biz Çocuklar İçin Adalet Çağırıcıları içerisinde çocuk haklarına aykırı bu hükümleri değiştirmek için aktif şekilde siyaset yaptık. Herhangi bir sivil toplum çalışması gibi olmadı bu çalışma. Yalnızca sorunun ne olduğunun tespitini yapmakla kalmadık, doğrudan yasal değişikliğin nasıl olması gerektiğini de söyleyerek bu değişikliğin yapılması için uğraştık.
Siyasiler üzerindeki etkisi kadar toplumsal farkındalık yaratması da çok önemliydi bana göre. Bu sayede değişiklik talebi toplumsal destek kazanmadı mı?
O çalışmanın en güzel tarafı her ikisini birden yapabilmesiydi. “Biz bunu istiyoruz”u dayatırken mevcut hukuk içinde bunun nasıl olması gerektiğini de açıklayarak yaptık. Bu anlamıyla üreten çözüme dayalı bir siyasetti. Kamuoyunda tek başına farkındalık yaratmakla yetinmedik.
BENİM İÇİN ÖLME/ÖLDÜRME!
Çocuklar İçin Adalet Çağrıcıları devlete seslenirken Benim İçin Ölme/Öldürme PKK’ya yönelikti. Orada ne diyordunuz?
Şöyle oldu. Burada birkaç Kürt genci olarak PKK’ye “Benim haklarımı dillendirmek/korumak için kullandığın yöntemi tasvip etmiyoruz” dedik. “Senin ölmeni de karşındakini öldürmeni de doğru bulmuyoruz, hakların savunusunu siyasi yolla, konuşarak da yapabilirsin” dedik. Nitekim şu anda onu yaşıyoruz aslında.
HABER BÜLTENLERİ BİLE DEĞİŞTİ
Süreç yürüyor ama kimi sıkıntılar, belirsizlikler de yok değil. Bu haliyle süreç size nasıl görünüyor?
Benim her defasında hatırlatmaktan çok memnun olduğum bir durum var: 10 aydır bu süreç sayesinde, savaş nedeniyle kimse ölmüyor. Bu yaşadığımız “çözüm süreci” değil “yaşam” demek. Bunun altını hep çizmek lazım çünkü bu bizim normalleştiğimizi gösteriyor. Kimse ölmüyor ve siyaset yapılıyor. Siyasetin yapıldığı günlerdeyiz. Aslında barış sürecinde değil de siyaset sürecindeyiz, Kürt meselesini siyaset içinde konuşabiliyoruz. Bu hiçbir zaman aklımızdan çıkmaması gereken bir olgu bence. Çünkü şu süreçten önce artık 90 doğumlu çocukların öldüğü bir dönemdeydik, PKK’de 94, 95 doğumluları askerde 92 doğumluları kaybediyorduk. 30 yıllık bu sıcak savaş döneminde jenerasyonlar değişti ama yöntem değişmedi. Yıllardır çözüme dair hiçbir şey konuşmadan günler geçiyorken çocuklar ölüyordu. İçinde bulunduğumuz “yaşam süreci”nde haber bültenleri bile farklılaştı. Eskiden dördüncü, beşinci sırada görebileceğimiz haberler en önemli gündemimizi oluşturmaya başladı. Yani aslında olmamız gereken bir ortamda konuşmaya başladık. O yüzden süreç tıkandı mı tıkanmadı mı tartışmasından öte bir noktada kazanımlarımız olduğunu düşünüyorum.
SÜREÇ NORMAL SEYREDİYOR
Elbette, buna kıymet biçilemez. Ama pratikte bir duraksama olduğu da kesin süreçte. Bunu neye yoruyorsunuz?
Evet, üç-beş ay öncesine göre bir yavaşlama var ama bunun da normal bir seyir olduğunu düşünüyorum. Seçimler geliyor, partiler farklı dengeleri gözetmek zorundalar. Buna bağlı sertleşmeler ve sıkıntılar yaşanıyor. Ayrıca Öcalan ile görüşmeler çok sınırlı alanda yürüyor. Öcalan bu meselenin bir tarafı. Öcalan’la görüşmelerin o sınırlı alandan çıkarılması için bir şeyler yapmamız gerekiyor artık.
MÜZAKERE GÜNDELİK SİYASETE GİRMELİ
Öcalan “derin müzakere” talep ediyor. Bunun ne olduğunu biz bilmiyoruz. Siz ne olduğunu düşünüyorsunuz derin müzakerenin?
Devlet organlarıyla yaptığı görüşmeyi kastederek siyasetin dışında, siyasetin üstünde devletle Kürt meselesini konuştuğunu, sürecin böyle yürüdüğünü söylüyor. Ama ben bunu gündelik siyasete sokmak gerektiğini düşünüyorum. Öcalan’ın temasların artırılmasını talep etmesinin hükümet cephesinde de karşılık bulması gerektiğini düşünüyorum.
ROJAVA’DAN ÇOK SURİYE
Öcalan’ın son talepleri arasında basın mensuplarıyla görüşmesinin sağlanmasını ve süreci takip edecek “akil insanlar heyeti” gibi üçüncü bir göz oluşturulması da vardı. Derin müzakereyle acaba bunları mı kastediyor yoksa devletle Rojava’yı mı konuşmak istiyor?
Tek başına Rojava değil de Suriye’deki durumla ilgisi olduğunu düşünüyorum evet. Ayrıca bir yıl evvel süreci başlatan dinamiklerden birinin de Suriye’deki durum olduğunu düşünüyorum. Öcalan bunları da kastediyor, MİT’le olan görüşmesinin devam etmesinin yanı sıra aynı zamanda da siyaset üretmek istiyor. Ve gerçekten de bunun yolunu açmak gerekiyor. Çünkü burada herhangi bir “aracı” faaliyetten değil, bu meselenin aktöründen ve toplumsal karşılığı olan birinden bahsediyoruz. Öcalan’ı sevsin sevmesin, PKK’yi desteklesin desteklemesin, Öcalan’ın Kürtler üzerinde bir etkisi var. Ve bunun bir şekilde bu barış ortamında normalleşme sürecine katkıya çevrilmesi gerekiyor.
Çekilme durduruldu. Zaten kış aylarına girdik, pratikte devamı da imkânsız. E seçimler de yaklaşıyor, partiler pozisyonlarını koruyacak, dolayısıyla ateşkes sürecek ama süreç duracak. Böyle mi?
Başbakan demokratikleşme paketini açıklarken, içerikten evvel yaptığı sunum konuşmasında demokratikleşmede hangi noktada olduğumuzu gösterdi. Altını çizdiği birkaç husus vardı, bunun ilk olmadığı, evvelinin olduğu ve ileriye doğru evrileceğini söylemesi oldukça önemliydi. Demokratikleşme paketinin bir son olmadığını, hak ve özgürlük taleplerinin siyasal yollarla karşılık bulacağını vurguluyor. Her ne kadar silaha veya sürece bağlı olarak pazarlık konusu edilmemesi gereken birçok hak ve özgürlük sorunumuz olsa da bazı talepler silahın ve ölümlerin gölgesinde konuşulamıyordu. Bu anlamda 30 Eylülde açıklanan paketin içindeki pek çok şey bizim yıllardır yapılmasını beklediğimiz ve talep ettiğimiz değişiklikler. Halkın, bizlerin yine talep ettiği, iadesini istediği haklar var. Paketin sunumundan da anladığım kadarıyla bu taleplerin bir karşılığı olacağına ve demokratikleşme adımlarının durmayacağına inanıyorum. Üstelik seçim sürecinde hükümetin de buna siyaseten ihtiyacı olduğunu düşünüyorum.
BDP PAKETİ NEDEN BEĞENMEDİ?
Siyasi partilerin sürece dair tutumlarını, siyasetlerini nasıl buluyorsunuz?
Şu an Başbakan Erdoğan’ın Kürt siyasetçilere, BDP’ye yönelik bir tepkisi var. Bu da bir bakıma psikolojik boyutuyla anlaşılabilir bir şey.
Nasıl?
Demokratikleşme paketinde aslında Kürtlerin yıllardır istediği birçok şey gerçekleşiyor ama Kürtler tarafından sanki yeterince teveccühle karşılanmadı gibi gözüküyor. Sert açıklamalar geldi. BDP’nin bu sert açıklamalarını kişisel olarak doğru bulmuyorum elbette ki ama BDP de bir siyasi parti. AK Parti’nin gençlik kolları değil. Ya da AK Parti BDP’nin gençlik kolları değil. Her iki partinin siyasetlerini birbirlerine göre geliştirmesi gerekmiyor veya her defasında karşılıklı olarak birbirlerini takdir etmeleri gerekmiyor. Partiler kendi tabanlarına göre siyaset yapıyor. Nasıl ki Başbakan birçok kez milliyetçi seçmenlerine yönelik bizlere sert gelen açıklamalar yapıyorsa BDP de kendi seçmenine göre kendi siyasetini yürütüyor. Gerçekten de BDP’nin kendi siyasetini yaparken tabanı tarafından “ılımlı” görülmesi bölgedeki siyasetlerini ve oylarını etkileyebilecek olgular. Bu anlamıyla oy kaygısının ve taban ilişkisinin siyasetçilerin açıklamalarına yansımasından doğal bir durum yok.
HÜKÜMET TEMASI İHMAL EDİYOR
Bölge halkı pakete gerçekten böyle mi baktı sizce, kabak olarak mı gördü, yoksa kabak olarak görüldü algısı mı yaratılmak istendi?
Net bir şekilde “Büyük bir tepkiyle karşılandı” ya da “Müthiş bir hava esti” diyemem. Zaten pek çok şeyin zamanı gelmişti ve hâlâ çözülmemiş sorunlar olarak kalması utanç vericiydi. Sorun bence şurada. Hükümet bazı adımları atarken, attıktan sonra ve atmaya hazırlanırken temas kurmuyor. Temas kurmamasından kaynaklı problemler yaşanıyor. Bunu mesela kalekol yapımları örneği çok iyi özetliyor. Kalekolların yenilenmesiyle ilgili son bir yılda yeni bir ihale yapılmadığına dair açıklama Lice’deki olaylardan ve 18 yaşındaki bir gencin ölümünden sonra geldi. Bir gencin ölmesi gerekiyor muydu bu açıklamayı yapmak için? Oradaki insanların karakollarla ilgili hassasiyetini hepimiz biliyoruz.
Karakol ve kalekolların batıdaki gibi, bireyi korumak amaçlı yerler olarak algılanmadığını hepimiz biliyoruz. Birçok insan için daha 15 yıl öncesine kadar işkencehanelerdi. Faili meçhuller, gözaltında kayıpların adresleriydi. Bu algının vücut bulmuş olduğu mekânları yeniliyor ya da tadilat yapıyorsanız bunun amacını halka anlatmanız ve halkı tedirgin etmemeniz gerekiyor. Çünkü hükümet aynı zamanda toplumdaki gerginlikleri yönetmekle mükellef.
KALEKOL YAPIMI VAKTİNDE ANLATILAMADI
Bölgedeki karakolların fiziki yapıları çok kötü olduğu için PKK saldırılarında o binalarda sırf bu nedenle bile çok sayıda askerini kaybetti Türkiye. Bunların yenilendiğine dair açıklamanın bilgilendirmenin sadece bölge halkı için Türkiye genel kamuoyu için de değeri var esasen?
Elbette. Adalet Bakanı Sadullah Ergin şöyle bir açıklama da yapmıştı bir tv programında. Bu kalekolların AB ile yürütülen müzakereler çerçevesinde yenilendiğini, sınır güvenliği açısından da gerekli olduğunu, PKK ile karşılaşılmayan yerlerde de kalekol yapımı olduğunu söylemişti. Ama bunların tamamını biz Lice’de Medeni Yıldırım öldürüldükten sonra konuştuk.
AK PARTİ, BDP VE BÖLGE HALKI
Aynen öyle oldu maalesef. Bunu halk bilmese de siyasetçiler bilir. Halkın karakollarla ilgili hissiyatını gözetmek ve o duyguları kısa vadeli hesaplar yerine çözüm sürecine uygun şekilde yönetmek BDP’nin de sorumluluğu değil midir?
Hükümet bilgilendirmeyi vaktinde yapmadığı, bunu ihmal ettiği için, BDP de o duyguyu yatıştırmak yerine körüklediği için hatalı değil midir? BDP’nin buna dair bilgisi olduğu konusunda elimizde veri yok. Ama gerginliği tırmandırmamak açısından evet, elbette BDP’nin de sorumluluğu var. Ama Kürt halkındaki güven açısından AK Parti ve BDP’yi eşit uzaklıkta göremeyiz. BDP ile Kürt halkının ilişkisi çok daha farklı bir noktada ilerliyor. BDP, kendini ispat etme, anlatma ihtiyacı duymuyor. Doğal bir güven ilişkisi var. Ama AK Parti batıdan siyaset yapan bir parti olarak buna ihtiyaç duyuyor. Çünkü devralmış olduğu bir devlet var. Geçmiş devlet geleneğini devralmış ve devam ettirir görünen, daha doğrusu devletin geçmiş günahlarını da üstüne almış görünen bir yapı söz konusu. Gerilim yönetimi, güven tesisi ve temas kurma açısından AK Parti’nin bunlarla yüzleşmeyi tamamlaması ve o geçmişi reddedişi açıkça yapması gerekiyor. Başbakan’ın bu konulara ilişkin birçok konuşması olumlu ve ılımlı ama icraat anlamında da bazı şeylerin halka doğru ve doğrudan temas kurularak anlatılması gerekiyor. Mesela anadilde savunma hakkının yasal olarak tanınmasını yeterince iyi anlatılamadı. Son değişiklikten evvel de bu hak vardı ama hakimlerin inisiyatifindeydi. Ve üstelik AİHM tarafından yeterli bulunan bir düzenlemeydi. Bunu mesela yeterli şekilde anlatamadı hükümet. O yüzden KCK duruşmaları olmasaydı belki anadilde savunma hakkının bu boyutta bir koruma görmesini, bu noktada bir gelişmeyi hiçbir zaman yaşamayacaktık belki de.
Önce ihtiyaç baş gösterdi sonra buna cevap verildi evet?
Aslında bir kriz yaratılarak hak tanındı. Hükümet belki bunu daha önce yapmalıydı. Bu anlamda mesela Diyarbakırlı ya da Hakkarili biri olarak, halk açısından bakarsanız Hükümetin buna mecbur kaldığını düşünebilirsiniz. Bu yine Hükümetin kendisini anlatamamasıyla ilgili bir sorun olduğunu gösteriyor. Nusaybin duvarı neden yapılıyor mesela? Bunu soran binlerce insan varken, bunun için eylemler ve yeni eylem hazırlıkları yapılıyorken, hükümet nasıl resmi bir açıklama yapmaktan imtina edebilir? Sahiden neden yapılıyor bu duvar?
KORUCULAR DA SİLAH BIRAKMALI
Başka ne var buna benzer anlatım eksikliğine örnek olabilecek ya da meselenin konuşulmayan görülmeyen kör noktalarına ilişkin?
Ben mesela hala nedenini bilmiyorum. Korucu alımları yapılıyor.
En son korucu kadroları durduruldu diye bir açıklama yapıldığını hatırlıyorum.
Evet ama daha birkaç ay öncesine kadar yeni alımlar yapıldı. Bunun nedeni neydi mesela? Makul başka bir gerekçesi olabilir yine kalekol meselesi gibi. Ama bunu hükümet bize anlatmıyor. Ki bölgedeki korucu algısının ne olduğunu da düşünmek lazım.
Koruculuğun tasfiyesi çözüm sürecinin de bir aşamasında mutlaka ele alınması gerekiyor bölgenin normalleşmesi için. Çünkü toplumsal yapının en küçük hücresinde köylerde mezralarda dahi sosyal doku bir de bu nedenle bozuldu ve kan girdi komşuyla komşunun arasında. Koruculuğun tasfiye sürecinin sancısız yaşanabilmesi için ne yapılabilir şimdiden?
Sosyolojik yapı içerisinde bu bir boyutuyla kendiliğinden sağlanacak. Ama iki komşudan birinin elinde silah varken bu aşamaya geçemiyoruz. Geçmişte olanları bir anda affetmek ve tamamen unutmak gibi bir yaklaşım beklenemez. Çünkü kuruluşundan beri korucuların yaptıklarını hepimiz biliyoruz. Örneğin şu anda Diyarbakır’da devam eden Temizöz davasında korucular da faili meçhul cinayetler nedeniyle yargılanıyor. Korucular, faili meçhulleri devletle birlikte işleyen, kendisine işkence yapan, zulüm uygulayan, bir anlamıyla “işbirlikçi” olan kişiler olarak görülüyor. Ayrıca ekonomik anlamda da farklılık var. Korucular zenginleşirken evi yakılan, zorunlu göçe tabi tutulan halk fakirleşti. Bu algı normalleşme süreci içerisinde yavaş yavaş değişecektir. “Koruculuk kaldırılsın” demekle hemen bitecek bir sorun değil bu. Detaylıca “Nasıl”ı üzerinde düşünmek ve çözümler üretmek gerekiyor. Ama işe silahları alınarak başlanabilir, böylece o sosyal yapı üst-ast ilişkisinden çıkarılabilir. Korucuların halk üzerindeki o katı silahlı gücünü ortadan kaldırmak ilk adım olmalı önce. Çünkü sadece silah dahi sınıfsal farklılık yaratıyor. Onlar bir gücü temsil ediyor ve o güce dayanarak halkla temas ediyorlar, kendi komşuları gibi temas kurmuyorlar. Bunun normale dönmesi gerekiyor.
BDP’NİN VARLIĞI SÜRECİ KOLAYLAŞTIRDI
Seçime giderken BDP’nin sürece dair siyasetini nasıl buluyorsunuz?
Barış sürecinde aktifleşmesi ve bunun sağlanması çok önemliydi. Çünkü sadece Öcalan ile yürütülecek müzakere batı için de izahı mümkün bir şey değildi. Oysa BDP yasal ve legal bir parti. Kürt meselesine ilişkin sorunları BDP ile konuşarak insanlara yansıtmak hükümet cephesinden de olumlu bir durum yarattı. Bu anlamda BDP çok büyük bir hizmet sağlıyor. Ayrıca doğrudan bu meselenin tarafı olan tabanı ile de sürecin temas etmesini sağlıyor. Bu da oldukça önemli. Şu son dönem bakımından, özellikle paket sonrasında çok sert açıklamalar gelmeye başladı. Bunun yönetilebilir olması için yine Öcalan ile farklı kanallardan görüşmeye ihtiyaç olduğunu düşünüyorum. Evet, BDP Kürt kamuoyunu ikna ederken doğrudan Öcalan ile görüşmesi çok normal ama o görüşmelerin aynı zamanda farklı kaynaklarca da yapılması ve kamuoyuna Öcalan’ın sözlerinin farklı kanallar aracılığıyla da gelmesi lazım.
KCK’NIN TABANINA MESAJI
Paketten sonra Öcalan Newroz mesajını tekrarladı ve sürecin arkasında durdu. BDP çok sert ve tehditkâr tonda konuşurken Kandil ya müzakere ya savaş dedi hatta Cemil Bayık çekilen güçlerin Türkiye’ye geri gönderilmesinden bile bahsetti. Kandil İmralı arasındaki tutum farkı nedir? Farklı kanallardan bilgi edinmek “paraziti” ortadan kaldırır mı?
Barış süreci dediğimiz bir müzakere döneminde bunlar çok normal. Dünya örneklerinde de bunu görüyoruz. Bu anlamda tek başına KCK liderlerinin sert açıklamalarını, Öcalan’ın söylediklerinden bağımsız ve çözümü istemedikleri şeklinde yorumlamamak gerekiyor. Hatta tam tersine çok istedikleri için biraz daha fazla sertleştiklerini düşünebiliriz.
Şöyle bir sorun var. Kabul edilsin ve ya edilmesin. Kürtlerin bir kısmı kendileri için PKK’nin, KCK’nin, BDP’nin siyaset ürettiğini düşünüyor, AK Parti’nin değil. Önemli bir kısmı buna inanıyor. Ve doğal olarak hiç kimse gasp edilmiş hakları müzakere konusuyken kendini temsil edenin zayıf olmasını istemeyecektir. KCK açıklamalarında sert oldukça, bir anlamıyla tabanına barışı inşa ettiğini göstermek istiyor. Bunu doğru bulduğum için söylemiyorum, tarafların silahı tehdit olarak kullanmalarının tamamen yanlış olduğunu düşünüyorum. Hala silahı hak talebinde meşru bir araçmış gibi göstermekte elbette ki büyük sıkıntı var. Ama şunu demek istiyorum: KCK’nın sert açıklamaları da süreci yolunda götürebilecek araçlar arasında. KCK kendi tabanına “Ben bu işin bir tarafıyım, yenilmiyorum, müzakere ediyorum, ve hükümet beni ikna etmeli” diyor. Bu sürecin Hükümetle eşit şartlarda dengede yürütüldüğüne insanların inanması için sert açıklamalar yapmaları çok normal. Her ne kadar şiddet söylemini ve tehditkâr açıklamaları azaltması gerektiğine inansam da bir boyutuyla tabanda yenilgi hissiyatı ve huzursuzluğa neden olmaması açısından olumlu değerlendirmek gerekiyor.
BDP YÖNLENDİRİLEN DEĞİL ÜRETEN OLMAK İSTİYOR
BDP’nin sert açıklamaları da mı bu kapsamda değerlendirilmeli?
Evet, BDP de bir siyasi parti neticede ve seçimler öncesinde bunu yapıyor olması, “işbirlikçi” olmadığı, sürecin bir tarafı olduğu, bu anlamda biraz daha fazla siyaset üretmesinin sağlanması gerektiğini ifade etmesi anlamına geliyor. İrade göstermesi gerekiyor. Sadece yönlendirilen olarak görülmesi sürecin yürütülmesi bakımından çok sıkıntılı. Bir siyasi partinin bir başka siyasi parti tarafından yönlendirildiğine yönelik bir imaj, kendisi adına siyaset yürüttükleri açısından rahatsızlık verici olur. Bu anlamıyla hükümetin de daha hassas davranması gerekiyor. Örneğin Selahattin Demirtaş’ın bir açıklaması sonrasında adaya gidişinin engellenmesi hoş bir görüntü oluşturmuyor. Bunların hepsinin karşılık gözetilerek açıklanması gerekiyor.
BDP “TABANSIZ SOL” İLE Mİ TÜRKİYELİLEŞECEK?
HDP’ye ihtiyaç duyulması neden peki? Seçimlere doğuda BDP, batıda HDP ile girilecek olması istenen sonucu verir ve BDP siyaseti Türkiyelileşir mi?
HDP konusunda ben de Demirtaş’ın çekincelerine katılıyorum. BDP’nin Türkiyelileşmesi olarak adlandırılıyor ama bu bana çok doğru gelmiyor. BDP’ye oy verenlerin BDP’den talebi başka bir şey. Kendisinin varlığını, kimliğini siyaseten temsil etmesi ve haklarının iadesiyle birlikte özgürce yaşayabileceği ortamı ona sağlamasını istiyor. BDP bunun için seçmeninden oy alıyor. BDP’nin entegrasyonu için kuruldu denilen HDP’nin böyle bir hedefi varsa bile bu Türkiyelileşememiş, toplumsallaşamamış sol partilerle nasıl olacak bilmiyorum. Çünkü o sol partilerin halk nezdindeki karşılığı oldukça düşük.
Kürt seçmenin tepkisi ne olur peki batıda?
Tek kriter bu olmaz tavrını belirlerken ama BDP tabanında ufak da olsa bir kayıp yaratabileceğini düşünüyorum.
KÜRTLER GEZİ’YE KOLEKTİF DESTEK VERMEDİ
Batıda daha önce de bu tür seçim ittifakları olmuştu ama Kürt siyaseti içinde yıllarca bedel ödeyen isimlerin bir kenara itilip onlar yerine kendi sol siyasetine varlık dahi kazandıramamış isimlere hazır oy devşirilmesine itirazlar olmuştu. Şimdi bir benzeri yaşanıyor sanki. Buradaki eklenti-entegrasyon geçici bir ittifak mıdır yoksa uzun vadeli bir politik birlikteliğin aşılaması mı?
Türkiyelileşmek kavramı dışında, solun ittifakı her zaman ütopik bir hayaldir sol siyaset için. Ama buna hizmet edecek mi bu birleşme, Kürt halkı için de bu kabul edilebilir bulunacak mı veya aldıkları oyların ne kadarı sol sosyalist çevrelerden ne kadarı BDP’nin olacak bilmiyoruz. Ama ben bu birleşme sonrasında büyük bir sosyalist oy oranı ile karşılaşacağımızı zannetmiyorum.
Gezi’deki toplumsal muhalefetin bu yolla oya tahvili istenmiş olabilir mi?
Kürtler Gezi’ye kolektif olarak destek vermediler. Verselerdi Gezi’de çok büyük kitlesel bir eylem görürdük. Sadece Gezi’de değil, Diyarbakır’da Hakkari’de sokaklarda binlerce insan görürdük. Bunlar olmadı. Kürtler Gezi’de kendilerine ait bir siyaset görmediler ve Gezi’yi desteklemediler. Orada başka siyasi taleplerde bulunan çok katmanlı bir toplumsallık vardı. Gezi’deki kitlenin büyük bir bölümünün değil ama küçük bir kısmının HDP’ye oy verebileceklerini düşünüyorum.
TMK’NIN KALKMASINI KONUŞMALIYIZ ARTIK
Demokratikleşme paketinde KCK tutuklularıyla ilgili de bir madde olması bekleniyordu ama çıkmadı. Bir çalışmanın yürütüldüğü ama PKK sınır dışına çıkmayı durdurduğu için paketten çıkarıldığına dair bir yorumda bulunuluyor. Ne olmalı?
Terörle Mücadele Kanununun tamamen kaldırılması gerektiğini konuşmamız gerekiyor artık. Meseleyi PKK’nin çıkışına bağlamadan, bunun Türkiye için bir gereklilik olduğunu görerek talep etmek ve yapmak gerekir. İnsanlar, sadece siyasi fikirlerini beyan ettikleri için örgüt propagandasından ceza alıyorlarsa burada bir sorun vardır. Kişiler fikrini açıkça söyleyemiyorsa, siyasetin önünü açamadığın için de sorumlu olursun. TMK ifade özgürlüğü önünde büyük bir engel teşkil ediyor. Somut olarak yargılamalarda bunu görüyoruz. Ayrıca örgüt üyeliğine dair TCK’da zaten ağır cezalar öngörülmüş. Örgüt üyeliğinin somut olarak bu maddeler kapsamında değerlendirilmesi ve bu suçların TCK kapsamında cezalandırılması yeterli olabilecekken TMK’nın ağırlaştırdığı hükümler ve infaz koşulları insan hakları bakımından sorun teşkil ediyor. Bunu sadece KCK tutukluları bakımından söylemiyorum. Pakette TMK ile ilgili bir iyileştirme yapılacağına dair söylenti vardı; olmadı. Bu böyle olduğu müddetçe, sadece sözleri nedeniyle kendi seçtiği siyasetçileri cezaevinde gördükçe veya devletin müzakere yürütmesinin meşru ancak avukatlarının Öcalan’la görüşmesinin KCK’den yargılanma gerekçesi olduğunu gördüğü müddetçe barışa, ifade özgürlüğüne, Kürt hareketinin artık meşru kabul edildiğine dair bir inanç doğmuyor; zedeleniyor.
TERSİNE BİR ALGI İŞLİYOR
Silahın devreden çıkmamasının barışa zarar verdiği görülebilmekte mi bu algı sahiplerince yoksa bir körlük mü oluşuyor o noktada? Sonuçta süreç yürürken PKK’nın ateş etmese de silahlı şekilde burada bulunmasının Türkiye genel kamuoyu ve siyasi irade açısından belli bir zorluğu olduğu görülüyor.
Belki de tam tersini düşünüyor olabilirler. Silah sayesinde bu aşamaya gelindiğini düşünüyor yani. PKK’nin varlığını hâlâ teminat olarak algılıyor ve kendi varlığı için gerekli olduğuna inanıyor. Bu algı zaten var olmasaydı bunca yıldır PKK hareketi toplumsal taban bulabilir miydi? Burada aslolan şu; KCK yargılamaları nedeniyle, TMK’nın yarattığı hukuksuzluklar hayatın içerisinde halkın karşısına çıkmaya devam ediyor. Hükümetten TMK’nın kaldırılacağına dair açıklamalar geliyor ancak bunun PKK’nin tamamen silahsızlandırılması ya da silah bırakması üzerinden konuşulduğuna tanık oluyoruz. Oysa var olan bir adaletsizliğe son vererek halkın refahı ve huzur içinde yaşaması için yapılacak bir düzenlemenin PKK unsuruna bağlı olarak konuşulması PKK’ye olan inancın güçlendirilmesini sağlar. Çünkü tüm toplum için gerekli bir düzenlemeyi PKK’nin durumuna bağlı olarak yapmayı veya yapmamayı konuştuğunda halkta, karşılıklı bir denge olduğu imajını devlet olarak sağlamış oluyorsun.
PKK’yı destekleyen Kürt taban için böyle. Türkiye genel kamuoyu için öyle mi?
Kürt meselesi ile ilgili batının çözümü biraz daha fazla içselleştirdiğini düşünüyorum. Bunca yıldır neyi kaybettiklerini çok iyi gördüler ve 10 aydır müzakere aşamasında herhangi bir kayıp yaşanmadığını da görmüş oldular. Akillerin toplantılarında da büyük tepkilerle karşılaşılmaması, toplantıların basılmaması bunun bir göstergesi. Batı kamuoyu artık PKK’nin Öcalan’ın muhatap alınmasını kabullendi ve hak ve özgürlük temelindeki tartışmaları oradan bağımsız olarak görüyor.
GASP EDİLEN HAKLARIN İADESİ
Toplantı basanlar bir yana, benim Ege’de gördüğüm şey şuydu: İnsanlar sakin ve kararlı şekilde “Kürtlerin haklarının silahla alınmış gibi algılanmamasına özellikle dikkat edilmesi” talebi yaygındı. Ama görüşmeler ne şekilde yürüyordur, bunu bilmiyoruz.
Batıda artık bıkmışlık var. Ne gerekiyorsa yapılsın deniyor. Batıda cenazelerle doğudaki kadar karşılaşılmıyor ama buna rağmen cenaze görmek istemiyor insanlar. Eskiden ana haber bültenlerindeki ilk haber PKK ile çatışma sonucunda ölen asker ve PKKli sayısı idi. Şu anda ana haber bültenlerinde birinci haber olarak ODTÜ’deki ağaç kesimini falan görüyoruz. Normalleşen başka bir ülke olmaya başladık ve kimse bundan vazgeçmek istemeyecektir. Müzakere tarafları açısından dediğiniz gibi yürüyor olabilir ama halk nezdinde hakların müzakereye bağlanmasını böyle görmemek gerekiyor. Kürtler “Benim Cumhuriyetin ilanından bu yana gasp edilmiş haklarımın bana iadesi gerekiyor. Ben bunu 50 yıl önce de söylüyordum 30 yıl önce de 10 yıl önce de” demiş oluyor. Kürtlerdeki “Benim için mücadele edenler silahla mücadeleyi tercih ediyorsa ona da teveccüh göstereceğim” veya “Ben haklarım için silahla mücadele edeceğim” tercihi var olan bir gerçeklik.
MÜZAKERE MASASINI ETNİK TALEPLER YARATTI
Hangi Kürtlerin? Kürtler deyince yekpare bir bütünden bahsetmiyoruz sonuçta. PKK’ya destek verenle hiç tasvip etmeyen arasında onlarca yüzlerce tutum farkı var.
Elbette. Kürtler de farklı sosyal siyasi mecralardan gelmiş halen farklı siyasetler üreten bir toplum. Tıpkı Türkler gibi. Diğer unsurlar gibi. Ama “Kürtler” dediğimizde etnik talepleri dillendiren tüm Kürtleri kast ediyoruz. Yani sadece etnisitesi nedeniyle eğitim göremeyen ya da buna bağlı yaşanan sorunların sona erdirilmesiyle ilgili çabalayan ve bunu önceleyen bir siyasi hareket var. Bu tek başına Türkiyelileşmek ya da Türkiye demokrasisisin güçlenmesi değil, kişisel hakların iadesi söz konusu olduğu için önemli. Türkiye’nin demokratikleşmesi herkes gibi Kürtleri de rahatlatacak bir şey ama sonuçta yaşanan bunca şeyden sonra etnik talepler müzakere masasının maddelerinden biri oldu. Bu da genel olarak tüm Kürtlerin hakları bakımından tartışılan ve bu uğurda mücadele edilen bir masa yaratmış oldu.
BDP’Lİ KÜRTLER DE AK PARTİLİ KÜRTLER DE TÜRKİYELİ
Bu genel tanım içinde Kürtler kendilerini ne kadar Türkiyeli hissediyor?
BDP siyasetinde olanlar da AK Parti’ye oy verenler de aslında Türkiyeli olduğuna inanmasa böyle bir mücadelenin içinde olmaz. Türkiye devletinde hak elde etmek için uğraşmaz. Barışa inanmaz.
ERGENEKON ÇOKTANDIR FIRAT’IN DOĞUSUNDA
Ergenekon, faili meçhuller, derin devletle hesaplaşma Fırat’ın ötesine de geçti. Bu durum Kürtleri nasıl etkiliyor?
Ergenekon davası sürecinde ısrarla “Ergenekon Fırat’ın doğusuna geçmedi” dendi, böyle bir algı yaratıldı ama bu gerçek değil. Evet, Silivri’de görülen Ergenekon davasında siyasi faili meçhullere yönelik soruşturma ve kovuşturma yapılmadı ama Ergenekon soruşturması kapsamında elde edilen bu suçlara ilişkin bilgi ve belgeler ilgili şehirlerin savcılıklarına gönderildi. Siyasi faili meçhuller ve kayıplara yönelik bölgede yürüyen davalar var. Şu yapıldı: Ergenekon savcıları tüm süreç içerisinde karşısına çıkan faili meçhullerle ilgili belgeleri ana dosyadan tefrik ederek bölgedeki görevli ve yetkili savcılıklara gönderdi. Şu an yürütülmekte olan ona yakın dava var. Aynı zamanda henüz soruşturma aşamasında olan dosyalar var. Ama kamuoyunda pek görülmedi. Basın da bu davalara yeteri kadar ilgi göstermiyor. Tutuklu sanık olması bakımından ve artık sonlarına doğru yaklaşmamış olmamız bakımından Temizöz davasından örnek verecek olursak, ilk başlarda davaya gösterilen ilgi şu aşamada kalmadı. Burada yargılamanın dört yıldır devam etmesinin de insanların davaya olan inançları zedelemesinin etkisi var tabii. Yine geçtiğimiz günlerde Diyarbakır’ın Kulp ilçesinde işlenmiş 11 faili meçhul cinayet nedeniyle Emekli Tuğgeneral Yavuz Ertürk hakkında yürütülen soruşturma tamamlandı ve iddianame kabul edildi. Bu davalar bakımından büyük sorunlardan bir tanesi güvenlik gerekçesiyle davanın başka şehirlerde görülmesi. Örneğin hâlâ görevinde olan Ankara Jandarma Bölge Komutanı Musa Çitil hakkında, Mardin-Derik’te işlenmiş 13 faili meçhul cinayet nedeniyle açılmış dava Çorum’da görülüyor. Bir kere davanın Çorum’da görülüyor olması otomatik olarak insanların ilgisini de, inancını da azaltıyor. Maddi olanakları davayı yerinde takip etmeye el vermeyen bu insanların kendilerine yaşatılan zulümle devletin yüzleştiğini görmesi engellenmiş oluyor. Mağdurlardaki psikolojik boyutu ve adalet duygusunun tesisi gözardı ediliyor. Bu teması koparmış oluyorsunuz davayı başka bir şehre götürdüğünüzde.
DEVLET FAİLİ MEÇHULLERLE YÜZLEŞTİĞİNİ KÜRTLERE GÖSTERMELİ
Davalarla ilgili güvenlik gerekçesini gerçekçi bulmuyor musunuz?
Hayır, öyle olsaydı Diyarbakır’da görülen Temizöz davası için de geçerli olurdu. Ben kişisel olarak bu davalarla ilgili bir olay çıkacağını sanmıyorum. Bu, dava nakilleri kendilerine devlet tarafından yapılanların yine devlet tarafından yargılandığını cezalandırıldığını bölge halkının görmesini engelliyor. Ve toplumsal psikolojiyi kötü etkiliyor. İnsanlar haklarıyla ilgili bir mücadeleye girdiklerinde o hakka devletin de saygı gösterdiğini görmek isterler. Davanın, sahiplerinin ulaşamayacakları bir yerde görülmesi buna en büyük engel.
İşin hukuki boyutu gerçeklese de toplumsal boyutu ıskalanmış oluyor böylece?
Oradaki mağdur psikoloji önemsenmemiş oluyor. Bunca yıllık faili meçhul cinayetlerin muhtemel failleri hâlâ yokmuş gibi düşünülüyor. Ve bu özensizlik nedeniyle, sanki yargı birkaç davayla bu işi kapatacakmış gibi hissediliyor oysa binlerce faili meçhul olay var aydınlatılması beklenen.
KONUŞULABİLİR SON KUŞAK DİYE BİR ŞEY YOK
Bu mesele konuşulurken şu an siyaset yapan kuşağın son kuşak olduğu tezi işleniyor. Siz TMK mağduru çocuklarla yakın görüştünüz. Durum nasıl?
Kuşaklar arasında çok ciddi farklılık var ama bu sadece Kürtler ve meseleyle ilgili değil. 3-5 yılda her şey değişiyor, hayat değişiyor, dil değişiyor. Gençlerle muhatap olacak kişilerin dili üslubu onlar düzeyindeyse her türlü iletişime açık bir gençlik var. TMK kapsamında yargılanan çocuklar bana çok şey öğrettiler. Çocukların siyaset algısı, mücadele yöntemi hiç de öyle konuşulacak son nesli kaçırdığımızı göstermedi. Örneğin, TMK Mağduru Çocuklar kimlikleriyle ilgili kendi varoluş sürecinin bir parçası oldular. Ve sokakta söz söylemeye çalıştılar. Bildikleri en iyi yol buydu çünkü. Düşünsenize Şırnak’ta bir dönem seçilmiş tüm siyasiler (Hasip Kaplan hariç) cezaevindeydi. Bu gerçeklik içerisinde bazı çocuklar, siyaset yoluyla söz söyleme imkânı olmadığını, sözünü ancak sokakta söyleyebileceğini düşündü. Ama çocuklar susmadı ve sözünü söylemeyi tercih etti bir şekilde.
ÇOCUKLARA ‘DAĞ SEÇENEK DEĞİL’ DİYEBİLMELİYİZ
Önceki kuşaklardan farklı olarak devletin kaba şiddetine değil ama farklı bir baskıya tanıklık ediyorlar, öyle mi?
Şunu görüyor çocuk: Diyelim ki köyü yakıldığı için ailesi göç etmek zorunda kalan Diyarbakırlı bir çocuk. Başka bir şehre geliyorlar, bambaşka bir hayata başlıyor. Ekonomik anlamda alt düzeyde bir hayat bu. Bu başka hayat, topraklarından kopartılmalarıyla başlıyor. Yani aslında devletin yaptığı bir zulümle başlıyor. Bu çocuk o acıyı baskıyı doğrudan görmese de devlet baskısı hafızası kendisine devredilmiş oluyor. Sonra kendisi bir siyaset geliştirmeye başladığında da seçilmiş temsilcilerinin gördüğü baskıyı, seçilmişlerin kelepçeli fotoğrafını görüyor ve bu çocuk tepkisini siyasi olarak dile getiremeyeceğini düşünüyor. Dağa çıkmak da bir alternatif sokakta eylem yapmak da. Sokakta eylem yaptığında da gerçekten bir şey söylemeye çalışıyor aslında. Tek başına yakma yıkma eylemleri olarak görülüyor batıda. Hatta doğrudan fail yapılmasına ve şiddetle ilişkilendirilmelerine neden olduğu için ısrarla “taş atan çocuklar” sözüne karşı çıkıyoruz. Ama o çocuklar orada söz söylemeye siyaset yapmaya çalışıyor. Eğer doğru noktalarda kendileriyle temas kurarsanız her türlü siyasete de açıklar.
TMK MAĞDURU BAZI ÇOCUKLARI DAĞDA KAYBETTİK
Şu an TMK mağduru çocuklarla ilgili durum nedir? İçerde kimse kaldı mı, psikolojileri, hayata katılımları nasıl?
Yasa çıktığında 2010 yılında çocuklar tahliye edildi. Tahliye edilen çocukların akıbetlerine yönelik hiçbir çalışma yapılmadı. Oysa bu çocuklar bir süre de olsa cezaevine girdiler 5 ay, 10 ay, 1 yıl ya da dört yıl. Yani belli bir süre hayattan izole edildiler. Yaşadıkları tüm hayatları ellerinden alındıktan sonra cezaevlerinden çıktılar. Geride bıraktıkları hayata tutunamadı bir kısmı. Bir kısmı dağa gitti. Bir kısmı tutunmak için uğraştı. Okul hayatı sona erdi bir kısmının. Bir kısmı iki yıl, üç yıl hazırlanarak üniversiteye gitti. Tüm yaşadıkları süreçler, çocukların hayata ve geleceğe yönelik inancını da zedeledi. Cezaevi sonrası bu çocukların kaybedilmesine göz yumuldu. Rehabilitasyon süreci de uygulanmadı. Herhangi bir alternatif de yaratılmadı. Adaptasyon süreci de düşünülmedi. Bazılarının ölüm haberlerini aldık.
KÜRTLER KENDİ İÇLERİNDEKİ MESELEYİ ERTELEDİ
Kürt meselesini hep Kürtler ve devlet, Kürtler ve Türkler, PKK ve devlet gibi karşıtlıklar üzerinden konuştuk ama Ege’de Akiller olarak çalışırken de gördüm, süreç yürüdükçe cılız da olsa daha sık duyar olduk. Keza bölgede de bir Kürtler arası rekabet belirdi. Sorum şu: Kürtlerle Kürtler, PKK ile PKK’nın mağduru olmuş Kürtler arasında ne görüyor ne bekliyorsunuz?
Şu an konuşulacak mesele çok daha büyük olduğu için Kürtler kendi içlerindeki sorunları konuşmak istemeyeceklerdir. PKK hala varken ve bir siyaset yürütürken bu tartışmalar olmayacaktır. Çünkü devlete karşı kolektif haklar bakımından bir mücadele içinde yürütülüyor. O haklar elde edilecek bireyler gerçekten özgür olacak ki kendi içlerindeki sorunları konuşabilsin. Tıpkı ülkenin batısında yaşananlar gibi. Şu an biz başörtüsü sorununu daha yeni aşmaya başladık. Bunca yıl bunun krizi yaşandı. Ki silah yoktu ortada. Burada fazladan bir de silah var. Önce silah gidecek, Kürtler gerçekten kendini demokratik anlamda güvencede hissedecek ki bu meseleyi kendi aralarında konuşabilsin. Daha zaman var.