Gücün el değiştirmesi

Yaşadığımız değişim sürecinin “tek bir dönüm noktası olmayan, her yol ağzında yeni bir kavşakla karşılaşılan, her kavşakta ‘nereden gidelim’ konusunda yeni tartışmaların, yeni zorlukların yaşandığı bir yol” olduğunu yazmıştım dün.

Her bir kavşağın, kimileriyle yolların ayrıldığı; kimileriyle yeniden buluşulan, yol arkadaşlıklarının yeniden sınandığı, eskiden oluşmuş saflaşmaların pekiştiği ya da değiştiği anlar olduğunu da eklemek gerek.
Geçtiğimiz hafta boyunca ordu üst yönetiminin istifası karşısında yapılan tartışmalar ve alınan tutumlarda da böyle oldu.

“Toptancılar”la ilgili eleştirilerimi dün yazmıştım. Onlar bu olayda da daha önce yaptıklarını tekrarladılar. Atılan adımın olumlu olduğunu teslim ederken bile, küçümseyici bir edayla “meselenin sistemin tümünün restorasyonu” olduğunu vurgulamadan edemediler.

Ana muhalefet partimiz ise bizi hiç şaşırtmadı. Bu olayda bir kez daha, temel misyonunun “değişime ana muhalefet” olduğunu teyit etti. Yine, geçen yılki YAŞ tartışmalarında yaptığı gibi askeri vesayet sisteminin teamüllerini savunarak hükümetin cesur adımlarının karşısına dikildi. Ordunun siyasetin emrinde olduğu ilkesini bir türlü içine sindiremediğini; “askerin yedeğinde bir parti” olarak hayatını idame ettirme refleksinin ne kadar güçlü olduğunu ortaya koydu. Son olayın, Kılıçdaroğlu hareketinden farklı bir CHP çıkmasını uman en iyi niyetlileri bile umudun tükenme noktasına getirmesi gerekir. Ama tabii, kör inançların en yalın gerçekleri görmeyi engelleyecek kadar gözleri kararttığına o kadar çok tanık olduk ki, AK Parti karşıtlığıyla gözleri kararan birçok insan, bu olaydan sonra da CHP’ye umut olarak bakmaya devam ederse şaşırmayacağız.

Ve tabii bir de -samimi ya da değil- askeri vesayetin bir adım daha geriletilmesini polis devletinin -ya da otoriter yönetimin- bir mevzi daha kazanması olarak gören müzmin endişeliler var ki en geniş grubu oluşturuyor. “Bu demokratikleşme değildir, sadece gücün el değiştirmesidir” diyorlar.

Elbette gücün el değiştirmesidir. Gücün silahlı bir elden silahsız bir ele geçmesidir.

Bu farkı anlayamayacak kadar aymaz olunabilir mi?

İktidarın silahlı bir güçten seçimle iş başına gelen silahsız bir güce geçmesi demokrasinin gerek şartıdır. Evet, yeter şartı değildir. Ama bu olmadan demokrasinin “d”si olmaz. Elinde silah olan adamı eleştiremezsiniz, denetleyemezsiniz, kontrol edemezsiniz ve beğenmediniz zaman iktidardan indiremezsiniz. Silahı olmayana muhalefet edebilir, onu etkileyebilir, dönüştürebilir ve nihayetinde beğenmiyorsanız iktidardan indirebilirsiniz. Nitekim AK Parti üç dönemdir iktidarda duruyorsa halkın yarısı istediği için duruyor. Ordu ise cumhuriyetin başından bu yana darbelerle ve darbe tehditleriyle yani silah zoruyla iktidarını sürdürüyor.

Endişeliler artık endişelenip durmayı bırakıp hangisini seçeceklerine karar vermek zorundadır.

Ya AK Parti’ye karşı duydukları antipatiye yenik düşüp eli silahlı gücün dolaylı ya da dolaysız yönetimi altında ve ancak onun izin verdiği ideolojiye, siyasi düşünceye, yaşam tarzına uygun olarak yaşamaya razı olacaklar ya da silahsız güçlerin iktidarını destekleyecek ve beğenmedikleri iktidarı değiştirmek için demokratik mücadele verecekler.

Ama demokratik muhalefeti gözleri yemeyip ordunun etekleri altına saklanıyor ve darbecilerin yedeğine düşüyorlarsa, o zaman da demokrasi lafını ağızlarına almayacaklar.

Bugün, 06.08.2011

Bu Yazıyı Paylaşın

BU YAZARIN DİĞER YAZILARI

YAZAR PROFİLİ

SON YAZILAR

bizi takip edin
sosyal medya hesaplarımız

0BeğenenlerBeğen
0TakipçilerTakip Et
1,714TakipçilerTakip Et