Başbakan Erdoğan’ın son dönemdeki milliyetçi-statükocu çıkışlarını, referandumda milliyetçi muhafazakâr kitleden alınan oylarla birlikte ulaşılan yüzde 58’i bu seçimde de elinde tutmak;
MHP’yi baraj altına düşürüp onun oylarını da partisine katmak ve böylece söz verdiği yeni anayasayı çıkartmak için ihtiyacı olan oy oranına kavuşmak amacıyla yaptığı yorumu oldukça yaygın. Zaten kimi yazarlar, bunun bir seçim taktiği olduğunu, üstelik akıllıca bir taktik olduğunu açık açık yazıyor ve bizim de AK Parti’nin atlaması gereken bu eşikte ona anlayış göstermemizi bekliyorlar. Onlara göre AK Parti seçimlerden sonra, seçim icabı giydiği bu “milliyetçi-statükocu” gömleği çıkaracak; tekrar değişimci gömleğini giyecek ve böylece yine eskisi gibi reformcu bir parti halini alacak…
Ben çizilen bu tablonun birçok noktada ciddi problemler içerdiğini düşünüyorum.
Her şeyden önce, şu seçim icabı gömlek değiştirir gibi siyasi çizgi değiştirme taktiğinin getirisini-götürüsünü iyi hesap etmek lazım.
Pek akıllıca zannedilen bu taktik AK Parti’nin güvenilirliğini ne hale getirir? Bu güvenilirlik zedelenmesinin orta ve uzun vadede sonuçları ne olur, hesaba dökmek mümkün mü?
Bu taktiği savunanlar belki farkında değil ama bu yorumlarıyla birinin kandırılacağını resmen ilan etmiş oluyorlar.
Evet, biri kandırılacak! Ya, liberaller “Şimdi söylediklerine kulak asmayın, seçimden sonra tekrar reformcu olacak” diye kandırılmış olacak ya da MHP’liler “AK Parti aslına rücu etti; yeniden milliyetçi/devletçi olduk” diye kandırılmış olacak. Ki ikisi de aynı derecede kötü…
Eğer hesap MHP tabanını kandırmaksa, doğrusu MHP seçmenini de çok küçümsüyorlar demektir.
Sorarım size, takiyenin ilanı demek olan bu yorumları MHP’liler okumuyor mu? Okuduğuna göre, kandırılmaya çalışıldıklarını düşünüp içerlemiyor mu? Bu taban, seçime altı ay kala yapılan milliyetçi şovlarla kazanılacak kadar şaşkın bir kitle mi?
Kaldı ki, referandum döneminde MHP’den kopan oylarının niteliğine de dikkat etmek lazım. AK Parti referandumdaki “evet” oylarını MHP tabanının sağduyulu kesiminden almıştı, fanatik kesiminden değil… Bu kesim, AK Parti’yi şoven milliyetçi-devletçi sandığı için değil, 12 Eylül rejimiyle hesaplaşılmasını, yargı vesayetinin son bulmasını istediği için kendi partisine ters düşmeyi göze almıştı. Şimdi bu kesimin ağzına bir parmak milliyetçi hamaset sosu sürerek AK Parti’ye çekmek ne kadar mümkün olacak acaba?
İkinci nokta, AK Parti’nin milliyetçi oyları kazanmak için yaptığı söylenen bu manevranın kendi temel kitlesi üzerindeki hesaplanamaz etkisi…
Evet, AK Parti tabanının muhafazakâr bir taban olduğunu biliyoruz. Ama aynı zamanda bu muhafazakâr tabanın yaşadığı dönüşümü de biliyoruz. Artık AK Parti tabanında tek tip bir muhafazakârlık yok. Bu partinin -ve daha önceki bütün merkez sağ partilerin- dayandığı geniş kitle, yani “Muhafazakâr Türkiye” yavaş yavaş -ve eşit olmayan bir şekilde- demokratlaşıyor. Özellikle bir kesim 28 Şubat’tan bu yana yaşadığı deneyimler ışığında hukukun herkese lazım olduğunu görüyor. Farklı toplumsal kesimlerin birbirlerine saygı temelinde bir arada yaşamaktan başka çaresi olmadığını anlıyor. Derin Devlet denilen yedi başlı canavarla tanıştıkça, devletçilikten sivilliğe doğru evriliyor. Kürt sorunu için kavgacı değil, barışçı bir dile ihtiyaç olduğunu kavrıyor.
Dolayısıyla, AK Partili seçmen kitlesinin bir kesiminin de daha devletçi, daha statükocu ve milliyetçi bir AK Parti görüntüsüne sempati duyması ihtimali az. Dünyanın gidişatını, otoriterleşme eğilimlerinin Ak Parti’yi dünyadaki ana müttefiklerinden koparacağı gerçeğini; statükoculuğa yönelmiş bir gücün bölgesinde ve dünyada lider olma gibi bir iddia taşıyamayacağını; bütün bunları bir yana bırakıp meseleye sadece AK Parti tabanının yaşadığı
değişim açısından baksanız bile, Erdoğan’daki söylem değişikliğinin akıllıca olmadığını, bizzat kendi tabanında bile endişe yaratacağını söyleyebiliriz. Bu endişenin oy vermeme noktasına gitmese bile seçim kampanyasının ateşini düşürmesi, önemli bir kitleyi aktif destekten kerhen destek noktasına getirmesi az kayıp mıdır?
Ve üçüncü olarak, AK Parti’nin bu söylem değişikliğini söz verdiği özgürlükçü ve demokratik anayasayı çıkarabilmek uğruna yaptığı, dolayısıyla hoş görmemiz gerektiği değerlendirmesine gelelim.
Kusura bakmayın ama şu ana kadar AK Parti herhangi bir anayasa taslağı ortaya koymuş; kamuoyu önünde bağlayıcı bir söz vermiş değil. Evet, yeni bir anayasa yapacak ama bunun nasıl bir anayasa olacağını henüz bilmiyoruz.
Bu durumda, seçimden çıkıldığında 367’yi bulmak için MHP tabanından destek almışsa onların istediği gibi bir Anayasa yapmaya kalkması daha makul değil mi?
Ya da kimi yorumcuların işaret ettiği gibi, kafasındaki yeni anayasanın en önemli maddesi başkanlık sistemine geçiş olmasın? Tek başına anayasa değişikliği yapacak çoğunluğa ulaşmak esas olarak bu yüzden hayati önem taşıyor olmasın?
***
Bitirirken not edeyim ki, bütün bunları yazarken telafisi mümkün olmayan kötü bir durumdan değil, işaretlerini aldığım bir tehlikeden söz ediyorum. AK Parti bu tehlikeli sulardan uzaklaşabilir. Sekiz yıldır takdirle izlediğimiz reformcu çizgisini küçük seçim hesapları uğruna heba etmenin hata olduğunu görebilir ve terk edebilir. Bu takdirde AK Parti şimdiye kadar zaman zaman tanık olduğumuz dalgalanmalarından birini daha yaşamış ama temel karakterinde kalıcı bir hasar olmaksızın bunu da atlatmış olur.
Ben elbette ki böyle olmasını istiyor ve yazdıklarımın testi kırılmadan yapılmış uyarılar olarak ele alınmasını umuyorum.
Bugün, 17.01.2010