Gezi İsyanları’nın 7. yılını tamamlamak üzereyiz. Bu münasebetle Gezi hakkında peş peşe üç yazı yayınlayacağım. İlki daha önce yayınlanmış bir yazı, diğerleri ise yeni kaleme alındı. 18 Ağustos 2015 tarihinde Yeni Şafak’ta yayınlanan yazım ile başlıyorum.
———————————————————————————————————-
Gezi ve Çatışan Toplumsal Talepler Problemi
Geçenlerde idarî yargıdan Taksim’de Topçu Kışlası’nın önünü açan bir karar çıktı. Bunun üzerine Gezi bileşenlerinden bazıları seçilmişlere “sakın ha, aklınızdan bile geçirmeyin!” havasında tehditler yöneltti. CHP medyası ile Cemaat medyası da bu tehditlere destek verdi. Bu vaka ister istemez Gezi meselesine tekrar dönmeyi gerektiriyor.
Hissiyatı hadisatın gerisine atabildiğimiz ölçüde Mayıs sonlarında başlayıp Temmuz 2013’ün ortalarına kadar süren Gezi olayları bize toplumsal hayatın ve liberal demokrasinin problem alanları ve bunlara yönelik çözüm yolları üzerinde düşünme fırsatı ve imkânı sağlıyor. Tersi, yani hissiyatın hâdisatın önüne geçmesi ise sıhhatli düşünmeyi ve yapıcı tartışmayı öldürmekle kalmıyor, aynı dünya görüşüne mensup insanlar arasında bile kutuplaşmayı ve hatta -ergen psikolojisi ağır bastığında- düşmanlığı teşvik ediyor.
Gezi, İstanbul Taksim’de, hâlen park olarak kullanılan bir alan. Bölge iskân edildiğinden itibaren park olmuş ve öyle kalmış değil. 1940’larda tek parti dönemi diktatörü İ. İnönü tarafından planlanan bir heykel projesi için bölgedeki topçu kışlasının yıktırılmasına rağmen projenin hayata aktarılamaması üzerine parka dönüştürülen bir mekân. Bu alanın nasıl kullanılabileceği üzerine düşünürsek birçok ihtimâlle karşılaşabiliriz. Bunların bazılarını sayalım: 1) park, 2) çocuk bahçesi, 3) lunapark, 4) otopark, 5) yüzme havuzu, 6) topçu kışlası, 7) müze, 8) kütüphane, 9) alışveriş merkezi, 10) rezidans, 11) otel 13) taksi veya otobüs durağı 14) cami veya ibadethaneler külliyesi. Elbette bu liste daha da kalabalıklaştırabilir.
Bunların hangisi tüm toplumun ortak talebi veya bir ortak iyi olabilir? Bu soru anlamsızdır, çünkü objektif bir toplumsal iyi çoğu zaman yoktur. Burada ve benzer konularda genellikle çatışan talepler söz konusu olur. Çoğulcu toplum olmak işte böyle bir şey. Biz bazen her grubun taleplerinin eğer serbestçe dile getirilirlerse karşılanabileceğini zannederiz. Bu zannın altında, tüm taleplere aynı anda müspet cevap verilebileceği ve toplum gruplarının farklı farklı taleplerinin birbirine eklenebileceği varsayımı yatar. Oysa durum böyle değil. Talepler farklı ve yarışıyor olabilir ve bu durumda taleplerden yalnızca birine olumlu cevap verilebilir.
Öyleyse, soru şu: Çelişen ve yarışan taleplerin hangisi karşılanacak ve buna kim karar verecek? İnsanların cemiyet hayatı yaşamasından doğan bu problem, toplumun hacmi genişledikçe dallanıp budaklanır. Yarışan taleplerden menfi cevap verilenin sahipleri üzülür, gücenir hatta bazen yabancılaşır. Liberal demokrasinin bu soruna kesin, herkesi aynı anda mutlu edecek bir çözüm bulma imkânı yok. 1960’larda moda olmaya başlayan “katılımcı demokrasi”nin de, ölçeğin küçültülmesi sayesinde bazı sorunların çözümüne yardımcı olsa bile, her derde deva bir ilaç teşkil etmesi mümkün değil. Dahası, katılımcı demokrasi çeşitli halk kesimleri için çok daha ağır problemler doğurabilir. Gezi üzerinden bakarak bunu daha iyi görebiliriz. Gezi’de ne yapılacağının mahallî, yani ilçe veya mahalle çapında bir mesele olması il veya tüm Türkiye çapında bir mesele olmasından daha iyi. Fakat bu, problemin çapını küçültmekten başka bir işe yaramaz, ana sorunlar yine yerli yerinde kalır.
Her şeye rağmen, liberal demokrasi hâlâ en iyi siyasî yol. Ona küçük/sınırlı devlet/kamu otoritesi aşısının etkili şekilde yapılması bizi daha da rahatlatır. Özetle söylemek gerekirse, liberal demokraside aynı olayla/mekânla ilgili çelişen talepler yarıştırılır. Kazanan hayata aktarılma hakkını elde eder. Ancak, her zaman her konuda yarış yapılamayacağı, hayat sonsuz bir siyasî yarışlar serisine dönüştürülemeyeceği, vatandaşın günlük hayatı hep siyasetle işgal edilemeyeceği için, temsilî demokrasi tesis edilir. Yarışı kaybedenlerin varlıklarını ve hayat imkânlarını ağır biçimde yaralayacak mağduriyetler yaşamaması için de yarış yapılabilecek alanlar sınırlanır. Başka bir deyişle, insanların hayatının her anı ve alanı kamusal, kolektif kararlara tâbi kılınmaz.
Gezi’de meselenin özü buydu. İsyanlara katılanlar kendi doğruları adına siyasal meşruiyeti reddetti. Böylece kendi tercihlerini meşruiyeti olmadığı hâlde diğer tercihlerin sahiplerine zorla benimsetme çabası içine girdi. Kuşkusuz, bu tespit, Gezi’de zaman zaman siyasî iktidar tarafından protesto ve gösteri yapma hakkının çiğnendiğini, ifade özgürlüğünün ihlâl edildiğini, polisin yer yer aşırı şiddet kullandığını görmezden gelmemizi gerektirmez ve meşrulaştırmaz. Ancak, bu sayılan yanlışlar ve hatalar da isyancıların liberal demokrasinin temel kuralını ihlâl ettiklerini ve taleplerini topluma zor ve şiddet kullanarak empoze etme çabası içine girdiklerini görmezden gelmeyi gerektirmez ve meşrulaştırmaz.
————————
Gezi Olayları hakkındaki diğer yazılar: