Bu ülkede yıllardır kıdemli gazeteciler Hasan Cemal ve Mehmet Altan’ın köşelerini ‘kaybetmiş’ ve hâlihazırda bir gazetede yazmıyor olmalarına dayanarak ifade özgürlüğünün ensesinde boza pişirildi. Bu isimlere işaret ederek, ‘Onların yazmadığı bir ülke düşünebiliyor musunuz, onların yazamadığı bir ülkede ifade özgürlüğünden söz edilebilir mi’ diye yüzümüze karşı da arkamızdan da bağırıldı. Yakınlarda bunu yapanların bilgisini ve samimiyetini test etmemize imkân sağlayacak bir olay vuku buldu.
Kıdemli gazeteci ve ülkemizin önemli fikir adamlarından Etyen Mahçupyan on yılı aşkın bir süredir köşe yazarlığını sürdürdüğü Zaman gazetesinden ayrılmak zorunda bırakıldı. Bunun sebebi, Mahçupyan’ın Gülen Hareketi’nin (GH) hükümeti şeytan ilan edip ona karşı savaş açmasını, bu savaşta uyguladığı taktikleri ve icraatlarını sosyolojik ve siyasî analizlere tâbi tutmasıydı. GH bu tavrı ve söylenenleri sevmedi. Uzun süredir var olan rahatsızlık sonunda gazetenin yöneticilerini tavır almaya itti.
Mahçupyan’a açıkça ‘git’ denmedi. Bu hem nazik bir hareket olmazdı hem de muhtemelen GH’ne ifade özgürlüğüne bağlılığıyla ilgili imajı bakımından zarar verirdi. Bu yüzden dolaylı bir yol izlendi. Mahçupyan’ın haftada üç olan yazı sayısı bire indirildi. Böylece, elbette, Mahçupyan’a dolaylı bir şekilde git dendi. Mahçupyan mesajı aldı ve gerekeni yaptı. Kibar bir yazıyla, vefasızlık ve saygısızlık etmeden gazeteye veda etti.
Zaman gazetesine haksızlık etmemek için belirtmek gerekir ki, bu metot ne onun icadı ne de ilk defa onun tarafından kullanıldı. Yakından şahit olduğum bir süreçte Star Gazetesi, yazarları Prof. Dr. Mustafa Erdoğan’a ve Prof. Dr. Bekir Berat Özipek’e aynı muameleyi yaptı. Her ikisi de haftada iki defa yazıyordu. Her ikisi de bilgi dağarcığı zengin kalemi güçlü yazarlar olarak temayüz etmişti. Demokratlık sicilleri de parlaktı. Aynı zamanda bağımsız bir kafaya sahiptiler. Star bu iki yazarının gazetede yazmasını adım adım imkânsızlaştırdı. Onları gazeteyi terk etmek zorunda bıraktı…
Mehmet Altan ve Hasan Cemal gazete köşesine sahip değil diye ifade özgürlüğünden hükümeti sınıfta bırakanlar, Mahçupyan olayında aynı sesi vermedi. GH’ne ve Zaman’a ifade özgürlüğü üzerinden eleştiriler yöneltmedi. Demek ki, bu kimselere göre kendi fikirlerine yakın kimselerin köşelerinin ellerinden alınması ifade özgürlüğü ihlâli teşkil eder, ama köşesi elinden alınanlar Mahçupyan gibi isimlerse bu ifade özgürlüğüne zarar vermez. Bu kafadakileri çifte standartlılıktaki sağlamlıkları ve tutarlılıkları için tebrik etmek boynumuzun borcu.
Köşe yazarlığı ile ifade özgürlüğü arasında nasıl bir ilişki var? Köşe yazarlarının kendileri istemedikleri hâlde köşelerini kaybetmesi elbette üzücü. Ben de köşe yazıyorum ve bunun ne kadar kötü bir durum olduğunu idrak edebilecek durumdayım. Ancak, şahsî menfaatlerim neyi söylemeyi gerektirirse gerektirsin, ilkelere bağlılığım beni gerçeği söylemeye mahkûm ediyor. Köşe sahipliği ile ifade özgürlüğü arasında hiçbir ilişki yoktur. Köşe yazarlığını ifade özgürlüğünün gerekli ve yeterli şartı sayarsak köşe yazarları dışında hiç kimsenin ifade özgürlüğüne sahip olmadığı gibi tuhaf bir sonuca varırız. Köşe kaybetme olayları, devletin açık müdahaleleri haricinde, ne kadar sevimsiz olurlarsa olsunlar, ifade özgürlüğüne ciddî bir darbe olarak yorumlanamazlar.
Köşe yazarlığı insanların doğuştan sahip olduğu vazgeçilmez, devredilmez bir hak değildir. O bir imkândır, bir araçtır. Yazara bir başkası tarafında bir sözleşmeyle sağlanır. Her sözleşmede olduğu gibi taraflar birbirlerine vaatlerde bulunur. Sözleşmeye girilebildiği gibi sözleşmeden vaz geçmek de, her iki taraf için, mümkündür. Köşe yazarlığı imkânını birine veren kişi-kuruluş, o imkânı arzu ettiğinde geri alma hakkına da sahiptir. Köşeyi niye aldığı ikincil bir meseledir. Şahsî bir hoşnutsuzluktan dolayı da alabilir, fikir uyuşmazlığından dolayı da. Hiçbir yazarın köşesi onun üzerine tapulu değildir. Burada problem teşkil edebilecek başlıca şey, tarafların, köşe yazarı açısından bakıldığında işverenin, taahhütlerine sadık kalıp kalmadığıdır. Kalmadıysa zaten yargı yolu açıktır.
Bir ülke medyasında aranacak en önemli vasıf çoğulluktur. Medya gerçekten çoğulsa, kalemine güvenen ve kendisini ispatlamış yazarlara diğer gazeteler köşe sağlamaya hazır olabilir. Köşesi olmayanlar ise başka yollar ve araçlarla kendilerini ifade edebilir. Nitekim, Altan ve Cemal görüşlerini televizyon programları ve internet siteleri aracılığıyla kamuya aktarmakta hiçbir zorlukla karşılaşmıyor.
Mahçupyan olayıyla bir kere daha ispatlandı ki, ilkesizlik ve peşin hükümlülük sıcak olaylar karşısında kolayca savrulmaya ve çifte standartlı davranmaya yol açabiliyor.
Bu yazı Yeni Şafak Gazetesi’nde yayınlanmıştır.