Ben bir futbolsever olarak futbol seyircisinin heyecanına yabancı değilim. İşi tadında bırakanlar için futbol bir şenliktir. Kendi takımına destek olmak, karşı takımın oyununu ve motivasyonunu bozmak, icabında yuhalamak, hakemi etkilemeye çalışmak, takım gol atınca havalara uçmak, gol yiyince kahretmek bu şenliğin içindedir. Yalnız bu şenliğin içinde maç bittikten sonra kazanan takımı, iyi oynayan rakip takımın oyuncusunu alkışlamak, koltukları kırıp dökmemek, etrafa zarar vermemek, sonuçta futbolun bir oyun olduğunu unutmamak da vardır.
Zorbalık ve yakıp yıkmak da futbol oyununun kurallarından değildir, işin tadını kaçırır. Sporda şiddet yasasının amacının futbol maçlarında gördüğümüz zorbalığı ve vandalizmi önlemek olduğunu zannediyorduk. Ne var ki, bu yasanın çıkışından sonra futbol sahalarındaki şiddet azalmadı, tersine arttı.
Bunun yerine bu yasaya dayanarak şike davalarının açıldığını gördük. Sporda şiddetin sebebi şike miydi yoksa! Ben şikeden korkmuyorum, şiddetten korkuyorum. Şike ahlaki bir sorun. Yasalar olmasa da, şikeciler cezalandırılmasa da, seyirci şikeciyi cezalandırır. Ama futbol teröristi cezalandırılmazsa, bundan hepimiz zarar görürüz.
Fanatik Taraftarlar Takımlarına Zarar Veriyor
Trabzon seyircisi, Fenerbahçe seyircisi, Galatasaray seyircisi, Beşiktaş seyircisi hemen takımlarının kaybettiği her maçtan sonra sahalara iniyorlar, tribünleri yakıyorlar, stadyumların etrafındaki araçları ve işyerlerini tahrip ediyorlar. Diğer şehir ve kasabalarda da durum bundan pek farklı değil. Artık kimse tuttuğu takımın futbol oynayarak kazanmasını önemsemiyor, zorla şiddetle karşı takıma futbol oynatmayarak sonuç almaya çalışıyor. Futbol bir spor, bir eğlence olmaktan çıktı, kavga ve şiddet gösterisi haline dönüştü.
Futbol takımlarının yöneticileri verdikleri beyanatlarla tribün terörüne açıkça destek veriyorlar. Sahalarının kapanmasına, kulübün milyonlarca lira zarar görmesine sebep olan seyirciye karşı açıkça tavır almıyorlar, bunlara arka çıkıyorlar. Maçtan sonra kaybeden takımın idarecisi, teknik direktörü, futbolcusu, medyası hakemi ve karşı takımı suçlayarak fanatik seyircileri tahrik ediyorlar.
Çoğu zaman olay çıkaran taraftarlar bellidir ve kulüp yöneticileri tarafından korunmaktadır. Bunlar çoğunluk para da vermeden maçlara girerler, görevleri hakeme ve karşı takım oyuncularına küfretmek, vakti gelince de ellerine ne geçerse sahaya fırlatmaktır; kulübün sahası kapanacakmış, takıma para cezası gelecekmiş, bunların umurunda değildir.
Fanatik Taraftarları Kim Kışkırtıyor
Güvenlik güçleri onbinlerce insan arasında suçluları tespitte zorlanabilir, ama kışkırtıcı beyanatlarla ortamı geren idarecileri tespit etmek hiç de zor olmasa gerekir.
Fanatik taraftarların çıkardığı olaylardan dolayı Trabzonspor’un sahası defalarca kapandı. Trabzonspor’un 2011 yılında şampiyon olamamasının sebebi Fenerbahçe’nin şike yapması değil, Trabzonspor’u çok sevdikleri zannedilen fanatik taraftarlar ve bu taraftarlara sahip çıkan yöneticilerdir.Trabzonspor Türkiye Kupası’na giden yolda en kritik maçını sahasında oynayamadı, bunun sorumlusu son maçta hadise çıkaran taraftarlardı. Trabzonlular, maçlarda hadise çıkararak sahalarının kapanmasına sebep olanlardan hesap sormayı hiç düşünmediler.
Trabzonspor yalnız Trabzonluların takımı değil bütün Türkiye’nin takımıdır, takımın başarısızlığından Trabzonlular, bütün Türkiye’ye karşı sorumludurlar.
Spor Toto Süper Lig’de oynanan Gaziantepspor-Bursaspor maçı yardımcı hakem Muharrem Yılmaz’ın başına atılan bir cisimle yaralanması sonucu tatil edildi. Gaziantepspor Başkanı İbrahim Kızıl hakemi suçladı: “Hakem, hem aut olan pozisyonu korner olarak verdi hem de gol pozisyonunda Yalçın’a yapılan faulü görmedi. Yabancı maddelerin ardından maçı ertelemesi çok ağır bir karardı. Doktorlardan aldığım bilgi, hakemin maçı yönetmesi için herhangi bir engel olmadığı yönündeydi…” Gaziantepspor’un hocası Tolunay Kafkas da olayı sebep olan seyirci dışında herkesi suçladı: “Bu ülkede hak edenler değil, hareket edenler bir yere geliyor. Kimse bu şehrin ekmeğiyle böyle basit bir şekilde oynamamalı.” şeklinde konuştu. Gaziantepspor Kulübü Onursal Başkanı Celal Doğan da hakemi suçladı, “Gol, faulden atıldı. Bence maçın tekrarı lazım. Gün Gaziantepspor’a sahip çıkma günüdür. Ben, başta taraftarlar olmak üzere kentte yaşayan herkesi bu takıma sahip çıkmaya çağırıyorum.” değerlendirmesinde bulundu.
Kendini bilmez birkaç kişinin yaptığı hatanın cezasını Gaziantepspor camiası ve Gaziantepli sporseverler çekti. Gaziantepspor maddi ve manevi büyük zarar gördü. Gaziantepspor yöneticileri ve Gaziantepliler herkesi suçladılar, ama olaya sebep olan fanatikleri suçlamayı, onları tespit ederek teşhir etmeyi, onları adalete teslim etmeyi, Gaziantepspor’a verilen zararın hesabını onlardan sormayı asla düşünmediler.
Seyircinin taşkınlığı yüzünden Galatasaray’ın sahası kapanıyor. O zamanki Galatasaray ikinci başkanının taşkınlık yapan seyirciyi suçlamak aklından bile geçmiyor, verdiği beyanatla suçluya açıkça sahip çıkıyor: “Efendim, Profesyonel Futbol Disiplin Kurulu, kulübümüzle ilgili cezayı verirken, taraftarımızın hakem yanlışları nedeniyle galeyana kapıldığını da hesap etmelidir.”
Eğer Galatasaray umurundaysa, Galatasaray yöneticisinin aslında yapacağı çok iş vardı. Bu tribün sapıklarının bulunmasına, bunların cezalandırılmasına yardımcı olabilirdi. Bu tribün sapıklarının engellenmesi için taraftarlarına çağrı yapabilirdi. Bunların teşhir edilmesine, gerçek taraftarlarca dışlanmasına yardımcı olabilirdi. Bunlar hakkında tazminat davaları açabilirlerdi…
Hakemlere Haksızlık
Futbol takımlarının teknik direktörleri ve futbolcuları, takımları yenildikleri zaman kendi kusurların örtbas etmek için hakemleri suçlamayı alışkanlık haline getirdiler. Kötü futbol oynadık diyen yok, sorumsuzca hakemlere saldırıyorlar. Seyirciler stadyumlara sanki futbol seyretmeye gelmiyor, hakemlere küfretmeye geliyor.
Türkiye’de hakemlik yapmak giderek zorlaşıyor. Bir yanda seyircinin küfür ve saldırısı, diğer yanda televizyonlarda saatlerce süren eleştiriler ve hakaretler. Sahada bir futbolcu top kendi tarafına geldiği zaman topun peşinde koşuyor, hakem ise 90 dakika topun peşinde koşuyor; futbolcu kendi yaptığı yanlıştan sorumlu, hakem ise herkesin yaptığı yanlıştan sorumlu tutuluyor.
Televizyonlarda yapılan sözüm ona futbol programları da sahadaki ve tribündeki terörü teşvik etmektedir. Para verip görüntü satın alamayan televizyonlar bu programlarda yapılan alabildiğine kışkırtıcı konuşmalarla, yalandan kavgalarla fanatik taraftarın dikkatini çekmeye çalışılmaktadır. Sanki oynanan bir futbol maçı değil, kaybedilen bir meydan savaşı… Bir İstanbul takımının maç kaybetmesi bir felaketmiş gibi ele alınıyor, karşı takımın maç kazanmasının sevinci yok televizyonlarda…
Bu programlarda hakem hataları büyütülmekte ve akıl almaz şekilde tartışma konusu yapılmaktadır. Bunu yapanlar da çoğunluk hakemlik hayatları yanlış kararlarla geçmiş eski hakemlerdir. Değişik açıdan çekilmiş filmleri defalarca seyrederek hakemin yanlışını aramakta, hakemin sahada birkaç saniyede verdiği kararı sorumsuzca eleştiri konusu yapmaktadırlar.
Düsseldorf’ta Örnek Bir “Olay” Yönetimi
Düsseldorf’ta 15 Mayıs akşamı Fortuna Düsseldorf ile Hertha Berlin arasında önemli bir maç oynanıyordu. Bu maç sonucunda Bundesliga’ya çıkan takım belli olacaktı. Maç 2-2 devam ederken hakemin faul düdüğünü Düsseldorf seyircisi maç bitiş düdüğü zannederek sahaya girip takımlarının çıkışını kutlamaya başladılar. Hakem maçı bitirmemiş, maçın bitimine daha 2 dakika var. Türbinlerde Hertha Berlin’in taraftarları da var. Her şey olabilir, büyük bir kaos doğabilirdi.
Ama hiç bir şey olmadı. Sahaya binlerce taraftarın dolması üzerine, hakem ve iki takımın oyuncuları sahayı olaysız bir şekilde terk ederek soyunma odalarına gittiler. Sahaya girmiş olan birlerce seyirci tek tek türbinlere gönderildi. Bunun için polis biber gazı kullanmaya gerek görmedi. Sadece taşkınlık yapan bir seyircinin polisler tarafından götürüldüğü görünüyordu. Diğer seyirciler olaya müdahale etmeye, arkadaşlarını polisin elinden almaya çalışmadılar. Bütün seyirciler sahadan çıkarıldıktan, herkes sakinleştikten sonra hakem ve Düsseldorf’lu oyuncular sahaya döndüler.
Belli ki Hertha Berlin’liler durumdan hiç memnun değildiler, sahaya tekrar dönmekte kararsızdılar. Sonunda hakemin de araya girmesiyle Hertha Berlin’li oyuncular da sahaya döndüler. Bu tavırlarından dolayı Düsseldorf’lu seyirciler Berlinli futbolcuları yuhalamadılar, taş vs yağmuruna tutmadılar. Hakem maçın kalan 2 dakikasını oynattı ve maçı bitirdi. Düsseldorf’lu seyirciler tekrar sahaya doluşarak takımlarının zaferini kutlamaya devam ettiler. Düsseldorf’lu ve Berlinli futbolcular da birbirine girmediler, Düsseldorf’lu ve Berlinli seyirciler arasında arbede de çıkmadı, yenilen takımın taraftarları oturdukları koltukları parçalamadılar, stadı da ateşe vermediler.
Bütün olanlara rağmen, son yıllarda Türkiye’de futbol sahalarında her şeyin kötü gittiğine inananlardan değilim. Lefter’ler, Can’lar, Turgay’lar, Metin’ler, Recep’ler, Selami’ler, Kartal Yaşar’lar bu topu çamur ve toprak sahalarda oynuyorlardı. Bugün ise bütün şehirlerimiz pırıl pırıl çim sahalara sahipler. Milli takımımızın bir Avrupa takımına karşı maç kazanması büyük bir olaydı, bugün ise her takıma karşı iddialı olarak sahaya çıkıyoruz. Son 20 yılda futbol sahalarımız yabancı oyuncularla da zenginleşti, Senegalli, Ganalı, Nijeryalı, Kolombiyalı, Uruguaylı, İsrailli, Gürcü, Japon, Alman futbolcular da sahalarımızı renklendirdiler. İkinci lig takımlarımızda bile bir kaç tane yabancı futbolcu var, halkımız futbol sahalarında diğer ülkelerin insanlarıyla da kaynaşıyor.
Ben Berat’a futbol sahalarına yabancı kalmamasını, futbol seyircisi arasına girerek onların heyecanlarına ortak olmasını tavsiye ederim.
22.05.2012