Kalkınma Bakanı Cevdet Yılmaz’ın Vatan Gazetesi’nde yer alan uzun açıklamasını dikkatle okudum.
Kıdem Tazminatı Fonu ile ilgi tartışmaları uzun süredir yakından izleyen biri olarak, özetle diyebilirim ki, getirilen yeni düzenleme kıdem tazminatını bir tür emeklilik ikramiyesine dönüştürüyor.
Elbette ki meseleye hem işçiler açısından hem de ekonominin bütünü açısından bakmak gerek.
İşçiler açısından baktığımızda, kıdem tazminatının mevcut fonksiyonunun ortadan kalkmasının yarattığı bir mağduriyet söz konusu. Çünkü işçi için bu tazminatın anlamı işten atıldığında üç-beş ay dayanabileceği toplu bir paraya kavuşmak. Oysa hazırlanan tasarıda işçi kıdem tazminatı fonunda birikmiş parasını -eğer belli bir süre geçmemiş ve belli koşullar yerine gelmemişse- hemen alamıyor. Dolayısıyla da, en sıkışık zamanında yardımına koşacak, ona yeni bir iş buluncaya kadar destek olacak bir güvenceden mahrum edilmiş oluyor.
Bakan Yılmaz bu eleştiriye karşılık olarak Türkiye’de zaten bir işsizlik sigortası kurulduğunu, bir başka deyişle işini kaybeden kişiye yeni iş bulana kadar dayanma gücü veren bir başka sistem mevcut olduğunu; bu durumda kıdem tazminatının da esas olarak bir emeklilik ikramiyesine dönüşmesinde bir sakınca olmadığını söylüyor. Ayrıca zaten dünyanın hiçbir yerinde hem kıdem tazminatı hem de işsizlik sigortasının bir arada bulunmadığını vurguluyor.
Söylediklerinde haklılık payı var. Ne var ki, işsizlik sigortasının aylık ödemesiyle kıdemli bir işçinin işten atılması halinde eline geçecek toplam paranın kıyaslanmasının mümkün olmadığı da bir başka gerçek.
“İşçilerin zaten ancak yüzde 7’si kıdem tazminatını alabiliyordu” argümanı ise doğrusu garip. Çünkü birincisi, kıdem tazminatını alamayanların büyük kısmı kayıt dışı çalışmanın çok yaygın olması yüzünden alamıyor, dolayısıyla bu durumu kıdem tazminatı fonu kursanız da değiştiremezsiniz. İkincisi de iş mahkemelerinin doğru dürüst çalışmamasından dolayı alamıyor ki bunun çaresi de yargıyı işler haline getirmektir; kıdem tazminatını yok etmek değil…
Yeni getirilen sistemin ekonominin bütünü açısından ne getirip ne götüreceğine gelirsek…
Yeni haliyle kıdem tazminatı fonunun bir emeklilik fonuna dönüştürüldüğünü söylemiştik. Emeklilik fonlarının bütün ülkelerde ekonominin canlanmasında, yatırım ve büyümede taşıdığı önem malum. Bu fonlar aracılığıyla tasarruflar reel sektöre aktarılmış, reel sektör için çok önemli bir kaynak oluşturulmuş oluyor. Bugün dünyadaki bütün emeklilik fonlarındaki toplam paranın 17-18 trilyon dolar büyüklüğe ulaştığını söylersek, Türkiye’de oluşacak fonun da orta vadede ekonomimiz için çok önemli boyutlara ulaşacağını düşünürsek olayın çapını daha iyi anlarız.
Bakan Yılmaz ısrarla, oluşacak fonda biriken paranın kullanımının belirli şartlara ve kurallara bağlı olacağını; başka amaçlar için kullanılmayacağını söylüyor. Ayrıca yeni sistemin en önemli özelliğinin paranın her çalışan adına açılacak bireysel hesaplarda toplanması, herkesin kendi özel hesabını, bu hesapta biriken tutarı takip edebilmesi olduğunu vurguluyor. Bu paraların en uygun şekilde işletilerek nemalanacağını da ilave ediyor.
Ama burada kritik soru şu: Bu devasa fonu kim yönetecek?
Eğer yanlış bir aktarma yoksa Yılmaz’ın bu konuda Gülümhan Gülten’e verdiği cevap şu: “Bu parayı, kuracağımız bir Fon yönetimi olacak, o yönetecek. Bu yönetim kamu yönetimi olacak.”
İşte dananın kuyruğu da bu noktada kopuyor. Çünkü dünyada bir tek ülkede bile, devletin yönettiği emeklilik fonu yok. Bütün fonlar portföy yönetimi şirketleri tarafından (yani özel sektör tarafından) yönetiliyor. Kesintiler her çalışan adına açılacak bireysel hesaba yatırılıyor ve çalışan kişi bu paranın nasıl yönetileceğine (örneğin ne kadarıyla hisse senedi, ne kadarıyla fon alınacağına) kendisi karar veriyor. Yani kendi tasarrufunu kendi yönetiyor. Ayrıca, kendisi
istediği portföy yönetim şirketini kendi seçiyor. Bu şirketler arasındaki rekabet sayesinde daha iyi hizmet alabiliyor.
Sayın Bakan, bizde de herkes adına bireysel hesap açılacağını ve kişinin fondaki parasını takip edebileceğini söylüyor ama herkesin kendi parasını kendisinin yöneteceğini söylemiyor. Oysa asıl bireyselleşme budur. Bu alanın rekabete açılması ve herkesin kendi portföy yönetim şirketini kendi seçmesi, kendi fonunun yönetimi konusunda karar sahibi olmasıdır.
Eğer toplanan para devletin yönetimine terk edilecekse bunun adı emeklilik fonlarının devletleştirilmesidir ki, bir yandan özelleştirmelerle devletin ekonomideki payını düşürmeye çalışırken bir yandan da çok önemli bir alanı devletleştirmek savunulduğu söylenilen serbest piyasa ekonomisi ile tam bir çelişki içindedir.
Eğer bu tasarı tartışmaya açılacaksa, her şeyden önce bu noktanın netleşmesinde fayda var.
Bugün, 17.09.2011