Devletten maaş alan ve devletin eğer varsa bir “iletişim stratejisi”, bununla ilgilenen insanlar ne yapıyor bilmiyorum fakat 15 Temmuz’da milletin meydanda kazandığı savaşı medyada kaybediyoruz. Sanırım bu mücadeleyi de bizzat Cumhurbaşkanı’nın yürütmesi gerekiyor veya halkın yine iş başa düştü deyip sokağa inmesini bekleyeceğiz.
Olan bitenin tantanasında zaten göze çarpmayan detaylar, eğer nereye bakacağınızı bilmezseniz yine göze çarpmıyor fakat sırf bu yüzden, bununla ilgilenmesi gereken devlet birimleri var. Tabiî bu beklenti biraz yüksek bir beklenti, zira devletin savaş uçakları, tankları ve bütün ağır silahlarıyla devletten maaş alan hainlerin şehirlerimizi işgal ettiğini, ülkenin Başkomutan’ı eniştesinden öğreniyorsa, zaten epey sıkıntı içindeyiz demektir. Nitekim devletin devlete darbesini sokağa dökülen halk engelledi. Burda devlet içinde mücadele eden subayların, polislerin hakkını da teslim edelim, onlar olmasa alçak işgalciler halkı ezip geçmeye kararlıydı, Ömer Halisdemir’in şahsında abideleşen bir görev ifa ettiler, ben bunu da kriz anındaki acil müdahaleye dahil ediyorum. Fakat sorunumuz zaten krize gelmeden önceki süreç ve kriz anını atlattıktan sonraki stratejide.
Cemaat’in tetikçilerini ve onların verdiği sufleden sonra Cemaat’in stratejisini kamusallaştıran kalemleri takip eden için, özellikle 17/25 Aralık’tan beri sürpriz bir gelişme olmadı. Açıkçası, ben Cemaat’in her seferinde bir sonraki adımını tahmin ettim; açık bilgi kaynakları, algı oluşturmada Cemaat’in işleyişini görmek için çok fazla veri sunuyor. Mesela canlı bombanın Reyhanlı’da patlayacağını belki tahmin edemiyorsunuz fakat Cemaat’in bir canlı bomba eylemi düzenlenmesi için olan bitene nasıl zemin hazırlayıp, elemanlarıyla patlama anına kadar nasıl refakat ettiğini görünce şaşırmıyorsunuz. Belki kimi öldüreceklerini tahmin edemiyorsunuz fakat Hrant Dink cinayetinin altından bunlar çıkınca da şaşırmıyorsunuz.
Darbeciler ilk derdest edildiğinde ifadelerinde açık verdiler, bir kısmı itiraflarda bulundu ve bunlar medyaya yansıdı. Darbenin başarısız olma ihtimalini pek hesaba katmadıkları anlaşılıyordu, bu nedenle de boş bulunup ifadelerinde bocaladılar. Fakat ilk şoku atlatır atlatmaz, Cemaat’in tetikçileri gerekli stratejiyi sosyal medya hesaplarından verdi ve ifadeler birden bire profesyonel bir el değmişçesine tektipleşmeye ve stratejik olarak birbirine benzeşmeye başladı. İlk şokun sonrasında kendilerine geldiklerinde bu defa strateji daha net belirlendi ve ifadeler daha sonra “işkence altında verdim” diyerek reddedilecek şekilde verilmeye başlandı.
Cemaat’in mantar gibi farklı isimlerle yeniden ve yeniden üreyen internet siteleri şimdi ilk gün işaret edilen stratejinin gereği, “işkence” yazı dizilerine başladılar. Yazılarda anlatılanlar korkunç, kadınların meme uçlarına iğne batırılmasından tırnak çekilmesine kadar, bazılarının çok kullandığı gibi “12 Eylül’den beter” dedirtecek ne ararsanız var. Kısa bir süre içinde Cemaat’in stratejisini kamusallaştıran kalemlerden “işkenceye hayır” yazıları gelecektir, önceki yazılarımda sistemin nasıl işlediğini farklı meseleler üzerinden yazdım, bu defa da sürpriz olmayacak. Cemaatin tetikçi sosyal medya hesapları stratejiyi üfledi, elemanları gerekli doneleri, doğru ve yanlışların kolajından oluşan argümanları hazırladı, şimdi sıra Cemaat’in stratejisini kamusallaştıran güya “demokrat hassasiyetli” kalemlere geldi sıra.
Stratejik aklın, devlet tarihinde görülmedik derecede şeffaf yürütmesi gerekiyor bu süreci. Süreçle ilgili toplum düzenli ve sık aralıklarla bilgilendirilmeli. Mesela darbe gecesi öldürülen darbeciler kimlerdi? Görüntülerde halka ateş eden, insanların üzerine bomba yağdıran darbeciler kimlerdi? Toplumun bu hainleri isim isim bilmeye hakkı var. Sonra tutuklanan darbecilerin ifadeleri belirli formatlarda, dava sürecine zarar vermeyecek şekilde yayınlanmalı, toplumun bu ihaneti kendi süzgecinden geçirmeye hakkı var. Henüz o aşama gelmedi ama darbe davaları canlı yayınlanmalı ve tüm toplumun şahitliği sağlanmalı. Benzer şekilde, tutuklanan, kurumlarından ihraç edilen darbeciler deşifre ve teşhir edilmeli. Bunların durumları toplumla paylaşılmalı. İşkence, kötü muamele vesair iddiaları ivedilikle cevaplanmalı ve eğer doğruysa sebep olanlar ağır şekilde cezalandırılmalı, doğru değilse iddia sahibi aynı akıbete uğramalı, meselenin bir ciddiyeti ve caydırıcılığı olmalı.
İşte burada, henüz algı oluşmamışken bir şey söylemek istiyorum. Fetullahçılar ile bu toplumun arasına “kan girdi”, bu ağır bir vebal, öyle ki bu vebalin altından devlet de kalkamaz. Devleti 15 Temmuz gecesi kurtaran insanların kalbi kırılır, emeklerinin boşa gittiği hissi hasıl olursa, devleti bu işgalcilerin elinden kimse alamaz.