Güce tapan bir kişi tarafından kurulan ve yönetilen totaliter örgüt FETÖ gerek devlet gerekse sivil toplum içinde mutlak hâkimiyeti için elinde bulunmasını gerekli gördüğü her alana ve her kesime el atmış. Hiçbir yeri ve hiçbir çevreyi, tabiri caizse, boş veya boşta bırakmamış. Birçok yerde tepeden tırnağa örgütlenmiş. Örgütlenmediği yerlerde de istediği vakit manipülasyon yapabilmesine yetecek bir varlık bulundurmuş.
FETÖ’nün örgütlenme tarzını anlamak için yargı yapılanmasına bakalım. Yaşananları yakından ve devamlı takip etmeyenler FETÖ’nün birkaç hâkim ve savcıyı yargı kadrolarına yerleştirmekle yetindiğini zanneder. Herhangi bir örgütün koca yargı teşkilâtını tepeden tırnağa kontrol altına alabileceğini düşünemez. Hatta böyle bir şeyin mümkün olabileceğini dahi pek akıl edemez.
Nitekim daha öncesinde –yani yargı FETÖ’nün eline geçmeden- yargıda bir Kemalist yapılanma var olmasına rağmen Kemalist kadroların nüfuz edemediği alanlar da mevcuttu ve Kemalist olmayan yargı mensupları orada burada önemli noktalarda görev alabilmekteydi. Yargıda Kemalist kadrolaşma deyince aklımıza militanlığıyla dikkat çeken birkaç hâkim ve savcı ile onlar tarafından yürütülen faaliyetler gelirdi.
FETÖ’nün yargı yapılanması bundan çok farklıydı. Yargı teşkilâtının -başka bir deyişle adalet sisteminin- tepeden tırnağa her noktasında FETÖ elemanları tam kontrolü sağlayacak ölçüde var ve örgütlüydü. FETÖ, gücünün zirveye ulaştığı günlerde yargının üst idarî organı olan HSYK’da ipleri eline almıştı. Yargıtay, Danıştay ve Anayasa Mahkemesi gibi en üst yargı organlarında da bol miktarda FETÖ üyesi mevcuttu. Özellikle ceza mahkemelerinde, daha öncesinde DGM’lerin yerini alan özel yetkili mahkemelerde, FETÖ hâkimdi. Pek dikkat çekmeyen ama bilgi toplama, sızdırma, evrak yerleştirme ve kaybetme, davaların kaydını tutma açısından hayatî öneme sahip kritik mahkeme kâtipliklerinde de farkına varılması zor bir kontrol gücüne sahipti. Bu kadar sanmayın. FETÖ yargı örgütlenmesi zincirini aralarında infaz memurlarının -gardiyanların- ve cezaevi yöneticilerinin de bulunduğu kadrolarla tamamlamıştı. Kısaca, Erdoğan varlığını fark edip savaş açana kadar FETÖ yargıda istediği hemen her şeyi yapabilecek kadar güçlüydü
‘Tam güç, mutlak kontrol’ amacıyla teşkilâtlanan ve devlet içinde olduğu gibi sivili toplum unsurları içinde de kök salan FETÖ şaşırtıcı olmayacak şekilde yükseköğretimi de erişim alanı içine aldı. Bunun ona iki faydası olabilirdi. İlk olarak, vasıflı devlet memurluklarına adam yetiştirme aracı-mekânı üniversitelerdi. İkinci olarak, üniversitelerdeki kadroları ihtiyaç olması hâlinde açık bir ideolojik savaşta FETÖ’ye fikrî mühimmat ve entelektüel insan gücü temin edebilirdi. Bu çerçevede başlangıçta fen bilimlerinde yığınak yapan FETÖ sonradan rotasını sosyal bilim okullarına, özellikle hukuk, siyaset bilimi gibi alanlara çevirdi.
FETÖ yükseköğretim içinde de tepeden tırnağa teşkilâtlandı. Meselâ YÖK içinde hâlâ tam manasıyla tasfiye edildiğinden bir türlü emin olamadığım çok aktif ve etkili bir kadro kurdu. AK Parti’nin iktidara gelmesinden sonra hemen her dinî grup gibi FETÖ’nün de önü açıldı. Böylece FETÖ bir taraftan birçok devlet üniversitesinin yönetimini kontrol alına alarak oralara adam yerleştirmeye başladı, diğer taraftan çok sayıda kendisine ait vakıf üniversitesi kurdu.
FETÖ’nün kontrol ettiği devlet üniversitelerinde ve sahip olduğu vakıf üniversitelerinde çalışan öğretim üyeleri arasında FETÖ’nün organik parçası olan öğretim üyeleri şüphesiz vardı. Ancak, buralardaki her öğretim üyesi FETÖ mensubu değildi. Bazıları kendi işinde gücünde olan, kendisini akademik çalışmaya adamış, meşruiyet ve kanunilik dışına çıkmayan, mazbut bir hayat yaşayan, gizli kapaklı işlere asla girmeyen bilim insanlarıydı. FETÖ bu kimseleri, üyesi, adamı olmamalarına rağmen öğretim üyesi ihtiyacını karşılamak veya vitrine koymak için işe almıştı.
15 Temmuz menfur darbe girişiminden sonra FETÖ üniversiteleri haklı olarak KHK’larla kapatıldı. Böylece buralarda çalışmakta olan tüm öğretim üyeleri işsiz kaldı. FETÖ üyesi olduğundan şüphelenilenler hakkında hukuk soruşturmaları yapıldı, bazıları için davalar açıldı.
FETÖ üyesi olmaya öğretim üyelerinin bazıları hakkında hiç bir hukukî işlem yapılmadı. Bazıları için açılan soruşturmalar savcılıkların takipsizlik kararıyla sonuçlandı. Buna rağmen bu kimseler hiçbir akademik kurumda işe giremiyorlar. Birçok üniversitede ciddî öğretim üyesi açığı yaşanırken yetişmiş, vasıflı çok sayıda akademisyen de ya evinde çile dolduruyor ya da ilgisiz yerlerde çalışarak evine ekmek götürmeye çalışıyor.
Bu işte bir gariplik var. Sözünü ettiğim akademisyenleri bir suçu, günahı, hatta kabahati yok. Onlar FETÖ’nün FETÖ olduğunu o günlerde bilemezlerdi. Bir akademisyen olarak özel istihbarat bilgilerine sahip olmaları beklenemezdi. Tüm yaptıkları standart akademik görevlerini yürütmekten ibaretti. FETÖ ile bir bağları olsaydı zaten şimdiye kadar çoktan açığa çıkmış olurdu.
Üniversiteler YÖK’e bakıyor. YÖK ise topu üniversitelere atmaya çalışıyor. Bu belirsizlik ortamında insanlar mağdur oluyor, mağduriyetler uzuyor. FETÖ ile ilişkileri var diyorsanız bu insanlar hakkında soruşturma yapın, yaptırın. Ama haklarında takipsizlik kararı verilmiş, FETÖ ile hiçbir bağlarının olmadığı görülmüş akademisyenleri suçlu muamelesine tabi tutulmaktan artık kurtarın, işlerini yapmalarına müsaade edin. Buna onların kendileri kadar memleketin de ihtiyacı var.