Şurası kesin ki AKP Türkiye’de çok fazla sayıda kişinin kimyasını bozdu. İslami hassasiyete sahip, taşradan veya büyük kentlerin orta alt mahallelerinden gelen, vasat eğitimli, modernlikten nasibini almamış, ‘maalesef görgüsüz’ bir takım insanların iktidarı ele geçirmeleri birçokları için zaten başlı başına bir travmaydı. Hem de 28 Şubat’ın henüz beşinci yılında ve yeni kurulan bir partiyle… Ama asıl travma bu partinin (aslında solculara yakışacak diye düşünülen) reformlara girişmesi, Kürt meselesini çözmeye soyunması, askeri vesayeti neredeyse bitirmesi ve (gerçekten belki de herkes için şaşırtıcı biçimde) ekonomiyi iyi yönetmesi oldu. Laik/sol kesimin çoğunluğunun içinden AKP’nin yaptığı olumlu işleri teslim etmek bir türlü gelmedi… Reformcu ve dönüşümcü yaklaşımın ‘geçici’ olduğu, ‘mecburen’ yapıldığı, partinin ‘asıl’ yüzünün eninde sonunda ortaya çıkacağı savunuldu ve giderek psikolojik açıdan bu beklentinin esiri olundu.
Dolayısıyla Gezi olayı sadece bir sokak kalkışması değildi. Milyonlarca kişiye AKP’nin gerçek yüzünü ‘nihayet’ gösteren de bir olaydı. Oradaki ölümler bu nedenle başka herhangi bir vakadakiler ile mukayese edilmek istenmiyor. Kobani bahanesi ile ölüme itilen ve kasten vahşice öldürülen 50 kişi ‘konu dışı’ olarak görülüyor, ama Gezi sırasında yaşananlar bir dinsel ritüel duygusu içinde yad ediliyor. Demirtaş’ın 6-8 Ekim’de bilerek ya da bilmeyerek, sebep veya alet olduğu cinayetler yok sayılırken, Erdoğan’ın Gezi’deki sert tutumu onu ‘katil’ yapabiliyor…
Buna nesnelliğin kaybedilmesi olarak bakabiliriz. Ama temelde oportünist zihniyetin ürettiği bir fırsatçılık siyasetinin yattığını görmezden gelmek epeyce zor. Çünkü karşımızda duran sadece bir psikoloji değil… Bir takım solcuların bu ruh hali üzerinden Kürt siyaseti içinde kendilerine kariyer yolları döşeme çabası. Kullanılan taktik Kürt siyasetine yağ çekmekle onu ‘ötekine karşı’ savunmak arasında bir sarkaç oluşturuyor ve esas olarak AKP üzerinden işletiliyor.
Şöyle ki bir yandan AKP’nin İslami ve taşralı niteliği nedeniyle ‘kategorik’ olarak doğru davranamayacağı ileri sürülüyor. Solcuların önemli bölümü buna zaten fazlasıyla inanmış durumdalar ve kendi esas ideolojik niteliklerinin laiklik olduğunu kavramaktan uzaklar. Diğer taraftan HDP ne yaparsa yapsın AKP’nin ‘doğru’ davranması gerektiği söyleniyor. Doğruyu kategorik olarak beceremeyeceğini savundukları bir siyasi hareketin nasıl olup da istenen her an doğru davranacağını ise ‘doğal olarak’ sorgulamıyorlar. Bu tutuma ilaveten HDP ne yaparsa yapsın savunuluyor ve yanlış yaparsa da karşılıksız kalsın isteniyor. Kısacası Kürt siyaseti aptallık yapsa bile bedel ödemeyecek, yetmedi bunun bedelini de AKP ödeyecek
…
Niye böyle bir duruş sergilendiği epeyce açık olmalı… Aslında sol kendi yetersizliğinin ve düzeysizliğinin bedelini ödemek istemiyor ve belki de buna çok yatkın olabileceğini (itiraf edemese de) tarihsel deneyimi sonucu hissediyor. Tam da asalak stratejisinin işlevsel olduğu bu dönemeçte HDP’yi sorumluluklarından azade kılmak, solu da bulutların üzerindeki hak ettiği yere oturtuyor. Ne var ki bunun sonucunda HDP’nin ‘akılsızlaşma’ ihtimali büyük ölçüde artıyor ve bu da kimse için iyi olmuyor…
Akşam, 18.10.2015