12 Haziran 2001 tarihinde erken genel seçimler yapılacak. Ortada TBMM’nin büyük oranda yenileneceği söylentileri dolaşıyor. Örneğin AK-Parti’nin 200 civarında milletvekilini tekrar aday göstermeyeceği yönünde duyumlar var. CHP de kadrosunu büyük oranda yenileyecek gibi görünüyor. Doğal olarak mevcut milletvekillerini ve ilk defa milletvekili aday adayı olmayı düşünenleri şimdiden siyaset arenasına kapağı atma heyecanı sarmış durumda. Siyasal partilerin il yöneticileri milletvekili aday adayı olmak için birer birer görevlerinden istifa ediyorlar. Bir aya kadar devlet memurlarının bir kısmı da aday adayı olabilmek için görevlerinden ayrılacaklar. Ankara sokakları kulis yapanlardan geçilmeyecek. Ben de durumdan vazife çıkararak, belki birilerinin işine yarar ümidiyle, siyasette kulis yapmanın, kendini tanıtmanın, milletvekili adaylığına ilerlemenin doğru yöntemi nedir sorusunu çözümlemek istedim.
Bilindiği gibi “siyaset”, sosyal bir oyundur. Bütün sosyal oyunlar gibi sosyal bilimlerin, bu arada iktisadın da inceleme alanına girer. Sosyal ortamlardaki bireylerin, doğal olarak da politikacıların karar alma süreçlerini ve davranışlarının, bu karar ve davranışların muhtemel sonuçlarını analiz etmek amacıyla geliştirilmiş analitik araçlardan biri de “Oyun Kuramı”dır. Oyun Kuramı, birden fazla “akılcı” karar birimi arasındaki etkileşimi ve çıkar çatışmalarını açıklamaya çalışır. ‘Eylemlerinin sonuçları ve arzulanabilirliği birbirlerinin eylemlerine bağlı olan’ iki ya da daha fazla bireyin varlığı durumunda karşılaşılan karar problemini aksiyomatik bir tarzda ele almaktadır. Kuramın uygulandığı tipik bir problemde, mümkün sonuçlar hakkındaki tercihleri birbirinden farklı olan çok sayıda bireyden her biri, belirli bir olayın “sonucunu” bir dereceye kadar yani kısmen etkileyebilecektir. Hiç bir oyuncu tek başına sonucu tam olarak belirleyemeyecektir. Bu çerçevede Oyun Kuramı, her bir bireyin kendi “beklenen faydasını” maksimize edebilmek için ne yapması gerektiğiyle ilgilenir. Bu oyun, anlaşmalı-işbirlikçi olabileceği gibi “anlaşmasız-işbirliksiz” de olabilecektir. Anlaşmalı oyunlarda taraflar oyunu, pokerdeki gibi, “yüz-yüze bir diğer ifade ile “dişe-diş”, göze-göz” bir etkileşim içinde oynar. Anlaşmasız-işbirliksiz oyunlarda ise oyuncular arasında iletişim ve etkileşim yoktur. Herkes oyunu karşısındakinin oynadığını zannettiği kurallara göre oynar.
Oyuncular arasındaki anlaşmaya ve işbirliğine dayanmayan oyun modelleri içinde en çok bilineni Mahpuslar İkilemi’dir. Mahpuslar İkilemi, Oyun Kuramı’nda, iki kişinin kendi çıkarlarına olmasını bilmelerine rağmen neden işbirliği yapmayabileceklerini, anlaşmayabileceklerini gösteren temel problemlerden biridir. Kanaatimce, Mahpuslar İkilemi, siyasete Politikacı İkilemi şeklinde şöylece uyarlanabilecektir:
Seçim dönemi yaklaşmıştır. İki politikacı milletvekili adaylığı yarışı içindedir. Hangisinin aday yapılacağı konusunda elde yeterli bilgi yoktur. Siyasal Parti Genel Başkanları tarafından görevlendirilen yöneticiler,aday adaylarını iki ayrı odaya sokar ve değerlendirmeye alır. Her birine “içlerinden sadece birinin milletvekili adayı yapılacağı, kendi adaylığını garantileyebilmek için rakibini bertaraf etmesi gerektiği, bu nedenle diğerinin eksik ve kötü yanlarını söylemesi, diğerinin bu ihaneti hiçbir zaman öğrenmeyeceği” teklif edilir: Her bir aday adayı, aralarında bir anlaşma imkânı olmaksızın, ya diğer aday adayıyla “işbirliği”ne gidip susacak, ya da “kusurlu” davranıp diğeri aleyhinde konuşacaktır. Eğer biri “kusur”lu davranırken, diğeri “işbirliği” yapmayı seçip susarsa, “kusurlu” davranan aday gösterilecek, “işbirliğine” giden ve sessiz kalan ise aday olamayacaktır. Her ikisi de birbirinden habersiz olarak “işbirliği”ni tercih edip aleyhte konuşmaz ise birlikte aday gösterileceklerdir. Her ikisi de “ihanet” eder ve birbirleri aleyhine iftiralarda bulunursa, “ikisi de aday gösterilmeyeceklerdir.
POLİTİKACI İKİLEMİ
Aday B İftira Etmez
Aday B İftira Eder
Aday A İftira Etmez
İkisi de aday gösterilir
A, aday gösterilmez
B, aday gösterilir
Aday A İftira Eder
A, aday gösterilir
B, aday gösterilmez
İkisi de aday gösterilmez
Her iki aday adayı da “akılcı” davranarak sadece kendi çıkarını düşünür, sadece kendi adaylığını garantilemeyi amaçlar ve diğerini hesaba katmazsa, sonuç her ikisinin de “birbirine iftira ve ihanet etmesi, yalan söylemesi” olacaktır. Bu durumda her iki aday adayı da milletvekili adayı olamayacak, ortaya Pareto-suboptimal bir denge çıkacaktır. Zira, “ihanet”ten farklı bir seçim yapmaları ve “işbirliği”ne giderek oynamaları durumunda taraflardan birinin durumu kötüleştirilmeden diğerinin durumunu iyileştirebilmek, ya da taraflardan her ikisinin durumunu birlikte iyileştirebilmek mümkün olabilecektir
Ancak, Akılcı Seçim Kuramı’na dayanan yerleşik iktisada göre, bu oyunda “işbirliği”ni seçmenin faydası “kusurlu davranışı” seçmekten çok daha yüksek olacakken, bütün akılcı karar birimleri “kusurlu” davranışı seçecektir. Zira, akılcı birey, bir insan olarak sahip olduğu ve davranışlarını koordine etmede kullanabileceği deneysel bilgileri ‘ilgisiz’ bularak dışlayacaktır. Bu varsayımlar altında akılcı bireyler arasındaki iletişim ve etkileşiminin, örf ve adetlerin sonuç üzerinde hiçbir etkisi olamayacaktır. Aday adayları her oyundan sonra birbirlerinin kararları hakkında bilgilendirilse ve “kusurlu” davrananın cezalandırılma imkânı olsa da, oyun her tekrar ettiğinde “akılcı” taraflar yine “kusurlu” davranacak ve aynı Pareto sub-optimal denge gerçekleşecektir. Yani
Sonuç olarak, “Oyun Kuramı” ve “Politikacılar İkilemi”, “siyaset”te ya da diğer beşeri aktivitelerde pür “akılcı” ve “faydacı” bir yaklaşımla, sadece kendi çıkarını maksimize edebilmek için “yalan ve iftira” gibi kusurlu davranışları yöntem olarak benimseyenlerin, bu kusurlu davranışların yaygınlığı ölçüsünde amaca ulaşamayacaklarını ortaya koymaktadır. Daha ötesi, bu tür kusurlu davranışlar, saygınlığı ve güvenilirliği tahrip ederek bireysel ölçekte adaylık ihtimalini azalttığı gibi, toplumsal ölçekte de “Sosyal Refah Kaybı”na yol açacaktır. Bu “Sosyal Refah Kaybı” ise, uzun dönemde, 3 Kasım 2002 seçimlerinde, koalisyon ortağı olan bazı siyasal partilerin siyaset sahnesinden tasfiye edilmesine yol açtığı gibi, “bumerang etkisi”ne yol açarak “güven”e dayanmayan siyasal oluşumların iktidara gelme ihtimalini azaltacak bir düzeye ulaşabilecektir. Bu noktada, siyasal parti yöneticilerinin, iktidara gelme amacı yanında, aday adaylarını birbirleri aleyhinde yalan ve iftiraya zorlayan otoriter bir değerlendirme mekanizması yerine, karşılıklı güven ortamını tesis edici, siyasette ahlâklı davranışı teşvik edici, yalancıları ve müfterileri tasfiye edici bir yönetim anlayışını yerleştirmeyi de amaç edinmeleri, sosyal refah düzeyini artırıcı etki yapacaktır. Öyleyse, hem milletvekili aday adaylarının hem de siyasal parti yöneticilerinin “emin” vasfını ihya etmeleri, güvenilir olmaları kendilerinin ve toplumun menfaati icabıdır.
Çiçeği burnunda politikacı adaylarına arz olunur…
17.01.2011