Emekli 104 amiralin bildirisi toplumun hemen her tabakasının müdahil olduğu tartışmalara yol açtı. Çeşitli kişi ve kesimler görüşlerini açıkladı. Benim bu husustaki görüşlerim aşağıdaki gibi özetlenebilir.
- Demokratik toplumlarda silahlandırılmış resmî görevliler gayet sıkı kurallara tabi olarak görev yapmaktadırlar. Bunun ana sebebi onları silahlandıran toplumun böyle yapmakla kendisini onlarla eşitsiz bir pozisyona koymuş olmasıdır. Silahlandırılmış resmî görevlilere teslim edilen silahları kullanma yetkisi ve yerleri bir taraftan gelenek ve göreneklerle diğer taraftan da hukukî mevzuatla belirlenmiş ve kurallara bağlanmıştır. Askerler ve polisler bu tür kamu görevlilerinim en başta gelenleri veya ağırlıklı bölümleridir.
- Bu çerçevede resmî silahlı kişiler tek tek veya özellikle gruplar halinde çoğu kamusal meselede açık ve alenî taraf olmaktan kısıtlanmışlardır. Bunun ana sebebi onlara silah sağlayanların tüm toplum olmasıdır. Elinde silah tutan insanların görüşler arasında taraf olması diğer görüşlere sahip yurttaşlarla onların eşitsiz olması yüzünden baskı ve tehdide dönüşme ihtimâlini bünyesinde taşır. Kim elinde silah bulunan ve her an o silahı size doğrultması söz konusu olabilecek kişiyle ters düşmeye cesaret edebilir ki!
- Kamusal meselelerde açık ve alenî taraf olmamamın bir parçası da bu kimselerin ifade özgürlüğüne getirilen kısıtlamalardır. Resmî silahlı görevliler öyle olmayan yurttaşlara nispetle daha dar bir ifade özgürlüğü alanına sahiptir. Bu tüm dünyada ama özellikle demokrasilerde böyledir. Mesleğe girecek kişilerin bunu baştan bildiği ve kabul ettiği varsayılır.
- Dolayısıyla silah altındaki polislerin ve askerlerin kamusal meselelere ilişkin olarak da olsa çoğu zaman susması beklenir. Bu, kişilerin bu meselelerle ilgili görüş ve kanaatleri bulunmadığı ve bunların hayatlarında hiç tesiri olmayacağı anlamına gelmez. Bu kişiler, elbette, satın alıp okuyacakları gazeteler, takip edecekleri web siteleri ve seçimlerde oy verecekleri partiye ilişkin tercihlerini bu çerçevede yapabilirler.
- Burada tartışılması gereken mesele bu kimselerin, vakamızda amirallerin, emekli olduktan sonra statülerinin değişip değişmeyeceği ve değişecekse ne ölçüde değişeceğidir. Başka bir şekilde sorulursa amiraller emekli olduktan sonra kurumlarıyla ve işleriyle bağları tam olarak kesiliyor ve sıradan sivil vatandaşlar hâline geliyor mu gelmiyor mu? Bu sorunun cevabı “tam olarak sivilleştikleri” ise yapılacak yorumlarla “tam olarak sivilleşmediler” ise yapılacak yorumlar birbirinden şu veya bu ölçüde farklı olmak durumundadır. Tam olarak sivilleştikleri doğru ise diğer vatandaşların sahip olduğu kadar geniş ifade özgürlükleri vardır. Tam olarak sivilleşmedilerse ifade özgürlüklerinde genişleme olabilir ama bu genişleme muhtemelen bu vatandaşların diğer ve sivil vatandaşlar kadar geniş bir ifade özgürlüğü alanına sahip olmalarını mümkün kılmaz.
- Kanaatim odur ki emekli olmakla amiraller ve generaller sivilleşmekte ama bu tam bir sivilleşmeye tekabül etmemektedir. Emekli amirallerin ve generallerin daha az sivilleşmesinin kültürel ve kurumsal sebepleri var. Kültürel olan bu insanların sayıca az olması, tabiri caizse bir elit teşkil etmeleri ve bunun farkında bireyler olarak orduyla bağlarını korumaya özel önem sarf etmeleridir. Nitekim bu insanların tamamına yakını kendilerine tahsis edilen askerî lojmanlarda oturmakta, birçoğu koruma görevlileriyle ve kamusal olarak tahsis edilmiş araçlarla dolaşmakta ve Fenerbahçe Orduevi gibi yerleri adeta kendi mekânlarına çevirerek bir çeşit komün hayatı yaşamaktadır. Keza, ayrıntılarını bilmiyorum -ve doğrusu merak da etmiyorum- ama TSK mevzuatında da emekli amirallere ve generallere ilişkin düzenlemeler olduğu kanaatindeyim.
- Bütün bunlara dayanarak emekli amirallerin bir ölçüde sivil, bir ölçüde askerî bir statü sahibi olduğu gönül rahatlığıyla söylenebilir. Genelleme yapmak doğru olmaz, bazılarının daha çok sivil ve daha az asker bazılarının ise daha çok asker ve daha az sivil olduğunu tahmin etmek zor olmasa gerek. Sivilleşme kendisini ifade özgürlüğünün genişlemesi olarak da gösterir. Nitekim bu sayede bu emekli askerlerin bazılarını yazılı ve görsel medyadaki hararetli tartışmalarda görmekteyiz. Diğer bazılarının ise aktif siyasette yer aldığı herkesin malumu. Başka bir deyişle bu kimselerin ifade özgürlüğü açısından önemli bir problemi yok gibi görünüyor.
- Durum böyleyken ifadeleri ve açıklanma saati ve biçimi tartışmaya çok açık bir ortak bildiri yayınlama ihtiyacını niçin hissetmişlerdir? Bu sualin cevabı aşikâr: Kuvvetli bir mesaj vermek. Bu mesajın hedef kitlesi bir taraftan bildirinin hitabetinde görüldüğü üzere “yüce Türk milleti” diğer taraftan da hiç kuşku yok ki TSK’dır.
- Ne var ki bildirinin maddî temeli yok. Hükümet Montrö Anlaşması’nı tartışmaya açmış değil. Bu istikamette bir gelişme olacağına dair en küçük bir işaret yok. Kaldı ki Montrö anlaşması da Allah vergisi değil. Gerekirse tartışmaya açılabilir ve Türkiye kendisi için daha iyi olacak bir anlaşma arayışı peşinde koşabilir. Emekli askerlerin bundan duyduğu korku sindirilmişliğin, edilgenliğin bir yansıması gibi görünmekte. Sarıklı amiral meselesinde de hükümet idarî soruşturma açıldığını ve devam ettiğini söyledi. Bildirideki bir yaman çelişki de bildiriyi ifade özgürlükleri çerçevesinde yayınladıklarını söylerken kendilerinin Montrö Anlaşması’nın tartışılmasına ve bir amiralin başı sarıklı görülmesine karşı gösterdikleri tahammülsüzlük.
- Bu bildiriyi elbette Türkiye tarihi içinde okumak zorundayız. Tarihi darbelerle ve çeşitli seviyelerde askerî müdahalelerle dolu bir ülkede bu tür bir ortak emekli amiraller bildirisi yayınlamanın hoş karşılanmayacağını ve çeşitli tepkilere sebep olabileceğini tahmin etmek için kâhin olmaya gerek yok. Bu tepkileri ifade özgürlüğüne genel bir saldırı olarak yorumlamak da çok doğru sayılmaz. Daha önce de meselâ emekli diplomatlar bu tür bir bildiri yayınlamış ama aynı veya benzer tepkilerle karşılaşmamıştı. Ayrıca emekli amiraller bildirisinde tüm emekli amirallerin imzasının bulunmadığı, bazıları hatırı sayılır bir kamusal tanınırlığa sahip 86 emekli amiralin bildiriye imza koymadığı gerçeği de ortada.
- Bildiri dikkatli hazırlanmış bir dile ve özenle seçilmiş ifadelere sahip ama Türkiye’de egemen olan klâsik askerî bakışı yansıtmakta. Tepeden ve buyurgan bakış, hükümet tarafından kendisine tehdit olarak algılanabilecek şartlı ifadeler ve Atatürkçülük vurgusu hemen dikkat çekmekte. Bütün bu özellikleriyle kabul edilemez bir metin. Nitekim toplumda ağırlıklı olarak böyle algılandı ve çok büyük tepki gördü.
- Siyasî partilerin tavrı aşağı yukarı beklendiği gibi oldu. AK Parti bu işte hemen darbe iması ve kokusunu aldı ve bu istikamette açıklamalar yaptı. Bu açıklamaların biraz abartılı oluğu iddia edilebilir ancak bilhassa son yıllarını devamlı olarak bu tür meselelerle uğraşmaya harcamış bir parti için bunun normal sayılması gerek. Bildiriye en şaşırtıcı ve abartılı tepki MHP’den geldi. En başta söylenmesi gereken, MHP’nin bu bildiriye karşı en açık ve net tepki gösteren parti olması. MHP’nin geçmişte askerlere nasıl yakın durduğu hatırlanırsa bu tavrı Türk demokrasisi için bir kazanç olarak görmek şart. Böylece MHP 15 Temmuz’da girdiği süreçte biraz daha ilerlemiş oldu. Ayrıca MHP’deki bu tavır değişikliği, özellikle AK Parti-MHP ittifakında tek etkilenenin AK Parti ve etkileyenin MHP olmadığının işareti olarak da görülebilir. Zira askerî müdahalelere karşı çıkma tavrına ek olarak Suriyeli sığınmacılara karşı en azından eski sert söylemini terk etmiş olması ve büyük ölçüde sessiz kalması da AK Parti’nin MHP’ye tesiri olarak okunabilir. İP ve DEVA gibi partiler bir taraftan bildiriye eleştiriler yöneltti diğer taraftan da bunun hükümete yeni bir “tepinme alanı”, gündemi değiştirme fırsatı yarattığını öne sürdü. Bu iddia doğru olsa bile bunun AK Parti’nin yaratılmasına bizzat ve bilfiil katıda bulunduğu bir durum olmaktan ziyade önünde bulduğu bir sonuç olduğu unutulmamalı. Ayrıca abartılmasında darbeci eğilimlere bir şekilde darbe indirmeye katkıda bulunduğu sürece bir mahzur olmadığını düşünmekteyim. Bir diğer şaşırtıcı tavır Doğu Perinçek’in (ve partisi Vatan Partisi’nin) tavrıydı. Perinçek her zamanki gibi bildirinin ardında tüm teferruatına tam manasıyla hâkim olduğu komplolar buldu. Kısaca durduğu yer doğru ama gerekçelerinin çoğu yanlıştı. Bildiri olayında en kötü tavrı CHP sergiledi. Kılıçdaroğlu bir taraftan olayı geçiştirmeye çalıştı diğer taraftan tarihimizdeki pek çok olayın yalanladığı “emekliden darbeci olmaz” görüşünü dile getirdi. CHP yönetiminden ise açıkça bildiriye ve faillerine destek veren mesajlar geldi.
- Bildirinin bana göre en vahim tarafı taşıdığı ideolojiye ilişkindir. İktidar kanadının da bir şekilde görmediği veya görmezden geldiği gerçeği bu bildiri bir kere daha ortaya döküyor: Atatürkçülük ile askerî müdahaleler ve özellikle darbecilik arasındaki ilişki. Açık ve net bir gerçek varsa o da Türkiye’deki tüm darbelerin Atatürk adına yapıldığı veya ona referansla meşrulaştırıldığı. Bu hakikat bu ikisi arasındaki ilişkinin tahlil edilmesini gerektiriyor. Ama nedense ısrarla bundan kaçınılıyor. Bana göre askerî müdahalelerin önlenmesi ve darbelere izin verilmemesi egemen Atatürkçülük ideolojisinin geriletilmesiyle iç içe geçmiş durumda. Bunun gereği yapılmadıkça bu tür askerî çıkışlarla karşılaşmak neredeyse kaçınılmaz görünüyor.
- Son olarak bildiriye ve bildiricilere karşı açılan hukukî soruşturma üzerine bir şeyler söylemek istiyorum. Bence bir hukukî soruşturmanın sonuç vermesi çok zor. Doğu Perinçek her ne kadar komplolardan bahsetse ve Erdoğan işin içinde CHP’nin olduğunu öne sürse de bunlar kanıtlanması zor, kanıtlansa da suç teşkil etmesi zor olaylar. Bu yüzden soruşturma açılması bana gereksiz görünüyor. Toplumda gerekli reaksiyon zaten gösterilmekte. Diğer taraftan adlî makamların harekete geçmesi talebinde bulunan insanları da anlıyorum. Onlara hiçbir şekilde hak vermemekte olduğum söylenemez. Benim iddiam şu: Askerî müdahalelerin önüne geçmenin en iyi ilacı uzun vadede siyasal kültürün darbe karşıtlığı istikametinde gelişmesidir. Bu olay da bu doğrultuda ilerlememize katkıda bulunmuştur. Ancak, mademki soruşturma açıldı ve devam ediyor, bu aşamada, soruşturmanın hukuk kurallarına tam manasıyla riayet ederek yürütülmesi ve mağduriyetler yaratmadan sonuçlanması dileyebileceğim en iyi şey.