Bakanlık, SBS’yi kaldırarak yerine öğrenci başarısını anlık bir performansa dayalı olarak değil, geniş bir zaman dilimine yayan bir formül geliştirdiklerini açıkladı.
Modelin amaçları arasında; “Öğrenci, öğretmen ve okul ilişkisini güçlendirmek. Ülke çapında müfredatın eşzamanlı uygulanmasını sağlamak. Okul dışı eğitim kurumlarına yönelik ihtiyacı azaltmak ve öğrencilerin okula devamsızlığını en aza indirmek” gibi bazı maddeler yer almakta. Bilindiği gibi klasik eğitim anlayışında gerek eğitim politikaları ve gerekse ölçme değerlendirme metotları merkeziyetçi bir anlayışla dizayn edilir. Bireysel farklılıklar ve zekâ türleri dikkate alınmadan merkeziyetçi bir yapılanmada, denetimlerle ve moral bozucu rakamlarla belirlenen birtakım başarı ölçümleriyle bir eğitim sistemi inşa edilir. Devlet başlı başına eğitimin finansörü, denetleyicisi, müfredat sağlayıcısı, program belirleyicisi ve aynı zamanda ölçme değerlendirme standartlarını belirleyendir. Bu yüzden klasik eğitim kurumları, çocuklar ve ebeveynler için pek renkli ortamlar değildir. Çünkü bu tür sistemlerde farklı okul, müfredat ve esnek eğitim modellerine şans verilmez. Bu bakımdan yeni sınav sisteminin zayıf ve güçlü yanları üzerinden giden tartışmalara klasik eğitim anlayışının sorgulanması, farklı alternatif eğitim anlayışları ve çözüm önerileri de dâhil edilmelidir.
Klasik eğitim anlayışı bireylere kendi yetenek ve ilgilerini keşfetme imkânı tanımak yerine belirli kurallar silsilesiyle onları otoriteye itaat etme eğilimi kazandırmaya çalışır. Dolayısıyla öğrenme yaklaşımları, modelleri, sınıf ortamları ve programlar vs. bireyin merakını tetiklemek yerine onları belirli bir kalıba sokmak uğruna tasarlanır. 1940’larda İngiliz yazar ve eleştirmen Herbert Read, zorunlu klasik eğitim anlayışına ‘psikolojik’ itirazını şu ifadelerle belirtmiştir: “Doğal olarak insanoğlu çok çeşitlilik gösterir ve bütün bu farklı kişilikleri bir kalıba sokmak hem baskı gerektirir hem de ziyadesiyle zordur. Değişik türde eğitim veren okullar olmalı ve değişik müfredatlar işlemelidir.” Çoğu ebeveyn için çocuklarının eğitimlerini tamamlamaları çok önemlidir. Bu sayede çocukların ileride dolgun maaşlı seçkin birer meslek sahibi olacaklarını umut ederler. Bu anlaşılabilir durum, ne var ki eğitime yönelik yanlış bir bakış açısını da beraberinde getirmektedir. Bugün büyük çoğunluğun “eğitim”den anladığı da budur. Buna ilaveten en iyi eğitimi devletin tek elden çekip çevirdiği okullardan başka bir yerde verilemeyeceğine dair yaygın bir kanaat de hâkimdir. Ne yazık ki eğitimin birincil hedefi olan özgürlük ve erdemin öğrenilmesinin göz ardı edildiği yanlış bir eğitim algısı üretilmiştir. Bugün okul ve öğretmen kavramlarının insanların zihninde çağrıştırdığı tek bir kelime vardır; o da “öğretmek”tir. Eğitimci Vinoba Bhave, Hindistan’da konuşulan kırk dil içinde İngilizcedeki “öğretmek” kelimesine karşılık gelen herhangi bir sözcük bulunmadığını ifade eder. Çünkü Bhave; Hindistan eğitim yaklaşımına göre “Bizler ancak öğrenebiliriz, başkalarının öğrenmesine yardımcı olabiliriz ancak öğretemeyiz.” der. Çünkü öğretmek, aynı zamanda öğretmenin/eğitimcinin profesyonel kibrini de açığa vurmaktadır. Bu kibirden arınmaksızın eğitimin gerçek doğasını anlayamayız. Bu bakımdan öğrenme süreçlerinde en büyük gereklilik, öğretmen ve öğrencinin çalışma arkadaşı durumuna gelmesi ve öğrenciler için her şeyden önemli olanın özgürlük değerlerinin yükseltilmesidir. Filozof John Locke, bir öğretmenin en büyük işinin öğrencisine iyi alışkanlıklar, erdem ve bilgelik prensipleri aşılamak olduğunu ifade eder. Kuşkusuz bilim, felsefe, sanat, edebiyat ve spor alanlarında da bireyin öğrenme faaliyetleri eğitimin içinde yer alır. Ne var ki bunu merkeziyetçi/tek elden yürütülen en önemlisi de katı kurallara bağlı zorunlu klasik öğrenme yöntemleriyle yapmak mecburiyetinde değiliz.
Klasik eğitim anlayışı ne yazık ki çocukların başarılı olmaları üzerine kurgulanmıştır, “iyi insanlar” olmaları üzerine değil. Bu yüzden sınavlar eğitimin merkezini oluşturmaktadır. Oysa serbest piyasada her tür talebe göre farklı okulların gelişmesine imkân tanınmış olunsa hem çocukların yetenekleri fevkalade belirecek ve özgüven kazanacaklar hem de eğitimin maliyeti düşecek ve kalitesi de artacaktır. Eğitimin yerelleşmesi, alternatif okul ve ölçme değerlendirme örneklerinin de önünü açacak eğitimin özelleştirilmesi konularında düşünmemiz gerekmektedir. Dünyada çocukların merakını tetikleyen, geleneksel okul anlayışından tamamen farklı okul türlerine rastlamak mümkün. Örneğin New York’un aşağı batı yakasında “Quest to Learn” yani “Öğrenme Macerası” adında bir okul var. Ayşe Kaya Akfırat’ın aktardığına göre bu okulda her dersin, aktivitenin oyun merkezli tasarlandığı, karnelerde notlar yerine “acemi çaylak”, “çırak”, “kıdemli” ya da ‘usta’ gibi uzmanlık derecelerinin yer aldığı; öğretmenler ve bilgisayar oyunu tasarımcılarından oluşan bir takımın müfredatı şekillendirildiği bir okul burası. Dijital dünyanın dijital çocukları, bizim yetiştiğimizden çok farklı bir sınıf ortamında; teknolojinin, simülasyonların, kod yazıp yazılım üretmenin tam kalbinde, yepyeni ve çok eğlenceli bir eğitim sürecinden geçiyorlar. Öğretmenler öğrencilerine ödev vermiyorlar, onlarla belli bir misyonu olan maceralara çıkıyorlar. Quest to Learn’ün hedefi, öğrenmeyi çekici kılmak değil; karşı konulmaz bir hale getirmek.
Bugün mevcut yapılarıyla okullar çocukların dünyasından bir hayli uzakta ve çocukları geriden takip eder hale geldiler. Çocuklar dijital dünyada bilgiye ulaşmada sorun yaşamıyorlar. Onlar için yapılacak en önemli yenilik, öğrenme güdülerini kamçılamak yani meraklarını tetiklemektir. En önemlisi de erdem sahibi sorumlu birer özgür insan olmalarının yolunu açmaktır. Bu bakımdan artık eğitimde “yeni” olarak; serbest piyasada her tür talebe göre farklı okulların açılmasını anlamak istiyoruz.
Bu yazı Zaman Gazetesi‘nde yayınlanmıştır.