Ekonomik gelişmenin eğitimden geçtiğine yönelik bir inanış var. İlkokuldan üniversiteye daha iyi okullarımız olursa, daha iyi eğitim almış, daha yetenekli ve daha üretken bireyler yetiştireceğiz. Böylece daha zeki, daha rasyonel, daha iyi kararlar alabilen ve daha üretken bir toplum olacağız. Eğitimden beklenen bu faydalara ek olarak eğer ideolojik bir tutumun varsa, eğitimin ayrıca sizin istediğiniz gibi bir toplumun yaratılmasında da önemli olduğuna inanıyor olabilirsiniz. Bu sebeplerle eğitimin iyi bir hayat anlayışı ve müreffeh bir toplum için çok önemli olduğu düşünülür.
Bir parça Hayek okumuşlar bu iddiaya itiraz edebilirler. Eğitime ilişkin yukarıdaki iddialar şüphesiz yanlış değildir, ancak eksiktir. Çünkü toplumsal düzenin karmaşık yapısı göz ardı edilerek, eğitime yani bilgiyle donanmış insanın kişisel bilgisine fazla önem atfedilir. Oysa yazıya aktarılabilir bilginin işe yarayabilmesi için ancak buna uyumlu, iyi işleyen sosyal, ekonomik ve politik bir sosyal düzenin de iyi bilgilendirilmiş çalışan bireylere eşlik etmesi gerekmektedir. Yoksa öğretmen olarak çalışmak isteyen ziraat mühendisleriniz, ilk fırsatta yurt dışına göçen milyonlarca lira harcayarak yetiştirdiğiniz mühendis ve doktorlarınız ve gençliğinde parlak ancak işe hayatında sıradanlaşmak için yarışan çalışanlarınız olacaktır.
Peki, eğitim iyi bir sosyal ve politik düzenin temelini oluşturmaz mı? Pek değil. Bunun sebebini kısaca açıklamaya çalışayım. Eğitim yazıya dökülebilen yani aktarılabilen bilginin ve tecrübeyle kazanılacak birtakım yeteneklerin öğrenilme prosedürlerinden oluşur. Temelde bireye ilişkin sonuçlar doğurur. Sosyal, ekonomik ve politik düzenlerin yaptığı ise bireysel olarak sahip olduğumuz bilgi ve yetenekleri toplumsal iş birliği (kollektif eylem) için kullanmamızı mümkün kılar. Toplumsal iş birliğini düzenleyen kurallar ne kadar verimli ise sizin hem kendi bilgi ve tecrübenizi toplumsal iş birliğine aktarmanız hem de başkalarının bilgi ve tecrübelerinden yararlanmanız o kadar verimli olur. Örneğin ekonomik kriz beklentisinde olan yatırımcılar sermayelerini harcamaktansa saklamayı tercih ederler; başka bir ülkede daha verimli çalışacağını düşünenler göç ederler; birbirlerine güvenemeyen insanlar ortak işe giremezler; güvensizliğin baskın olduğu toplumlarda aldatılan olmaktansa insanlar aldatmayı tercih ederler ve iş birliği zayıfladıkça şiddet ve zorbalık temel kural haline gelir.
Yani eğitimin kendisi sosyal düzenin ortaya çıkmasına neden olmaz. Gary Becker’i hatırlarsak, ancak işleyen bir sosyal düzende yüksek sosyal sermaye sosyal düzene önemli bir katkı sağlar. Karşılığında da sosyal düzenin sosyal sermayeyi desteklediği iddia edilebilir. Mancur Olson’a göre de, toplumun tamamının sosyal iş birliğinin önemini kavraması ve bunu biliyor olması sosyal düzeni ortaya çıkartmaz. Sokrates’in iddiasının aksine bilginin kendisi erdem değildir. Kuralların işleyebilmesi için toplumdaki ezici çoğunluğun, diğerlerinin de kurallara uyacağını bilmesi gerekir. Kuralların işlemesini sağlayacak toplumsal ve politik mekanizmalara güvenin olması gerekir. Güven tesis edildiğinde bilgiye sahip insanların sosyal iş birliklerinin önü açılabilir.
Toplumsal iş birliği sadece var olan bilginin etkin kullanılmasını sağlamaz, aynı zamanda bilgi üretiminin de en önemli kaynağıdır. Bu hususta bize ulusların zenginliğinin anahtarını veren Adam Smith’e dönmemiz gerekiyor. Smith’e göre uzmanlaşma iş bölümünün sonucudur. Yoksa tersi değil. Yani safi yetenek ya da bilgi uzmanlaşmayı ortaya çıkartmaz ama iş bölümünün kendisi uzmanlaşmayı, yetenekleri ve bilgiyi ortaya çıkartır. İş bölümü ise zenginliği yaratan mekanizmaların başında gelir. Bu açıdan bakıldığında Smith bize iş bölümünün ve dolayısıyla iş birliğinin bilgiyi öncelediğini belirtmektedir. Yani iş birliği ve iş bölümü yapamayan toplumlar ne bilgi üretebilir ne de var olan bilgiyi etkin kullanabilir. Bu durumda bilginin kendisinin ilerlemenin bağımsız değişkeni olması mümkün değildir.
Peki toplumsal iş birliğini ve uzmanlaşmayı en fazla geliştiren ekonomik sistemin adı nedir? Sanırım buna serbest piyasa ekonomisi dememe kimse itiraz edemeyecektir. Ama nasıl olur da kâr ve kişisel çıkar peşinde koşanlar, en gelişmiş toplumsal düzenlerde en fazla bilgiye dayalı olarak yaşayabilmektedirler. Eğitim ticarileştirilemez diyenleri duyar gibiyim. Öyleyse bu meseleyi de bir sonraki yazıda ele alalım.