Çocuklarımız maalesef edebiyattan habersiz büyüyor. Aslında okuyorlar bir şeyler ama çoğunluğu sabun köpüğü tarzı şeyler ve kalitesiz. Bazen gençlerin elindeki kitaplara uzanıp okumak istiyorum ama sarmıyor. Bazıları gerçekten güzel ama sadece anlık bir zevke hitap ediyor. Okuduğunuzla kalıyorsunuz. Üst üste sıralanmış bir iki güzel söz ve gerisi boş. Belki de onlar haklı biz biraz geri kaldık…
Bu tür bir edebiyatın muhtemelen her dönem alıcısı olacaktır ama asıl felaket önemli edebi eserlerin başına gelenler. Piyasa artık telif hakkı ortadan kalkmış eserlerin onlarca farklı baskısı ile dolu. İşini saygıyla yapanlar var ama bir de adeta dalga geçer gibi edebi eserleri kuşa çevirip, sadece para kazanmak isteyenler var. Dünyaca ünlü bir klasiğin her çeşit okuyucuya hitap eden versiyonunu piyasada bulabilirsiniz.
İnsan gerçekten üzülmeden edemiyor; Ömer Seyfettin’in, Refik Halit Karay’ın bile sadeleştirildiği ve özetlendiği bir çağda yaşıyoruz, sanırsınız bu eserler Divan Edebiyatının ya da Namık Kemal’in ağdalı diline sahip…
İnsan düşünmeden edemiyor “Ya hu, biz ne yapıyoruz?” diye.
Örneğin Viktor Hügo’nun Sefiller’inin envai çeşit baskısı var. Satıcı iseniz okumak isteyene ne kadar vakti olduğunu ve ne için okuması gerektiğini sorup ona göre bir baskı verebilirsiniz.
Geçenlerde bir arkadaşımız üniversitede okuyan dünyadan habersiz kardeşine sinirlenip “Biraz kitap oku. İşe de Sefiller’den başla” diye çıkışmış. Kardeşi iki gün sonra “okudum” diye gelince, şaşırarak “Ne ara okudun koca kitabı? tepkisine “Abi, kitap zaten kısaydı 80-90 sayfa ancak!” demiş.
Düşünsenize tuğla ağırlığındaki Sefiller’in halini… Bir kitap 80-90 sayfada Sefiller’in nesini bize sunabilir ki? Ruhunu? Hiç sanmam!
Boş verelim gitsin zaten kimsenin işin ruhu ile ilgilendiği yok.
Edebiyat derslerinde ne öğretilir?
Nasıl oluyorsa öğrencilerimize ne eski edebiyatımızı ne yeni edebiyatımızı öğretebiliyoruz. Şiir hak getire. Şiiri geçtim kulaklarına doğru düzgün tek bir türkü bile değmeden büyüyen çocuklarımız var.
Her şeyde Batı’yı örnek alırken mesela neden edebiyat derslerinde Batı örnek alınmaz hep merak etmişimdir. Örneğin bir yıl boyunca çocuklarımız Ömer Seyfettin, Reşat Nuri Gültekin, Refik Halit Karay, Falih Rıfkı Atay gibi Türkçenin ve Türk edebiyatının zirvesi isimlerinin kitaplarından uzun bölümler okuyarak hem metin tahlili yapsalar hem de dil bilgisi kuralları ile birlikte Türkçenin inceliklerine vakıf olsalar.
Mesela bir yılımızı sadece Dede Korkut hikayelerine hasretsek ve o güzel dili çocuklarımıza kazandırabilsek, olmaz mıydı? Deli Dumrul’u, Tepegöz’ü, Boğaç Hanı bilmeden büyüyen bir nesil yetiştiriyoruz, farkında mısınız?
Sonra da her entel sohbette “Efendim, İngiliz çocukları Shakespeare’i öğrenmeden liseden mezun olamazlar!” diye ahkam kesiyoruz.
***
Aslında mesele biraz da kendimizle barışık olmamamız. Hatırlayanlar bilir yıllarca edebiyat müfredatımızda ne Nazım Hikmet’e ne de Necip Fazıl’a yer vardı.
Hangi ismi koyarsak koyalım mutlaka itiraz edecek birileri çıkacaktır. Bunu bildiğimiz için de ne şiş yansın ne kebap diyerek aslında hiçbir şey yapmıyoruz. Ama bize göre önemli şeyler o kadar çok ki hem hiç birini öğretemiyoruz hem de herşeyi öğretmek istemek gibi bir de çelişkimiz var.
Eğitimle uğraşanlar hatırlar, Ak Parti’nin ilk yıllarında yeni eğitim-öğretim müfredatları hazırlanırken hedeflerden birisi de konu ve ünite sayısını azaltmaktı ama ne olduysa oldu ve konu sayısında cüzzi bir azalma olduysa da ünite sayısı yine sekiz oldu. Zamanın MEB yüksek bürokratlarından bir hocamıza bu durumu sorduğumda “Şenol’cum iş eğitimcilere kalınca böyle oluyor. Biz azaltalım dedikçe, bakın bu çok önemli, şu da çok önemli, bak bu da olsun, şu da olsun derken yine başa döndük.”
Aslında çok da üzülmemek lazım. Geçenlerde sosyal medyada çok hoş bir karikatür gördüm. “Modern yazı için insanlık binlerce yıl uğraştı şimdi tekrar resim yazısına dönüyoruz” diyordu.
Sahi siz de yazı ile eşe dosta 🙂 atmıyor musunuz? Öyleyse herhalde eski edebiyata da gerek yok! Değil mi? 🙁
Karar, 6 Mart 2019