Düşünce faaliyeti ve en kötü durum senaryosu

Düşünmenin ve fikir üretmenin en temel insanî faaliyetlerden ve insanı hayvandan ayıran en önemli özelliklerden olduğu söylenir. Bu elbette doğru. Ancak, iki şey gözden kaçırılmamalı. İlk olarak, gerçekten düşünen ve düşünce üreten insanların sayısı her zaman her yerde genel nüfusun hayli küçük bir oranı olarak kalır. İnsanların çoğu sistematik şekilde düşünmek ve fikir geliştirmek yerine, başkalarının ürettiği fikirleri alır, tekrarlar ve kullanır. İkincisi, düşünme temel beşerî aktivitelerden olmakla beraber, çoğu zaman sanıldığı gibi her beşerî olay ve olgunun öncüsü olmak yerine takipçisi ve sonucu olabilir. Birincisini değiştirme şansımız az; nasıl geldiyse öyle gidecek. İkincisi, yani düşüncenin önce değil sonra gelebileceği, insanî hayat açısından daha önemli. Ne anlama geldiğinin ve ne gibi sonuçlara yol açabileceğinin çok iyi kavranması lâzım.

Sosyal bilim metodolojisinde, düşünce faaliyetlerinin öncü değil takipçi olabileceğinin idrak edilmemesi, kurucu rasyonalizm dediğimiz yaklaşımın ortaya çıkmasına yol açabilir. Bu anlayış, tecrübeden bağımsız olarak, soyut akla ve akıl yürütmeye dayanarak temel beşerî kurumların ve ideal bir toplumsal düzenin yaratılabileceğine inanır. İnsan aklının istikbaldeki bütün durumları kapsayacak formüller ve planlar geliştirebileceğini ve bir defa geliştirildikten sonra bunların hayata aktarılmasının hem gerekli olacağını hem de bunun idrakine ulaşmış kimseler için bir görev teşkil edeceğini varsayar. Burada dikkat çekici olan, bu tür formülleri seküler veya ilahî kaynaklara atfetmenin sonucu değiştirmeyecek olmasıdır. İlahî referanslı Hıristiyan komünizmi (1532-34, Munster – Kuzeybatı Almanya) ve İslamî totaliterizm de (1979 ve sonrasında İran, Taliban rejimi), seküler referanslı Sovyet sosyalizmi de (1917- 1991) aynı neticeyi verdi. Bu gerçekten alınması gereken ders açık: Hiç kimse ezelî – ebedî hakikati bir şekilde tekeline aldığı veya Tanrı’nın yeryüzündeki icracısı olduğu iddiasında bulunamaz. Kâğıt üzerinde ne kadar mükemmel görünürse görünsün hiçbir teori – ideoloji insanî tecrübeyi ve insanî hayatın mahiyetini kendi fantezilerine hapsedemez.

Gerçekten, temel beşerî kurumlar, aklın ürünü olmaktan ziyade, tecrübenin ürünüdür. Sözgelimi, özel mülkiyet, liberal filozoflar onu sevdiği, övdüğü ve mükemmel mülkiyet teorileri geliştirdiği için doğmadı. Tersi oldu. O var olduğu için filozoflar onun varlığını gözlemleyebildi ve fonksiyonlarını açıklayabildi. Aynı şey serbest ticaret, dil, ticaret kuralları, temel hukuk kodları vs. için de geçerli. Başka bir deyişle, insanlığın ilerlemesinin ve beşerî kurumların oluşmasının en önemli vasatı deneme – yanılmayla ilerleyen hayattır. Bu yüzden, ne tecrübe ederek öğrenme yolları kapatılmalıdır ne de tecrübenin bilinmeyen sonuçlarını soyut akıl yürütmelerle ikame etmeye kalkışılmalıdır. Çok soyut görünen bu açıklamaları iki örnekle açıklamaya çalışayım.

Türk – Kürt çatışmasını sona erdirme çabaları ilerlerken, Kürtçe eğitime izin verilmesinin doğru olup olmadığı tartışılıyor. Kürtçe eğitime itiraz edenler, bunun her dilde eğitim talebi tarafından takip edileceğini iddia ediyor. Bunu ‘en kötü durum senaryosu’ olarak dile getiriyor. Ana dilinde eğitim görmenin herkesin hakkı ve dolayısıyla meşru bir talep olduğu açık. Kürtçe eğitime izin çıkmasının bir sürü dil grubunun aynı taleple ortaya çıkmasına yol açıp açmayacağını ise bilmiyoruz. Ne olacağını tecrübe belirleyecektir, sadece akla dayanarak ne olacağını tam olarak bilemeyiz. Belki de Kürtçe eğitim hakkının tanınması, Kürtçe eğitime talebi bile azaltacaktır. Her halükârda, ne olacağını ancak ve yalnızca tecrübe ederek görebiliriz.

Bir diğer örnek, bir ahlâk kuralının nasıl doğacağıyla ilgili. Soru şu: Çölde aç bir insanla karşılaşsanız, sadece size yetecek kadar suyunuz varsa, o kimseye suyunuzu verir misiniz, vermez misiniz? Tamamen soyut bir akıl yürütme. Ahlâkçılar ne kadar çabalarsa çabalasın, anlamlı bir kurala bağlanamayacak bir vaka örneği. Yine, en kötü durum senaryosu. Yararsız bir akıl yürütme ve soyut aklı tecrübenin yerine koyma teşebbüsü. Ahlâkî kurallar çoğumuzun zannettiğinin tersine bir başlangıç değil bir sonuçtur. Başlangıç olduklarını zannetmemizin sebebi insanlık tarihinin başında olmamamız ve yerleşik ahlâk kodları içine doğup sosyalleşmemiz. Bizi bağladığını düşündüğümüz kuralların bu niteliği kazanmış olması tecrübenin tarih içinde akışının neticesi. Örneğimizdekine benzer vakalarla ilgili bir ahlâk kuralının doğması, vakanın binlerce yıl içinde tekrar tekrar yaşanmasına bağlı. Ancak bu vuku bulursa bir kural doğabilir. Ne var ki, bu zayıf bir ihtimaldir. En kötü durumlar nadiren vuku bulur ve insanlar en kötü durumlardan kaçmayı, kaçınmayı ve kaçınamazlarsa onlara çözüm üretmeyi öğrenir. Hiçbir ahlâk kuralı en kötü durum senaryoları üzerinden doğmaz. Zaten doğmuş, yaşamakta olan kurallar, ahlâk felsefesinde, en kötü durumlara uygulanmaya çalışılarak teste çekilir.

Sonuç olarak, düşünce hayatımızda kafamızı en kötü durum senaryolarına takmayalım derim.

Bu yazı Yeni Şafak Gazetesi’nde yayınlanmıştır.

Bu Yazıyı Paylaşın

BU YAZARIN DİĞER YAZILARI

YAZAR PROFİLİ

SON YAZILAR

bizi takip edin
sosyal medya hesaplarımız

0BeğenenlerBeğen
0TakipçilerTakip Et
1,714TakipçilerTakip Et