PKK üç yıllık ateşkesi bozarak saldırılarını başlattı ve ateşkes sonrası dönemin ilk kurbanları gelmeye başladı bile… Uzun bir umut döneminden sonra umutsuzluğun tavan yaptığı günlerdeyiz.
Yıldıray Oğur dünkü yazısında, KCK’nın baraj yapımı yüzünden ateşkesi bitirme kararı almasının, “tarihe dünyanın en saçma savaş çıkarma gerekçesi olarak geçeceğini” yazmış ki, bu tespite katılmayan herhangi biri olacağını sanmam.
Kandil’den gelen şu açıklamaya bir bakın:
“Türk devletinin Kürt sorununda bir çözüm politikası olmadığı için baraj yapımlarında ısrar edilmektedir. Bu nedenle gerilla, kültürel soykırım ve askeri amaçlı barajların yapımını ateşkesi bozmak olduğunu söylemesine rağmen Türk devleti bu yönlü adımlar atmakta ısrar etmekte, en son Silvan Barajı’nın yapımında olduğu gibi çatışmalara yol açmaktadır. Onlarca yerde ateşkesi bozan böyle barajlar yapılmaktadır.”
“Tüm barajların yapımını durdurma ve bunun için gerilla güçleri dahil her türlü imkanını seferber etme kararı alınmıştır. Baraj yapımında kullanılan araçlar gerilla güçlerinin hedefinde olacaktır.”
Düşünün ki, hedef aldıkları Silvan Barajı. Şimdiye kadar PKK tarafından tam 15 defa saldırıya uğrayan bu baraj bittiğinde 240 bin hektar araziyi sulayacak ayrıca 300 bin yoksul Kürt için istihdam sağlayacak.
“Kültürel soykırım ve askeri amaçlı” dedikleri barajın ekonomik ve sosyolojik sonuçları işte bu…
* * *
Daha önce de yazdığım gibi, şu anda Çözüm Süreci açısından, Oslo Görüşmeleri’nin başladığı günden bu yana gelinen en olumsuz noktadayız. Ve buraya, tarafların seçim arifesinde verdikleri üç – beş demeç yüzünden gelmedik. Bu demeçler parti tabanlarında yaşanan oy kaymalarında etkili oldu ama sürecin gidişatını belirleyen şey demeçler değildi. Gidişatı iç etkenlerden ziyade dış konjonktürde yaşanan gelişmeler belirledi.
Dikkat ederseniz, bizler kurulacak koalisyona hep çözüm sürecine etkisi açısından bakıyoruz ama KCK bu açıklamaları yapmak için nasıl bir koalisyon kurulacağını bekleme ihtiyacı duymuyor! Çünkü o stratejisini iç siyasetteki gelişmeler üzerine değil, dış konjonktürün yarattığı fırsatlar üzerine kuruyor.
İzlediği stratejiyi daha önce de defalarca yazdık:
IŞİD’e karşı savaşan tek bölge gücü olarak uluslararası kamuoyunun sempasini kazanmak; ABD desteğiyle IŞİD’i geriletip bağımız bir Suriye Kürdistan’ını kurmak ve burayı üs yaparak bölgedeki hakimiyet alanını genişlemek; kazandığı güçle Türkiye ile statü pazarlığına oturmak…
Böyle bir stratejiye sahip olan bir örgüt, hele HDP’nin seçim başarısı sayesinde silah bırakma taraftarı Öcalan’ı da etkisizleştirmişken, Türkiye’de nasıl bir koalisyon kurulduğuna neden aldırsın?
Kurulacak hükümetin politikası ne olursa olsun, PKK yapacağını yine yapacak.
Ama şu noktaya dikkat: Yaptıklarının Kürtler üzerindeki etkileri, hükümetin izleyeceği politikaya göre değişecek.
Haklı zeminde kalan ve yapıcı tutumunu sürdüren bir politika PKK’yı tabanı karşısında son derece zor duruma düşürürken, yapılacak her hata bu harekete nefes aldıracak.
Şiddetin son bulması konusunda inisiyatifin büyük ölçüde dış faktörlere bağlı hale geldiğini biliyoruz. Bu konuda sonuç almanın yolunun büyük ölçüde ABD yönetimiyle müzakerelerden geçtiğini de… Ama bu durum bizi, her şeye rağmen, iç dinamikleri çözüm için en uygun noktada tutma sorumluluğundan kurtarmaz.
Meseleye böyle baktığımızda, iç koşulları berhava etmek için Davutoğlu’nun da Bahçelileşmesine yol açacak bir AK Parti-MHP koalisyonundan daha iyi bir formül olamayacağını görürüz.
Akşam gazetesi, 14. 07 2015