Halkların Demokratik Partisi (HDP), Kürt siyasetinin uzunca bir süredir konuştuğu bir proje. Müellifi Öcalan, gayesi de BDP’yi “Türkiyeli” bir parti haline getirmek. Öcalan, Kürt meselesini Türkiyeli bir perspektifle çözme anlayışına sahip. Bunun için de, BDP’yi salt bir “Kürt partisi” olmaktan çıkarmaya, onu farklı kesimlere açmak ve Türkiyeli bir parti haline getirmeye çabalıyor. HDK’dan HDP’ye Bu çabaların bir ürünü olarak önce, 15-16 Ekim 2011’de Halkların Demokratik Kongresi (HDK) kuruldu. Kongrenin merkezinde BDP vardı, çevresinde ise siyasi partilerden, sol gruplardan, sivil toplum örgütlerinden, farklı etnik ve dini gruplardan 40’ın üzerinde bileşen bulunuyordu. Yaklaşık bir yıllık bir çalışmanın ardından HDK, 15 Ekim 2012’de partileşti. HDP adını alan partinin eşgenel başkanlıklarına Yavuz Önen ve Fatma Gök getirildi. 18 Ağustos 2013’te partinin ilk kongresi toplandı. Bu arada dört BDP’li vekil (Ertuğrul Kürkçü, Sabahat Tuncel, Sırrı Süreyya Önder ve Levent Tüzel) HDP’ye geçti. Kongrede yeni yönetim belirlenirken, Öcalan’ın talebine uygun olarak, eşbaşkanlardan birini Kürt (Sabahat Tuncel), birini de Türk (Ertuğrul Kürkçü) bir siyasetçi üstlendi. HDP kurulduktan sonra önemli bir tartışa çıktı. Bir yanda en büyük bileşeni BDP olan HDP, diğer tarafta ise BDP’nin kendisi vardı. Acaba 30 Mart’ta yapılacak seçimlere hangi partiyle girilecekti? Başlangıçta tüm Türkiye’de HDP ismi altında seçimlere gidilmesi temayülü vardı. Fakat, gerek BDP’li bazı yöneticilerin ve gerekse BDP tabanının rahatsızlıklarını dile getirmeleri üzerine yeni bir formül bulundu. Doğu’da BDP, Batı’da ise HDP ismi ile seçmenin karşısına çıkılmaya karar verildi. Etnik siyaseti aşmak Tüm bu oluşumu kurgularken Öcalan’ın iki nedenden hareket ettiğini düşünüyorum: Birincisi, birtakım parametreler var. Kürtlerin hatırı sayılır bir kesiminin Türkiye’nin Batısında yaşaması gibi ve yine Kürtlerin çok ağırlıklı bir kısmında Türkiye ile birlikte yaşama arzusunun bulunması gibi. Bunlar, siyasi aktörlerin tüm Türkiye’yi gözeterek siyaset üretmelerini zorunlu kılıyor. Öcalan’ın Kürt meselesini Türkiye içinde bir çözüme kavuşturma düşüncesinin altında da bu yatıyor. Bunun için Öcalan BDP siyasi geleneğinin sıkıştığı dar alandan kurtarılmasını ve farklı kesimleri de içine alarak tüm topluma seslenen bir siyasi yapının inşa edilmesini arzuluyor. İkincisi, Kürt meselesinin çözümü noktasında fiili ve yasal adımların atılması Kürt siyasetinin hareket alanını daraltıyor. Bugün BDP, PKK mensuplarının dönüşü, anadilde eğitimin tanınması ve yerel yönetimlerde özerklik gibi belli başlı taleplerin bayraktarlığını yapıyor. Siyasetini bunlar üzerinden kurguluyor. Eğer çözüm süreci ilerler de bu konularda düzenlemelere gidilirse BDP’nin siyaseten söyleyebilecek sözlerinin sayısı azalır. Öcalan bunun farkında; mevcut söylem ve yapılanma tarzı devam ettiği takdirde Kürt siyasetinin zamanla zemin kaybedeceğini ve Türkiye toplumuna sunabileceği herhangi bir toplumsal proje üretemeyeceğini düşünüyor. Öcalan, bu sebeple, söylemin de yapılanmanın da yenilemesini ve farklı kesimlerle işbirliğine gidilmesini istiyor. ‘Kadük bir proje’ Esas itibariyle Öcalan’ın HDP’den beklentisi etnik temelli siyaseti aşmak, toplumun tüm kesimleri için siyaset üretmek ve böylelikle Kürt siyasetini Türkiyelileştirmekti. Öcalan’ın bu yaklaşımını doğru buluyor ve paylaşıyorum. Ancak mevcut HDP’nin bunu gerçekleştirebilme potansiyeline sahip olduğunu düşünmüyorum. İki nedenden ötürü: Birincisi, HDP –onu kurgulayanların düşündüğü gibi- farklı toplumsal gruplara ulaşmadı. Aksine sadece toplumda bir karşılığı bulunmayan sol gruplarla sınırlı kaldı. HDP kurulduğu ve bazı BDP’li vekiller HDP’ye katıldığı sıralarda BDP Diyarbakır Milletvekili Altan Tan, buna dikkat çekmiş ve HDP’yi “kadük bir proje” olarak nitelemişti: “Bu işi yürüten arkadaşlarımız sadece marjinal solla sınırlı kaldılar Türkiye’de. Bu marjinal solun önemli bir kısmı da dinle, İslam’la barışık değil. Kürt İslamcılar da bunlara sıcak bakmıyor, Türkiyeli Müslümanlar da sıcak bakmıyor. Hatta liberal çevrelerle bile bu marjinal solun arası iyi değil. Dolayısıyla, HDP projesi bütün liberal demokratları, Müslüman demokratları, Kürt halkının büyük bir kısmını içine alması gereken bir projeyken, maalesef sadece marjinal Türk soluyla sınırlı kalan, kadük, dar bir proje haline geldi.” (http://www.bbc.co.uk/turkce/haberler/2013/10/131021_altan_tan_bdp.shtml) Radikal söylem Gerçekten de HDP’yi simgeleyen isimlerin toplumsal temsil bakımından bir siyasi ağırlıkları bulunmuyor. HDP, dar bir alanda siyaset yaptığı için temsiline soyunduğu geniş halk kitleleriyle de buluşamıyor. Bu, HDP siyasetinin toplumsallaşmasını imkânsız kıldığı gibi Kürt siyasetine de bir faydası dokunmuyor. İkincisi, HDP’nin kullandığı radikal sol söylemin birtakım handikapları var: İdeolojik katılık taşıyor, toplumsal gerçekliğe denk düşmüyor ve sürekli olarak negatifliğe vurgu yapıyor. Bir umut içermeyen bu siyaset iki türlü sorun yaratıyor: Bir taraftan genel olarak Türkiye toplumu bu dile itibar etmiyor; böyle bir dile yaslanarak toplumsal kesimlerle iletişime girmek ve onları ikna etmek mümkün değil. Diğer taraftan, BDP bölgede bir merkez partisi, her kesimden oy alıyor. BDP’ye sadece yoksullar değil, ekonomik olarak orta ve üst gelir grubunda olanlar da oy veriyor. Dolayısıyla radikal bir sol söylemin, seçmen profili düşünüldüğünde BDP’ye zarar verme ihtimali yüksek. 30 Mart’ın gösterdiği Nitekim bu dille yapılan işbirliği Kürt siyasetine ne bir ivme kazandırdı, ne de onun oy tabanını genişletti. 30 Mart, bunun teyidi niteliğinde. Diğer iller bir tarafa, BDP’nin Doğu ve Güneydoğu illeri dışında milletvekili çıkardığı üç ildeki (İstanbul, Mersin, Adana) sonuçlara bakıldığında bile HDP’nin tutmadığı söylenebilir. 2009’da Mersin’de yüzde 17.5, Adana’da yüzde 9 olan oy, 2014’te HDP ile Mersin’de yüzde 9.6’ya, Adana’da yüzde 7.3’e düştü. HDP büyük bir iddia ile girdiği İstanbul’da da beklediğini elde edemedi. 2009’da 4.6 olan oy, Sırrı Süreyya Önder gibi medyatik bir aday rağmen yüzde 4.8’de kaldı. (http://secim.haberler.com/2014/) Rakamlar, HDP ile seçime girmenin BDP’ye bir katkısının olmadığını işaret ediyor. HDP, daima BDP’ye sadakatle bağlı olan seçmenden oy aldı. Yoksa daha önce BDP’ye oy vermemiş olanları BDP’ye yöneltmedi. Hatta seçmenin bir kısmı tarafından benimsenmediği için bu birliktelik BDP’ye Adana ve Mersin de oy kaybettirdi. BDP, HDP kimliği ile değil kendi kimliği ile seçimlere girseydi, muhtemelen İstanbul, Adana ve Mersin’de daha fazla oy alabilirdi. ‘İlkel milliyetçi’ Ortaya çıkan tablo HDP’nin sorgulanmasını ve BDP’yi merkeze alan bir siyasetin geliştirilmesini gerekli kılıyordu. Ancak BDP, tersini seçti ve BDP vekilleri HDP’ye katıldılar. Bundan böyle Kürt siyaseti Meclis’te HDP tarafından temsil edilecek. PKK ve BDP’liler, HDP projesini savunuyorlar. Bu projeyi eleştirenleri de çoğunlukla “ilkel milliyetçi” veya “sahte aydın” olarak yaftalıyorlar. Ancak aslında onlar da HDP’nin var olan haliyle umut edilen sonuçları doğurmayacağını biliyorlar ve bunu dile de getiriyorlar. Mesela Cemil Bayık, HDP’nin kendisini “yeniden yapılandırması ve bazı marjinal gruplardan arındırması gerektiğini” belirtiyor: “HDP kendini yeniden yapılandırmalıdır. Bu konuda kararlı ve cesur davranmalıdır. Özeleştirel olmalıdır. Hataları ve eksikliklerini açık yüreklilikle ortaya koymalıdır. Bu HDP’yi zayıflatmaz tam tersine güçlendirir. Yine HDP’nin kendini bazı yanlış hareketlerden arındırması gerekir. Örneğin bazı marjinal gruplar var, kendini bunlardan arındırması gerekiyor. Ben bunları dışlasın demiyorum. Ama sanki bunları esas alırsa sol olabilir, demokrasi gücü olabilir, Türkiye’ye demokrasi getirebilir gibi bir yanlıştan kendini arındırması gerekiyor.” (http://www.kurdistan24.org/2014/04/cemil-bayik-hdp-bdp-tartismalarini-yorumladi/#.U2Icf4F_u3w) HDP’nin yüzde 90-95 sol ve sosyalist gruplardan oluştuğunu belirten Altan Tan da, HDP’nin değişmesini zorunlu görüyor: “Bazı arkadaşlarımız HDP kurulurken maalesef sol, sosyalist gruplar ağırlıklı hatta neredeyse yüzde 90-95’i bunlardan oluşan bir HDP ortaya koydular. Bunun Türkiye toplumun da ciddi bir karşılığı yok, Kürt seçmen tabanı açısından da ciddi bir tabanı ve karşılığı yoktur. Peki ne yapmak lazım? Bunları dışlamak mı lazım? Hayır. Türkiye’deki solu, sosyalistleri ve sosyal demokrasiyi yeniden inşa edecek sol merkezli yeni bir parti oluşturabiliriz. Bunu saygı duyarım. Bu ne kadar oy alır bu ayrı bir tartışma konusu. Ama böyle bir partinin içinde ben olmam, benim gibiler olmaz. Ve böyle bir sol, sosyalist, marksist parti Kürt ve Türkiye toplumunun sorunlarını çözecek oyu alamaz.” (http://www.cnnturk.com/haber/turkiye/bdpli-altan-tandan-hdp-elestirisi) HDP projesine baştan beri temel eleştirim, kendileri Türkiyelileşme sorunu yaşayan aktörleri bir araya getirerek Kürt siyasetini Türkiyelileştirmenin mümkün olmadığıydı. Bayık da bunu dile getiriyor: “HDP Türkiye toplumunda siyaset yapacaktır. Siyaset yaptığı zemini çok iyi tanıması, anlaması gerekiyor. Türkiye zemininde solun değerleriyle, İslam’ın toplumcu değerlerini birleştirmesi gerekiyor. İslam’ın toplumcu değerleri ile solun toplumcu değerleri hemen hemen aynıdır. Birçok yönden benzer yanları var. Bu ortak değerleri sahiplenmesi gerekiyor. Eğer HDP bu temelde kendini yapılandırırsa doğru yapılandırır ve güçlü yapılandırır.” Bana göre, HDP’nin geniş kesimlere açılabilmesi iki şartı yerine getirebilmesine bağlıdır: Biri, Türkiye’nin sosyolojik gerçekliğini gözeten bir politik dil geliştirmesidir. Diğeri ise toplumun her kesimini –sadece vitrinde yer vererek değil- gerçek manada kucaklamasıdır. Peki, HDP bunu yapabilir mi? Zor. Bugünkü kompozisyonu ve yürüttüğü siyasete baktığımda HDP’nin bu tür bir dönüşümü gerçekleştirebilme şansının son derece düşük olduğunu görüyorum. Umarım, yanılırım. 04-05-2014 / Star gazetesi – Açık Görüş
Serbestiyet, 05.05.2014