Hükümetin 2004 yılı başındaki meşhur “Uzanlar operasyonu”nu herhalde hatırlıyorsunuzdur. O zaman rakip medya gruplarının, bu arada Doğan Medya Grubunun, bu operasyonu eleştirmek şöyle dursun, aksine desteklediklerini de hatırlıyor olmalısınız.
O zaman Dünden Bugüne Tercüman’da şöyle yazmıştım: “(B)u olayın gösterdiği ve gözümüzü açması gereken asıl şey, özgürlükler karşısında devletin icabında ne kadar keyfi davranabileceği, isterse veya uygun bir bahane bulursa hak-hukuk tanımayabileceği ve üstelik bunları pervasızca yapabilmek için ihtiyacı olan toplumsal onayı pekalâ devşirebilecek maharete sahip olduğudur. (…) Bu olay, Türkiye’de devletin istediği zaman istediği kişinin mal-mülküne el koyabileceğini, bunu ‘meşru’ olarak yapmasına imkân veren yasal mevzuata az çok sahip olduğunu, bu yolda basın-yayın araçlarını bile rahatça devletleştirebileceğini ve toplumu da ‘ne yapalım, bunlar namussuz’ diyerek uyutabileceğini gösterdi.”
Doğan Medya Grubuna kesilen astronomik vergi cezasının “yasalara uygun” olduğu ileri sürülebilir. Muhtemelen öyledir. Vergi mevzuatımız neredeyse “müsadere” niteliğindeki böyle bir cezalandırmaya imkân veriyordur. Pek muhtemeldir ki, Doğan grubu bürokrasisi de -belki de gruplarının muazzam gücüne güvenerek- buna zemin hazırlayan ciddi usulsüzlükler yapmışlardır. Ama yine de, bu cezanın bir süredir hükümetle Aydın Doğan arasında yaşanan yüksek gerilimle tamamen ilgisiz olduğuna kim inanabilir?…
Yine denebilir ki, bu işte hükümetin dahli yoktur, bu tamamen maliye bürokrasisinin “işgüzarlığı”nın, siyasi iktidara yaranmak istemesinin, belki de “kraldan fazla kralcılığı”nın eseridir. Öyle bile olsa, ortada yine ciddi bir “kamu yönetimi sorunu” var. “Kamu yararı”nın tarafsız izleyicileri olması gereken bürokratların böyle bir gösteriye ihtiyaç duymalarının hükümetin genel tutumundan büsbütün bağımsız olduğu söylenebilir mi?…
Hükümetin artık şunu anlaması gerekiyor: (1) Çoğulcu bir medya demokrasi için vazgeçilmezdir. (2) Çoğulculuğun kimi unsurlarının “kötü niyetli” olması çoğulculuktan beklenen işlevin gerçekleşmesini kendiliğinden engellemez. Bazan “kötü niyetle” de olsa hükümetlere yöneltilen bir eleştiri özünde doğru ve “kamu yararı”na olabilir. Ayrıca, gruplar arasındaki rekabet, rakiplerin niyetinden bağımsız olarak, bazı gerçeklerin ortaya çıkmasına yol açarak kamunun aydınlatılmasına hizmet edebilir.
Doğan grubunun izlediği medya-siyaset ilişkisinde, elbette, ahlâki bakımdan olduğu kadar “kamu yararı” bakımından da yergiyi hak eden yanlar var. Bu grubun özellikle son iki-üç yılda çok kötü bir demokrasi sınavı verdiğini kim inkâr edebilir? Yine de bu durum ne hükümete kamu otoritesini bir medya grubunu çökertmek üzere kullanma hakkı verir, ne de kamu bürokrasisinin “partizan” saiklerle davranmasını meşrulaştırır.
Kaldı ki, medya gruplarının hükümetlerin “yoldaş”ı veya “hasmı” gibi davranma eğilimine girmeleri hükümetlerin tutumundan büsbütün bağımsız da değildir. Bu eğilimi doğuran, biraz da, hükümetlerin medyaya karşı “ödül-ceza” politikası izlemeleridir. Onun içindir ki, basın-yayın organları hükümetlerle “iyi geçinmek” zorunda hissediyorlar ki bu kendi başına büyük bir problemdir.
Star, 17.09.2009