Ceza Muhakemesi Kanunu’nun tutuklama süresiyle ilgili 102. maddesinin yürürlüğe girmesi üzerine Yargıtay’ın verdiği kararı takiben başlayan tahliyelerin yaptığına bakın: Şimdiye kadar, uzun tutukluluk sürelerinin bir tür cezaya dönüşmesinden yakınılırken, şimdi bazı sanıkların neden “erken” salındığından yakınılıyor. Bu yakınma ancak, davaların gereksiz yere uzamasından duyulan rahatsızlığın bir yansıması olarak anlaşılması şartıyla makuldür.
Bugün asıl tartışmamız gereken, Türkiye’de tutukluluk sürelerinin neden bu kadar uzun olduğudur. Anayasa’nın konuya ilişkin hükmü (m.19/7), Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin ilgili hükmüne (m.5/3) paralel olarak, tutuklanan kişilerin “makul süre içinde serbest bırakılma”yı isteme hakkına sahip olduklarını buyurmaktadır. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin bu konudaki içtihadı da, tutuklamanın “istisnai” bir tedbir olmasıyla uyumlu olarak, kişiyi özgürlüğünden yoksun bırakmayı gerektiren ve “kamu yararı”na olduğu varsayılan nedenler ortadan kalkar kalmaz tutuklanan kişinin serbest bırakılması gerektiği yolundadır.
Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 102. maddesinin 2. fıkrası ağır cezalık suçlarda tutukluluk süresinin “en çok” iki yıl olduğunu belirttikten sonra, bu sürenin “zorunlu hallerde” gerekçeli olarak uzatılabileceğini, ama “uzatma süresi”nin de toplam üç yılı geçemeyeceğini öngörmektedir. Böylece, hakim yoruma göre, ağır ceza mahkemesinde yargılanmakta olan bir kişi toplam olarak beş yıl tutuklu kalabilecektir. Ne var ki, bu sürenin “makul” olmadığı bir yana, bunun mahkemelerin davaları gereksiz yere uzatmasına ruhsat verdiği bile söylenebilir.
Bu durum “azami süre” belirlemenin mantığına da aykırıdır. Çünkü, özellikle hak kısıtlamalarıyla ilgili olarak azami süre öngörmenin amacı özgürlüğü kısıtlanan kişilere güvence getirmek, bu türden kısıtlamaların “makul”ü aşmasını önlemektir. Daha da vahimi, aynı Kanunun (m.252/2), “özel görevli” ağır ceza mahkemelerinde (“devlet güvenlik mahkemeleri”nde yani) bakılan davalarda tutukluluk süresinin iki kat olarak uygulanacağını öngörmüş olmasıdır.
Şimdi, Yargıtay 9. Ceza Dairesi’nin özel görevli ağır ceza mahkemelerinde yargılanan kişiler için tutukluluk süresinin 10 yıla kadar uzatılabileceğine ilişkin yorumuna gelelim. Kanaatimce, bu yorum Ceza Muhakemesi Kanunu’nun zaten uygunsuz olan düzenlemesini, hiç de “makul” olmayan bir şekilde daha da özgürlük karşıtı hale getirmektedir.
Kanun’un 252. maddesinde “iki kat olarak” uygulanacağı belirtilen tutukluluk süresinin 102. maddede öngörülen uzatmalı süre esas alınarak hesap edilmesi ([2+3]x 2=10) “özgürlük karinesi”ne olduğu kadar hukuki muhakemenin evrensel ilkelerine de aykırıdır. Oysa, 102. maddede öngörülen normal “tutukluluk süresi” 5 değil 2 yıldır. Dolayısıyla, özel görevli ağır ceza mahkemelerinde görülen davalardaki tutukluluk süresinin hesabı ([2×2]+3=7) şeklinde olmalıdır. Hatta, bazı hukukçuların ileri sürdüğü gibi, 102. maddedeki “uzatma süresi toplam üç yılı geçemez” cümleciğini, bu kişiler bakımından azami -uzatmalarla birlikte “toplam”- tutukluluk süresinin bunun iki katı olan 6 yıl olduğu şeklinde de yorumlamak mümkündür.
Her ne hal ise, ben bu tartışmadan iki önemli pratik sonuç çıkarıyorum: (1) Yasal tutukluluk süreleri makul düzeye indirilmeli, özellikle de uzatmaların normal süreyi aşması gibi saçmalıklara kanunlarda yer verilmemelidir. (2) Ceza yargılaması usulüne keyfi istisnalar getirmekten kaçınılmalı, daha iyisi, özel görevli ağır ceza mahkemeleri tümden kaldırılmalıdır.
Star, 08.01.2011