Öcalan nasıl bir devlet istiyor? Kürt sorununu çözmeye yönelik girişimler sürerken, sorunun bu hale gelmesinde önemli bir rol oynayan Öcalan’ın ‘nasıl bir devlet’ ve çözüm sorusuna verdiği cevap da merak konusu.
Öcalan, ‘bağımsız bir Kürt devleti’ talebinden 1999 yılında vazgeçtiğini açıklamıştı. Son geldiği nokta bir model olarak ‘demokratik özerklik.’ İçerdiği bütün kavramsal ve kurumsal tutarsızlıklar bir yana bu model bağımsızlıktan vazgeçip özerkliğe razı olan bir Kürt hareketine işaret ediyor. Demek ki, ‘devleti olmayan ulus’ saptamasından zorunlu bir ‘Kürt ulus devleti’ çıkaran kestirmecilik yerine farklı model arayışları başlamış Kürt siyasal hareketinde. Mümtaz’er Türköne’ye göre Öcalan, ‘demokratik özerklik’ talebinde bile ısrarcı değil. İmralı’daki Öcalan’a, “Başbakan ısrarla ‘ayrı devlet yok, değil mi?’ diye sorduruyor. Aldığı cevap kesin bir ‘hayır’. Hatta Öcalan’ın ‘demokratik özerklik’ projesinden vazgeçtiği, kapsamlı bir yerel yönetim reformunu yeterli bulduğu ifade ediliyor.”
Acaba doğru mu bu analizler ve bilgiler? Öcalan ve Kürt siyasal hareketi gerçekten ‘devlet zindanı’ndan kurtuldular mı? BDP’nin radikal kanadında görülen Sebahat Tuncel “Kürt hareketi ulus devleti sadece Kürtler için istemiyor değil, bu kavrama tamamen karşı. Bu nedenle de çok ilerici.” demiş geçenlerde Radikal’den Ezgi Başaran’a. İlginç değil mi? Düne kadar tek etnisiteye dayanıp ondan zorunlu olarak egemen ve bağımsız bir ulus devlet çıkarmak isteyen bir hareket bugün ‘devlet’ fikrini aştığını iddia ediyor, ‘yeni’ devlet formlarına ve oluşlarına yöneliyor…
Ezgi Başaran aktarıyor Öcalan’ın ‘Kürdistan–Devrim Manifestosu’ isimli kitabından: “Benim için İmralı Cezaevi, Kürt olgusunu ve sorununu algılamak ve çözüm olanaklarını kurgulamak açısından tam bir hakikat savaşı alanına dönüştü. Pozitivist bir dogmatik olduğumun derinliğine farkına varmam tecritle oldukça ilişkilidir. Farklı modernite kavramlarını, ulus inşalarının çok çeşitli modellerinin olabileceğini, genelde toplumsal yapılanmaların insan eliyle yaratılmış kurgusal yapılar olduğunu ve esnek bir doğaları bulunduğunu tecrit koşullarında idrak ettim. Özellikle ulus devletçiliği aşmak benim için çok önemliydi. Bu kavram benim için uzun süre Marksist-Leninist-Stalinist bir ilkeydi; asla değiştirilmemesi gereken bir dogma niteliğindeydi… Reel sosyalizm ulus devlet kavramını aşamadığı ve temel modernite gerçeği olarak kavradığı için, başka tür bir ulusçuluğun, örneğin demokratik ulusçuluğun olabileceğini düşünmemiştik. Ulus dediğin illa devleti olması gereken bir şeydi! Kürtler bir ulus ise mutlaka bir devletlerinin de olması gerekirdi! Halbuki toplumsal olgular üzerinde yoğunlaştıkça, ulusun kendisinin son birkaç yüzyılın en boş gerçeği olduğunu, kapitalizmin güçlü etkisi altında şekillendiğini ve özellikle ulus devlet modelinin toplumlar için demirden bir kafes olduğunu kavradıkça, hem özgürlük hem de toplumsallık kavramının daha değerli olduğunu fark etmiştim. Ulus devletçilik uğruna savaşmanın kapitalizm için savaşmak olduğunu fark ettikçe siyaset felsefemde büyük dönüşümler söz konusu oldu. Kendimin bir bakıma kapitalist modernitenin kurbanı olduğunu fark ettim.”
Özgürlük, toplumsallık ve devlet dışı varoluş biçimleri… Öcalan için kesinlikle ‘ileri’ düşünceler bunlar. İnansak mı? Bizi inandırmak için gerçekten çaba gösterseler de inansak… Türkler, dindarlar, Kemalistler, laikler neredeyse her etnik, dinsel ve hatta fikirsel grup varlıklarını ‘devlet’te ararken Öcalan’a ve onu izleyen Kürtlere ne oldu da ‘devlet fetişizmi’ni aştılar? Şiddeti bırakın da bu derin mevzuları konuşalım ya… İki ‘faşist devlet’in zindanlarına taş taşımaktansa demokratik ve çoğulcu, ortak bir devleti olan özgür insanlar olabiliriz.