Bu ülkede yaşanan rezillikler, devlet adına işlenen cinayetler, kurulan komplolar, peşkeş çekilen milli varlıklar saymakla bitmiyor. Bir devletin yakın tarihi bu kadar mı kirli olur yahu?
Cesur gazeteler bu belgeleri yayımlamaktan yoruldu, insanlar okumaktan bunaldı. Hâlâ her gün yeni bilgiler, yeni belgeler ortalığa saçılıyor. Tamam yüzleşelim, geçmişimizi temizleyelim dedik ama bu kadar pislikle karşılaşacağımızı da tahmin edememiştik. Darbe komplolarının adını da, sayısını da unuttuk. Ele geçirilen silahlar, sahi, nelerdi? Ergenekon ve Balyoz davalarında iddianameler ve ekleri ‘okunabilme’ sınırlarını çoktan aştı. Zirve katliamı, casusluk soruşturması vs. arkası da geliyor… Devleti devlet olmaktan çıkarmış, suç örgütüne çevirmişler adeta.
Bu arada ‘suç’larını itiraf eden edene, kimi gizli tanık olarak, kimi de istemeden gizli dinlemelere takılarak.
Geçen hafta rütbesinin korgeneral olduğunu öğrendiğimiz kişinin TÜSİAD eski başkanı hanımefendiye küfürler savuran konuşması düştü internet sitelerine. Kanıksadığımızdan ve zaten bu adamları artık gayet iyi bildiğimizden midir nedir, kimseler dert etmedi bu generalin konuşmasını. Eminim, ağır hakarete uğrayan hanımefendi bile bu general hakkında dava açmamıştır.
Ama bu ses kaydı çok önemli oysa. Türkiye’yi yönetmeye hevesli generallerin ruh halini, kafa yapısını ve ahlaki düzeyini ayna gibi yansıtıyor çünkü. General, “TÜSİAD’ın başındaki o… karı, benim ağzımla konuşacaksın, AKP’nin ağzıyla değil. Ne istiyorsan sana vereceğim lan… 28 Şubat’ta böyle konuşturmadık mı?” diyor. Nasıl? Öfke, tehdit, hakaret… Her şey var. Üstelik milletin parasını bunlara peşkeş çekeceklerini ve zaten 28 Şubat sürecinde çektiklerini, bunun karşılığında da TÜSİAD çevresinin istenilen biçimde konuşturulduğunu söylüyor. Peki, 28 Şubat döneminin TÜSİAD yöneticileri itiraz ettiler mi? Ben duymadım.
Şaibe altındalar; 28 Şubat sürecinde askerden neler aldılar? Karşılığında neler verdiler? Açıklamalılar. Yoksa bir gün bu ülkede 28 Şubat da yargı önüne çıktığında mahkemelerde açıklamak zorunda kalacaklar ilişkilerini.
Muhteris generallerin derdi, ellerinden kayıp giden iktidarları. Anlatıyor ‘itirafçı’ general: “TSK’ya bugüne kadar sorulmadan hiçbir iş yapılmıyordu. Şimdi kimse sormuyor, dönüp bakmıyor… Gazeteciler kapımızda dolaşıyordu… Şimdi bir tane kapının dışında adam yok.”
Bu, tek bir generalin algısı değil. İşinin, ülkeyi korumak değil, memleketi yönetmek olduğunu sanan bir ordunun zihniyet dünyasını ve bu dünyada son dönemde yaşadıkları hayal kırıklıklarını, yalnızlıklarını anlatıyor bu ifadeler. Böyle bir algının ve analizin ardından bu kafa ne yapar? Halkın önüne çıkıp ‘bize sormadan iş yapıyorlar, kapımızda bekleyen kimse kalmadı’ diyemeyecekleri için, yapabiliyorsa darbe yapar; yoksa, ‘laiklik, Atatürk ilkeleri’ vs. sözlerinin arkasına sığınarak milletin ve siyasetin kimyasını bozmaya kalkar.
Peki böyle bir kafaya demokrasi, milli iradenin üstünlüğü, askerin sivil denetimi fikri girer mi? Bu kafa darbe de yapar, komplo da kurar; Ergenekon’la darbenin psikolojik ortamını hazırlar, Balyoz’la işi fiiliyata döker.
Arkasında da hem ajite ettikleri halkın bir kısmını, hem besleme sermayeyi hem de bürokrasiyi bulmak ister. ‘Eskiden TSK bir şey söylediği zaman, YÖK’ü, yargıyı, TÜSİAD’ı yanında bulurdu’ buyuruyor general. Haklı, öyleydi. Şimdi ne oldu? Görüyoruz işte, bu kafa YÖK’ü de, TÜSİAD’ı da yedek gücü olarak görüyor. Generale göre onlar da bir şey deyince ‘komutanları çıkıp onları desteklermiş’. Nasıl ama şebeke? İşte bu ‘şebeke’, iktidarlarını ve imtiyazlarını millete kaptırınca kıyameti koparmaya çalışıyor.
Asker-sivil bürokrasi ve besleme sermaye ortaklığında kurulan ve yürüyen bir vesayet rejimi son bulurken bu ‘şebeke’nin kirli çamaşırları da ortalığa dökülüyor. Etraftaki pis koku ve kuru gürültü bundan.
Zaman, 29.03.2011