Yıl 1990. O zamanlar henüz dershanecilik bugünkü kadar gelişmiş değildi. Meselâ bizim orada iki tane dershane vardı, üçüncüsü ise o sene açılmıştı. Bizim okuldan da, bizim sınıftan da dershaneye giden çok sayıda arkadaş vardı. Dershaneye giden öğrencilere imrendiğimi, “Keşke ben de gidebilseydim” dediğimi hatırlıyorum.
***
Yatılı olarak okuyordum. Sınava girecek olduğumuz dönemin ortasında, yatılıda kalan ama aynı zamanda dershaneye gidenarkadaşlar, gittikleri dershanede bir deneme sınavı yapılacağını belirttiler. Bu benim de ilgimi çekti.
Bir Cumartesi günüydü. O zamanlar bugünkü gibi “sürekli sınav” durumu yoktu. İlk defa optik okuyucuların okuyacağı tarzda sınava giriyordum. Sınavın ilk on dakikasında heyecanımı bir türlü yenemedim. İşaretlemelerde kalem bir o yana, bir bu yana gidiyordu. Buna mani olmak için diğer elimi kalemin dibine koyuyor, kalemin oynamasını engellemeye çalışıyordum.
***
Sınav bitti. Ve il bazında yapılan o sınavda il dokuzuncusu oldum. Daha sonra, söz konusu dershane bana bir davette bulundu. Görüşmeye gittiğimde, karşımda dershanenin sosyal bilgiler öğretmeni Selim Beyi buldum. Bana, “Niçin dershaneye gelmiyorsun?” diye sordu. Ben de, esasında gelmek istediğimi ama imkânım olmadığı için gelemediğimi belirttim. O da, “Her hocanın bir öğrenciyi bedava okutma hakkı var, bu hakkımı sizden yana kullanabilir miyim?” diye sordu. Ben de, “Niye olmasın, çok memnunolurum” dedim. Selim Bey, daha sonra beni üst kattaki bir sınıfa yönlendirdi.
***
İlk ders Geometri dersiydi. Dersin Hocası, hiç not tutturmuyor, sürekli soru çözüyordu. Yanlış hatırlamıyorsam, bir derste yirmi sekiz soru çözmüştük. Konu, çemberlerdi. O soruyor, ben cevaplıyordum. Bir süre sonra dikkatini çekti, “Sen de kimsin?” diye sordu. Ben de bu sınıfa yeni geldiğimi anlattım. “Dersten sonra görüşelim” dedi.
Ara olunca geometrici benimle tanıştı. Ben de onu tanımış oldum. Bu kişi dershanenin sahibiydi. Yani iyi bir başlangıç yapmıştım. Ben dershaneyi sevmiştim, dershanenin sahibi de beni.
***
O sınıfta 36 kişi vardı ve hepsi de parayla kaydını yaptırmışlardı. Ben otuz yedinci kişiydim. Parasız olarak o sınıftaki derslere katılan tek kişi bendim.
Bu sınıftan dört yıllık bölüm kazanan tek kişi ben oldum. Onlar benimle hep gurur duydular. Reklam afişlerinde bana da yer verdiler ama ben de onların da katkısıyla üniversiteyi kazanmıştım ve bu yüzden onlarla hep gurur duydum. Bu dershanenin müdürünü fırsat bulduğumda ziyaret etmeye çalıştım. O da beni sürekli ayakta karşıladı. Onlara büyük bir minnettarlık duyuyorum. (Bu vesileyle, T. Cinel Hocama saygılarımı iletmek isterim.)
***
Daha sonraki yıllarda dershanecilik epey gelişti ve neredeyse mevcut eğitim sistemine paralel bir eğitim sistemi haline geldi. Bugün artık üniversiteye veya başka sınavlara hazırlık, ancak dershaneler yardımıylayapılabilir hale geldi. Hatta iş öyle bir noktaya geldi ki: Çocuklarımız, ev, okul ve dershane üçgeninde sıkışıp kaldı. Daha önce bir yazımda da ifade ettiğim gibi: Adeta çıldırdık ve sanki yakın bir gelecekte anaokullarına hazırlık derslerinin verildiği dershanelerin açılması an meselesi.
Dershaneler, çocukların da annelerin de psikolojisini etkiler hale geldi. Aileler, dershaneye gitmeyeçocukların başarılı olamayacağına inanmaya başladılar. Bu yüzden, varını yoğunu çocukları için seferber etmekteler.
Kabul edelim ki, eğitim hâlâ bu toplumdaki sınıf değiştirmenin en önemli aracıdır. Bu da ailelerin eğitim için her şeyini feda etmelerinde etkili oluyor.
***
Başbakanımız, yakın bir zamanda, dershanelerin kaldırılacağını ifade etti. Buralara fakirlerin çocuklarının gidemediklerini söyledi. Buna katılmıyorum. Dershanelerin olmadığı bir sistem güzel olurdu. Ama bugünkü şartlarda dershaneleri kaldırmak, ne yazık ki, mümkün değil.
Fakirleri korumak ve kollamak adına dershaneleri kapatmak ise gerçekleri görmemek anlamına gelir. Hem kendimden hem de daha sonra değişik dershanelere yazdırdığım yakınlarımdan hareketle, şunu söyleyebilirim: Dershaneler, bir ışık gördükleri fakir çocukların elinden tutuyorlar.
Bunu, evet, çoğu kere reklâm için yapıyorlar. Ama piyasa ekonomisi zaten böyle bir şey değil mi? Gece ekmek pişirmek için kalkan fırıncı, bizim kaşımızı, gözümüzü sevdiği için mi ekmek yapıyor? Öğlen yemek yemeye gittiğimiz lokantanın sahibi, “Ben bir hazırlık yapmazsan müşterilerim açlıktan ölür” diye mi masaları donatıyor? Aynı şey dershaneler için de geçerli. Onlar, “Bakın ilin şampiyonlarını biz çıkardık” demek için fakirleri dershanelerine kaydettiriyorlar ama gizli bir el, buradan kamusal bir yararın doğmasına yol açıyor.
Bunu hatırlatmak istedim.
RotaHaber.com